Sosyalist Eşitlik Partisi (PSG – Almanya), Pazar günkü Avro Grup zirvesinde Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Maliye Bakanı Wolfgang Schäuble tarafından Yunanistan’a dayatılan anlaşmayı şiddetle mahkum eder. Bizler, Almanya’daki ve tüm Avrupa’daki işçileri, Yunanistan’daki işçiler ile dayanışmalarını ilan etmeye ve Alman hükümetinin politikalarına karşı kitlesel direniş örgütlemeye çağırıyoruz.
Yunanistan Başbakanı Alexis Tsipras hükümetinin Pazartesi sabahı teslim olduğu yeni kemer sıkma talepleri, Yunan halkının, sadece bir hafta önce düzenlenmiş olan referandumda büyük bir çoğunlukla reddettiği önlemlerin çok daha ötesine geçmektedir. Bu önlemlerin uygulanması, milyonlarca Yunanlı için açlık, işsizlik, hastalık ve hatta ölüm demektir. Yunanistan, fiilen, Almanya’nın ve Avrupa’nın en güçlü mali baskı gruplarının himayesi altında bir devlete dönüştürülecektir.
Troyka (Avrupa Birliği, Avurpa Merkez Bankası ve Uluslararası Para Fonu) Atina’ya dönüyor ve hükümet politikalarını dikte edecek. Parlamentonun rolü, kemer sıkma önlemlerini incelemeden onaylamak ve otomatik bütçe kesintilerine imza atmak olacaktır. 50 milyar avro değerindeki devlet mülkiyeti, 1990’da Doğu Almanya’daki devlet mülkiyetini tasfiye etmek için kurulmuş olan Treuhandstalt’ı örnek alarak, en yüksek teklifi verene satılacağı bir fona aktarılacak.
Anlaşma, Yunan işçi sınıfının acımasızca sömürülmesi ve yağmalanması için sınırsız bir yetki anlamına gelmektedir.
Düzenin savunucusu yorumcular bile, anlaşmanın demokratik olmayan karakterini gözardı edemedi. Wolfgang Münchau, Financial Times’ta, Yunanistan’ın alacaklılarını, “Avrupalıların 19. yüzyılın ve 20. yüzyılın başlarındaki milliyetçi iktidar mücadelelerine” dönmekle, Avro Bölgesi’ni “Almanya’nın çıkarlarına işleyen” bir sisteme dönüştürmekle ve “geçerli düzene meydan okuyanları mutlak yoksullukla tehdit ederek bir arada tutmak”la suçladı.
New York Times’ta, Paul Krugman, Avro Grup’u, “katıksız kindarlık, ulusal egemenliğin tamamen ortadan kaldırılması ve kurtarma umudu olmamak” ile itham etti.
Schäuble’nin ve Merkel’in acımasız eylemleri, Alman tarihindeki en karanlık bölümü hatırlatıyor. Hitler’in Wehrmacht’ının [Silahlı Kuvvetler] Yunanistan’ı işgal etmesi, acımasız bir terör rejimi kurması ve ülkeyi kıyasıya yağmalamasından bu yana 75 yıldan daha az bir zaman geçti. Yüksek işgal maliyetlerinin uygulanması, Yunanistan’ın sanayi mallarının neredeyse tamamının iharç edilmesi ve makinelerin ve araçların çalınması, yüz binlerce insanın canını alan bir kıtlığa yol açmıştı.
Wehrmacht, partizan savaşçılarının direnişine, aralarında Distomo, Lingiades ve Kommeno’nun da bulunduğu çok sayıda köyün sakinlerini katlederek karşılık vermişti. En az 30.000 sivil bu misillemelere kurban gitti. Sekiz bin Musevi sürgün edildi ve öldürüldü. Dünyanın en eski Musevi topluluklarından birini oluşturan Selanik’deki Museviler bütünüyle yok edildi. Şimdiye kadar bu kurbanların hiçbirinin bedeli ödenmedi ve faiilerin neredeyse hiçbiri cezalandırılmadı.
Şimdi, Schäuble ile Merkel öncüllerinin izinden yürüyor. Alman egemen sınıfı, geçmişin sindirilmemiş tüm pisliklerini dışarıya kusuyor. Onların kibri, bir kez daha, kendilerini Avrupa’nın üstün ırkı olarak gördükleri izlenimi uyandırıyor.
Politikacılar, Yunan halkına son derece aşağılık klişeler ve önyargılar yağdıran omurgasız bir basın tarafından destekleniyor. Medya, propangadayı yapıyor ve kamuoyunun kafasını karıştırıp onu yanlış yönlendirmek için elinden geleni ardına koymuyor.
Hükümet, ayrıca, Almanya’nın II. Dünya Savaşı’ndaki suçlarını önemsizleştirmek için tarihi çarpıtan, Humboldt Üniversitesi’ndeki Jörg Baberowski gibi tarihçilere güveniyor. Alman hükümeti, Yunan işçi sınıfının yoksullaştırılmasının tarihsel bir gereklilik olduğunu ilan eden ekonomistler ve Avrupa’da Alman hegemonyası için siyasi argümanlar formüle eden Herfried Münkler gibi siyaset bilimciler tarafından destekleniyor.
Alman parlamentosunda temsil edilen tüm partiler hükümeti destekliyor. Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) Schäuble’yi ve Merkel’i sağdan geçmeye çalışan başkanı Sigmar Gabriel, bu konuda başı çekiyor.
Onların hepsi, tarihin unutulmuş olduğuna inanıyorlar. Fakat kendilerini kandırıyorlar. Yunanistan, Almanya ve Avrupa işçi sınıfı, onların Almanya’nın tarihsel suçlarını tekrarlamalarına izin veremez ve vermeyecek.
Alman hükümeti, Yunanistan’daki saldırgan eylemlerinde iki hedefin peşinde koşuyor. O, Avrupa’da ve Almanya’da izlediği kemer sıkma yoluna yönelik tüm direnişi yıldırmak için bir örnek oluşturmayı amaçlamaktadır. Alman hükümeti, Avrupa’daki baskın konumunu güçlendirmek istiyor.
Hükümet, 2008 mali kriziyle birlikte, Almanya’nın üstünlüğünü, artık uzlaşmalar ve mali yardımlar yoluyla sürdüremeyeceğine karar vermişti. Almanya, Münkler’in sözleriyle, Avrupa’nın “veznedar”ı yerine “şef”i haline gelmek zorundaydı. Geçtiğimiz yılın başında, önde gelen hükümet yetkilileri, Almanya’nın, Avrupa’da ve dünyada, gerçek etkisine uygun bir rol oynamasını talep ettiler.
Bu yeni büyük güç politikası, ilk kez, Alman hükümetinin ülkeyi bir iç savaşa sürükleyen ve NATO’yu, nükleer silah sahibi Rusya ile bir askeri çatışmanın eşiğine getiren Batı yanlısı bir darbeyi desteklediği Ukrayna’da test edildi. Aynı politikalar, Atina’da bir sivil darbe anlamına gelen uygulamalarla sürdürülüyor.
Avrupa Birliği’nin yüzü zaman içinde dönüştürüldü. Onun, Avrupa halklarının barış içinde birarada yaşamasına yönelik bir mekanizma değil; aksine, en güçlü emperyalist devletlerin egemenliğinin ve işçi sınıfının acımasız sömürüsünün bir aracı olduğu, her zamankinden daha açık hale geliyor. Halk kitleleri, AB’ye, artık, bir tiksinme ve nefret karışımıyla bakıyorlar.
Almanya, bir dünya gücü konumuna ulaşmak için AB’yi daha açık bir şekilde kullandıkça, Avrupa içindeki (özellikle Almanya ile Fransa arasında) ulusal çatışmalar da o kadar yoğunlaşıyor. Pazar günkü zirve öncesinde, Berlin ile iç siyasi kaygılar nedeniyle Yunanistan’a karşı daha uzlaşmacı bir yol izlemeyi tercih eden Paris arasında sert görüşmeler yaşandı. Fransız hükümeti, Alman hegemonyasından çok daha fazla kendi işçi sınıfından gelecek tehditten korktuğu için, sonunda Almanya’nın dayatmalarına boyun eğdi. Bununla birlikte, bu gerilimler, , Avrupa’yı kimin kontrol edeceği üzerine ABD ile Almanya arasında gelişen çatışma yüzünden yeniden alevlenecek.
İşçi sınıfını umutsuz yoksulluğa ve kıtayı bir kez daha savaşa ve diktatörlüğe sürüklemekle tehdit eden bu tehlikeli eylemlere karşı çıkmak, Almanya’daki ve tüm Avrupadaki işçi sınıfının görevidir. Bu amaçla, Yunanistan’daki olaylardan ve Syriza’nın oynadığı rolden dersler çıkarmak yaşamsaldır.
Tarihte, Tsipras’ın ve hükümetinin son birkaç gün içinde gerçekleştirdiği korkak ve utanç verici ihanetin bir benzerini bulmak zordur. Ocak ayında kemer sıkma politikasına son verme sözüne dayanarak seçilen Tsipras’ın partisi, Berlin’e ve Brüksel’e birbiri ardına ödünler verdi.
Syriza, sonunda, AB destekli kemer sıkma önlemleri lehine bir çoğunluk çıkacağını umarak, bir referandum örgütledi. Bunun yerine kemer sıkmaya karşı ezici bir çoğunlukla karşılaşan Syriza, Alman dayatmasına, bir hafta içinde bütünüyle teslim oldu. Sağcı bir burjuva hükümeti bile bu kadar ileri gidemezdi.
Bu teslim oluş, PSG’nin, Syriza’nın sol ve kesinlikle sosyalist bir parti olmadığı; tersine, asıl olarak kendi refahıyla ilgilenen varlıklı, bencil orta sınıf tabakaları temsil eden sahte-sol bir örgüt olduğu değerlendirmesini doğrulamaktadır. Onlar, korku duydukları işçi sınıfına karşı aşağılama duygusundan başka bir şeye sahip değiller. Onların teslimiyeti, gerici, milliyetçi bir bakış açısıyla, kendisine Brüksel’in ve Berlin’in emirlerinin, sözde “solcu” Syriza’dan daha kararlı bir karşıtı süsü veren Altın Şafak gibi aşırı sağcı radikallerin değirmenine su taşımaktadır.
Syriza için söylenenler, onun, aralarında Almanya’daki Sol Parti’nin ve İspanya’daki Podemos’un da bulunduğu uluslararası fikirdaşları için de geçerlidir.
Sol Parti, Yunanistan’ın yazgısında muazzam bir sorumluluk taşımaktadır. Bu parti, Şubat ayında, kemer sıkma önlemlerini de kapsayan, Yunanistan’a “yardım programı” için oy verdi. O, güvenilirliğini biraz olsun korumak için, ara sıra Alman hükümetini eleştiriyor ama Yunan işçilerini desteklemek için kesinlikle hiçbir şey yapmıyor.
Sol Parti, Yunan işçilerinin savunusu için tek bir gösteri bile örgütlemeyi reddetti. Eğer Sol Parti Berlin’de iktidara gelirse, Syriza ile aynı yolu izleyecektir. Bu, onun eyalet düzeyindeki iktidar sicili eliyle daha şimdiden kanıtlanmıştır.
Sol Parti, tren sürücülerinin, posta ve çocuk bakım işçilerinin, hastane çalışanlarının ve diğerlerinin grevlerini sona erdirip satarak Alman hükümetine yardım etmeye çalışan sendikalar ile yakın çalışma içinde.
Almanya işçi sınıfı, Yunanistan’daki sınıf kardeşlerini savunmak için ayağa kalkmalıdır. PSG, tüm işçileri toplumsal mücadelelere katılmaya çağırır. Tüm gençlik ve bütün işçi sınıfı: Yunan işçilerini destekleyin! Schäuble ile Merkel’in dayatmalarına karşı dayanışma grevleri örgütleyin! Sol Parti’den ve Sosyal Demokrat Parti’den kopun ve bağımsız bir şekilde örgütlenin!
Temel sorun, Yunanistan’da, Almanya’da ve Avrupa kıtası genelinde bir devrimci önderliğin inşa edilmesinin gerekliliğidir. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) Almanya şubesi PSG’ye katılın ve DEUK’un, Avrupa’nın her yerinde, işçi sınıfının birliği ve Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri uğruna mücadele edecek şubelerini inşa edin!