Futbolda “yeniden yapılanma” operasyonu

Emniyet güçlerinin Aralık 2010 tarihinde Bank Asya 1. Lig’de mücadele eden bir kulüpte “usulsüzlük yapıldığı” şüphesiyle başlatılan teknik takibin sonuçları o dönemde hiç kimsenin tahmin edemeyeceği boyutlara ulaşarak son spor gündemini 3 Temmuz’dan itibaren neredeyse belirledi. Aradan geçen sürede, soruşturma dalga dalga büyüdü ve emniyet birçok spor kulübü yöneticisini, çalışanlarını, sporcuları ve menajerleri soruşturma kapsamında (ilk olarak 61 kişi) gözaltına aldı.

Gözaltına alınanların Fenerbahçe Spor Kulübü başkanı ve yöneticileri ile birlikte Süper Lig’den birçok takımı kapsaması; gözaltı ve ifadeye çağırmaların daha sonra Beşiktaş ve Trabzonspor gibi kulüplere de ulaşması konunun ülke gündeminde daha uzunca bir süre tartışılacağını gösteriyor.

Tabii ki bu yazının konusunu “emniyette dinlenen” telefon kayıtlarında neler olduğu ya da hangi kulübün “haklı” olduğu oluşturmayacak. Biz konuyu faklı açılardan değerlendirmeye çalışacağız. Ancak geçerken Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım’ın gözaltına alınışı ile başlayan “etik” tartışmaları için birkaç laf etmek lazım.

Burjuva hukuku ne zaman adil oldu ki?

Medyanın yargısız infaz yaptığını, polisin en azından iddianame hazırlanana kadar gizli olması gereken delilleri ve bilgileri basına sızdırdığını, tutuklamaların keyfiliğini ve normal şartlarda hastalıkları nedeniyle tutuksuz yargılanabilecek durumda olanların bile tutuklandığının eleştirisini, hukuk ve adalet istenmesini, sadece bu soruşturma kapsamında “kendi ilgi alanlarına değdiği için” hatırlayıp eleştirenlere dönüp cezaevlerine ve 12 Eylül sürecine bakmalarını tavsiye etmek gerekiyor.

Bu ülkenin cezaevleri devrimcilerin 10 yılı bulan tutukluluk ve 30 yılı bulan tutuklu yargılama süreçlerini bile gördü. İnsanlar cezaevlerinde tedavi olamadıklarından öldüler. Ne için tutuklu olduğunu, ne ile suçlandığını bilmeyen binlerce kişi hala cezaevlerinde yatıyor. Evet “şike” soruşturmasında hukuki olarak bir haksızlık yapılıyor olabilir, buna karşı çıkalım ama aynı haksızlığa yıllardır uğrayanlar için Fenerbahçe 2. Başkanı Nihat Özdemir’in ve bu konuda basında sayfalarca yazılar yazanların “hukuka saygılıyız, adalete güveniyoruz” sözlerinden başka diyecek bir şeyi var mı acaba?

Şike yeni bir olgu mu?

12 Eylül darbesi ile başlayan süreçte Türkiye’de özellikle futbol piyasasına mafyanın karıştığı ve bu yolla paralar aklandığı ve güç sağlandığı yıllardır konuşulur. Bu tür kirli yollarla şike yapıldığı, futbolcuların tehdit edildiği, şampiyonluklar alındığı/verildiği ve futbolcu transferleri yapıldığı iddia edilir. Meraklı olanlar bu konuda internette bir araştırma yapsalar (taraftar forumları, eski yazılar, makaleler vb.) sayısız örneğe ulaşabilirler. Türkiye’de özellikle futbol piyasasının son yıllarda oldukça büyümesi, transfer, yayın ve maç gelirlerinin artması oldukça büyük bir parasal kaynağa istendiği gibi yön verilmesi, en önemlisi “camianın desteği” ile arkaya alınan “güçle” neler yapılabileceğinin iştah kabarttığı çok açık. Bu gücün nasıl kullanıldığına bir örnek olarak Fenerbahçe’nin ordu içerisindeki etkisi ile 1973’te Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Batur’un, futbolcu transferine evrak yetiştirmek için jet havalandırması hâlâ anlatılır. Kısacası futbolun gerek ülke içerisinde gerekse dünya çapında bugün geldiği ekonomik ve sosyal konum göz önüne alındığında hiç kimse kulüp aşkı için yönetime gelmek, başkan olmak istemez. Holding başkanlarının kulüp başkanlığı sevdaları forma renklerinden değil olsa olsa dolar ve euro renklerinden ve kulübün etki alanlarını kullanma amaçlı olabilir. Zaten kapitalist bir ekonomide hangi gelişmiş sektör rüşvet, kara para, haksız kazanç ve mafyadan muaf olmuş ki gelişmiş bir endüstri olan futbol temiz kalsın.

Milyarlık spor kulübüne dernek statüsü

Borsalarda hisse senetleri olan bu dev bütçelerin bir taraftan anonim şirket olarak boy gösterirken, hala hukuksal olarak Dernekler Yasası’na göre yönetildiğini de bilmek gerekiyor. Yani UEFA Şampiyonlar Liginde milyonlarca dolar kazanan, kendi liginde yayın ve iddia oyunları gelirleri ile çok büyük bütçelere ulaşan spor kulüplerimizle, herkesin kurabileceği “mahalle güzelleştirme derneği” aynı kanuna tabii olarak kuruluyor ve denetleniyor. Bu nedenle futbol piyasasında bir dönüşüm uzun bir süredir kendisini dayatmakta.

Dünyanın en önemli futbol piyasasına sahip olan İngiltere Premier Ligi’ndeki kulüpler küresel sermaye tarafından (özellikle Amerikalılar ve Araplar) nasıl ticari yatırım aracı haline getirildiyse bizi de bekleyen süreç bu olacaktır. Kapitalist sistem içerisinde endüstriyel futbolun gereği olarak küresel yatırım yapmak isteyen bir şirket ya da Abromoviç benzeri bir oligark, borsada bir futbol takımının hisse senetlerini alarak Türkiye futbol piyasasına eninde sonunda girecektir.

Bugün “şike operasyonu” olarak yaratılan kargaşa ortamının sonrasında esas olarak bu alanda bir düzenleme yapılarak küresel piyasalara uygun adımlar atılması hiç de şaşırtıcı olmayacaktır. Sorun bu adımlar atılırken deyim yerinde ise “suyun başında” kimin olacağıdır. AKP iktidarının bu düzenlemeyi yaparken hedefe kendisini “Fenerbahçe Cumhuriyeti” olarak tanımlayan etkisi sadece spor alanında değil siyasette, asker ve sivil bürokraside de olan Fenerbahçe Spor Kulübünü yerleştirmesi tesadüf değildir. Fenerbahçe başkanı, genel seçimden hemen sonra görüntüleri medyaya servis edilerek tutuklanıyorsa bu o alanda en güçlü olanın bile iktidar istediğinde ne hale getirildiğini diğer kulüplere gösterme olanağını sunmuştur. Yoksa “şike” operasyonunda tutuklananlardan önemli isimler ilk mahkemede tutuksuz yargılanmak üzere serbest kalır. Mahkeme 2-3 yıl sürer ve sonuçta ismi çok bilinmeyen birileri bazı cezalar alırlar ve konu kapanır. Geçmişte bu olaydan daha belgeli-tanıklı şikeler yaşanmış ve hiçbir şey olmadan “hayat devam etmişti”.

Bu ortamda Türkiye’de yaşayan hiç kimsenin “bağımsız yargı, bağımsız savcılar var, yargı sürecine hükümet karışamaz” diyeceği kanısında değilim. Son dönemde yapılan iki operasyon olan futbolda “şike” operasyonu ve “Deniz Feneri” operasyonunun milletvekili genel seçimlerinden sonra yapılması kesinlikle tesadüf değildir. Aralık 2010 tarihinden beri yürütülen süreçte dinlemeler yapılıp “kanıtlar” toplanmışsa ve “şaibeli” denilen maçların oynanması tamamlanmış ve lig mayıs ayında bitmişse (hatta niye bitmesi beklendi suçüstü yapılsaydı) operasyon için Temmuz ayı neden beklenir?

Hele Deniz Feneri soruşturmasında Alman yargısının verdiği tüm belgelere rağmen 3 yıldan beri süren ve hiç kimsenin kılına dokunulmayan bir soruşturma için neden “şike” soruşturmasının hemen öncesi seçilir?

Hadi daha açık soralım: Bu iki soruşturmada seçimlerden önce yapılsa ve aynı şeyler yaşansaydı AKP bugünkü kadar rahat olabilir miydi?

Konunun özü: Yaşanan planlı programlı bir süreçtir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir