ABD Başkanı Barack Obama, G-20 Zirvesi’nde dünyanın vicdanı ve uluslararası hukukun koruyucusu tavrını takındı. O, bunu, Suriye’ye yönelik kışkırtılmamış ve gayrımeşru saldırı savaşına uluslararası destek toplama ve onu haklı gösterme yönünde -büyük ölçüde başarısız- bir çabayla yaptı.
Obama, zirve sonrasında düzenlenen bir basın toplantısında, açıkça, ABD’nin, kendisi ya da müttefikleri doğrudan saldırıyla karşı karşıya olmasa bile ve Birleşmiş Milletler’in askeri harekata izin vermemesi durumunda bir ülkeye saldırma hakkı olduğunu iddia etti. Bu, tek yanlı ve kışkırtılmamış harekatları askeri saldırı suçu olarak tanımlayan Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin doğrudan yadsınmasıdır. Bu, ABD’nin, II. Dünya Savaşı sonrasının uluslararası hukuk çerçevesini hiçe sayarak, uygun gördüğünde herhangi bir ülkeye saldırabileceği anlamına gelmektedir.
Obama, ABD Kongresi’nden Suriye’ye karşı askeri güç kullanma yetkisi alma kararını açıklarken, “Aslında, Esad’ın masum sivillere, kadınlara ve çocuklara karşı kimyasal silah kullanma tehditinin, ABD’ye yönelik yakın ve doğrudan bir tehdit oluşturduğunu iddia edemem… Bunun, bizim müttefiklerimiz üzerinde hemen, doğrudan bir etkisi olacağını söyleyemem.” dedi.
Obama, konuşmasının bir başka yerinde, “benim düşüncem o ki… eğer kimyasal silahların kullanımını yasaklama konusunda ciddi isek, bu, Güvenlik Konseyi’nin bu konudaki felç durumu göz önünde bulundurulduğunda, uluslararası bir müdahaleyi gerektirmektedir ve o, Güvenlik Konseyi’nin harekete geçmesi yoluyla olmayacak.” dedi.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, en son Mart-Ekim 2011’de Libya’ya yönelik ABD-NATO saldırısı dahil, çok sayıda kirli savaşa onay vermişti ama onun üyeleri, şu an itibariyle Suriye konusunda bölünmüş durumda.
Washington’ın açıkça militarizmi savunmasına eşlik eden ahlaki numaralar, bu tür durumlarda her zaman olduğu gibi, pişkin yalanlar üzerine kurulu. Suriye’deki yönetimin kimyasal silah kullandığına ilişkin suçlamaları doğrulayan hiçbir kanıt sunulmuş değil. Onun, Washington’ın vekillerine karşı kara savaşını kazanıyor olduğu koşullarda böylesi bir saldırıyı gerçekleştirerek kazanacağı hiçbir şey yoktu. BM denetçileri, önceki kimyasal silah kullanma iddialarını araştırmak üzere, Suriye’nin davetiyle, Şam’a henüz ulaşmıştı.
Öte yandan, Washington’ın Suriye’deki vekil “asi” gücünün belkemiğini oluşturan El Kaide bağlantılı teröristlerin, bir yenilginin eşiğinde oldukları ve ABD’nin kendi yanlarında doğrudan müdahalesine bahane sağlayacak bir provokasyona ihtiyaç duydukları için, kazanacakları çok şey bulunuyor. Onların Suriyeli askerlere ve sivillere yönelik katliamları, kafa kesmeleri, terör bombalamaları ve başka gaddarlıkları, internet haberleri de dahil, iyice belgelenmiş durumda. Onlar, kimyasal silahlara sahip olmakla ve onları kullanmaya hazır olmakla övünmüşlerdi.
Suriye’ye karşı savaş başlatmayı haklı göstermek için geliştirilmiş bir diğer büyük yalan, bu savaşın, Obama’nın Cuma günü yinelediği gibi, “sınırlı ve orantılı” olacağı. Bu bağlamda, ABD’de anayasa hukuku konusunda tanınmış bir otorite olan Yale Üniversitesi profesörü Bruce Ackerman tarafından yazılmış ve 3 Eylül’de Foreign Policy web sitesinde yayımlanmış olan bir makaleden alıntı yapmakta yarar var.
Obama yönetimi tarafından geçtiğimiz haftasonu Kongre’ye gönderilmiş olan askeri güç kullanımı için yetki belgesi taslağını tartışan Ackerman, şunları yazıyor: “Ama onun [Obama’nın] resmi önerisi yoğun bir havuç-sopa harekatıdır. Bu öneri, başkana, kara birlikleri de dahil ‘ABD Silahlı Kuvvetleri’ni kullanma ve ‘Suriye içinde, Suriye’ye yönelik ya da Suriye’den dışarıya’ askeri güç kullanma yetkisi vermektedir. Dahası, başkan, ‘kimyasal ya da diğer kitle imha silahları’nın ‘kullanımını ya da yayılmasını’ engellemek için harekete geçebilir ve ‘ABD’yi, müttefiklerini ya da ortaklarını bu tür silahların oluşturduğu tehdite karşı korumak’ için devreye girebilir. Bu, Ortadoğu’da ve ötesinde açık uçlu bir askeri harekatın onaylanmasından başka birşey değildir.”
Çarşamba günü Senato’nun Dış İlişkiler Komitesi’nden geçen ve yönetim tarafından desteklenen askeri güç kullanma yetkisi karar taslağı, hazırlanmakta olan şeyin küçük çaplı bir müdahale olduğuna ilişkin iddiayı daha da boşa çıkardı. O, saldırının amacının, İslamcıların egemen olduğu muhalefeti güçlendirmek ve rejim değişikliğini gerçekleştirmek olduğunu gözler önüne sermektedir. Bu karar taslağı, İran’a, Rusya’ya ve Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’a yardımcı olduğu varsayılan herhangi bir başka ülkeye karşı savaşın yolunu açmaktadır.
Hazırlanmakta olan şey, Ortadoğu’nun haritasını yeniden çizmeye ve ABD’nin bölge ile onun geniş petrol zenginlikleri üzerindeki egemenliğini sağlama almaya yönelik, bölgesel bir savaştır. Bu, er ya da geç, kaçınılmaz olarak Rusya ve Çin ile doğrudan çatışmaya ve yeni bir dünya savaşına giden bir perspektiftir.
Halkın Suriye’ye yönelik bir ABD saldırısına ilişkin kuşkuculuğu ve muhalefeti, hem ABD’de hem de uluslararası ölçekte oldukça yaygın ve derin. On yıl içinde yaşanan ve yalanlar üzerine kurulu önceki iki savaş (Irak ve Libya) deneyimi, halkın bilinci üzerinde etkili oldu. Dahası, Washington, Obama’nın savunduğunu iddia ettiği “uluslararası kurallar”a yönelik kendi ihlallerini (Hiroşima ve Nagazaki’deki nükleer katliam, Vietnam’da napalm bombası ve portakal gazı kullanımı, Saddam Hüseyin’in 1980’lerde İran’a karşı kimyasal gaz kullanmasının desteklenmesi, Irak’ta seyreltilmiş uranyum ve beyaz fosfor kullanılması vb.) örtbas etmektedir.
Bush yönetimi, sözde “terörle mücadele”de yakalanmış olan tutuklularla ilgili olarak, işkenceye, belirsiz süreyle gözaltına, tutukluluğa ve insansız hava araçlarıyla adam öldürmelere kapı açarak Cenevre Sözleşmeleri’ni çiğnemişti. Bunların hepsi, Obama yönetimi altında sürdürülmekte ve genişletilmektedir.
Savaşa yönelik halk muhalefeti, siyasetçilerin ve medyanın yalanlarını yalnızca daha yaygın ve umutsuz kılmaktadır.
ABD’nin savaş dürtüsü, bir uluslararası gangsterlik ve 1930’ların askeri diktatörlükleriyle faşist yönetimlerinin (Mussolini, Hitler ve Tojo) parlak günlerinden bu yana tanık olunmamış yalan görüntüsü sunmaktadır. ABD hükümetinin dünya olaylarına ilişkin bugünkü hareket tarzı, özünde, [Mussolini’nin, Hitler’in ve Tojo’nun] Habeşistan’a, Polonya’ya ve Mançurya’ya saldırmasında başvurulandan farklı değildir.
Nürnberg savcısı ve Anayasa Mahkemesi Yargıcı Robert H. Jackson’ın Nazi savaş suçlularını betimlemede kullandığı sözcükler, bugün Amerikan yönetimini oluşturan siyasi gangsterlere bütünüyle uygundur. “Bu şahıslar,” demişti Jackson, “hukuk gibi bir şeyin varlığına şaşırıyorlar. [Onlar] hiçbir zaman herhangi bir hukuka bel bağlamadılar. Onların programı bütün yasaları hiçe saydı ve onlara başkaldırdı… Bu adamlar için, uluslararası hukuk, doğal hukuk, Alman hukuku… her türlü hukuk, yalnızca işe yaradığında başvurulacak ve onların yapmak istediklerini mahkum ettiğinde görmezden gelinecek bir propaganda aracıydı.”
Uluslararası hukunun Amerikan yönetimi tarafından küçümsenmesi, demokrasinin ABD’deki çöküşüyle birlikte gitmektedir. Suriye’ye karşı savaşın, hükümetin doğrudan Amerikan halkına yönelmiş, Anayasa’yı açıkça ihlal eden, devasa ve daha önce tanık olunmadık çapta casusluğunu gözler önüne seren ifşaatlar sürerken hazırlanıyor olması rastlantı değildir. Bu paralel gelişmeler, dışarıdaki emperyalist militarizm ile içerideki diktatörlük hazırlıkları arasındaki kopmaz bağlantıyı göstermektedir.
Amerikan medyası bütün kanallarda ve 24 saat “kan” diye haykırırken, Amerikan halkının ezici çoğunluğu Suriye’ye yönelik askeri saldırıya karşı. “Rejim değişikliği”ne en fazla ihtiyacı olan ülkenin Suriye değil ama ABD olduğu duygusu giderek artıyor.
Bununla birlikte, ABD içindeki halk muhalefetinin, ifadesini bulabilmesi için, bütün hizipleri savaş, kemer sıkma ve demokratik hakların ortadan kaldırılması yönelimine yönelimine dahil olan çürümüş resmi yapıdan bütünüyle kurtulması gerekiyor. Savaş karşıtı muhalefet Demokratik Parti’nin ardına ve Kongre’ye yönelik çağrılara akıtılmamalı; işyerlerinde, okullarda ve mahallelerde, işçi sınıfının sosyalist ve devrimci bir programa dayalı siyasi seferberliği biçimini almalı.
7 Eylül 2013