Konu futbol olunca her kafadan bir ses çıkıyor. Futbol o kadar “ilgi çekici” bir oyun ki, hayatında futbola ilgi duymamış insanlar bile konu hakkında yorum/analiz yapmaktan kendisini alıkoyamıyor. Bunun en temel nedeni, futbol denilen olgunun artık sadece oyundan ibaret olmaması ve bir dizi siyasi/ ekonomik/ tarihsel/ kültürel alanı da kapsamakta olmasıdır. Futbol artık çim saha, tribünler ve oyunculardan meydana gelen basit bir oyun değil, o, kapitalizmin kendini yeniden ürettiği bir alandır.
Kapitalizmin tarihsel gelişimi içinde futbol kulüpleri, ulusal-devlet paradigması tarafından şekillendirildi. Futbol takımları ulus-devletlere özgü bayraklara, marşlara, iktidar seçkinlerine (kulüp yöneticilerine), efsanevi anlatılara (şampiyonluklar ve kupalar), vatandaşlara (taraftarlara) ve biz-onlar ikiliğine (rekabete) dayalı bir ulus-devlet modeli üzerine inşa edildi. Hal böyle olunca da, modern toplumda futbol ulusçuluk-milliyetçilik fikrinin gelişip serpildiği bir alan haline de geldi. Hemen hemen her futbol taraftarının bilinçüstü ya da bilinçaltı süreçlerdeki ulusalcı-milliyetçi pratiklerini şekillendiren bu durum, bugün fanatik Fenerli/ Galatasaraylı/ Beşiktaşlı/ Trabzonsporlu olma duygusunu daha anlaşılır bir hale getirmektedir.
Futbolla siyaset arasındaki çetrefilli ilişki, futbolun bir spor dalı olarak ortaya çıktığı ilk günden beri var. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde merkezi otoritenin futbola olan ilgisi, Avrupa ülkelerinden farklı olarak modern bir ulus-devlet/toplum yaratma amacı taşımıyordu; mevcut statükonun iktidar seçkinleri tarafından kontrol altına alınması işlevini görüyordu. Dün de bugün de, kendisini güvence altına almak isteyen futbol kulüpleri, farklı dönemlerde kendilerine bir hami bularak konumlarını korumaya çalıştılar. Mesela Fenerbahçe elitleri, tek parti (CHP) diktatörlüğü döneminde karşılaştıkları sorunları, eski kulüp başkanlarından Şükrü Saraçoğlu’nun sağladığı olanaklar sayesinde çözebildiler. Fenerbahçe stadına, Fenerbahçe’ye hizmet etmiş onca emektar sporcu varken, Şükrü Saraçoğlu adının verilmesi, futbol-siyaset ilişkisinin ne kadar derinlere indiğinin bir kanıtıdır. Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzonspor gibi büyük kulüpler de tarihleri boyunca, kendilerine yakın siyasi odaklarla benzer ilişkiler kurarak ayakta kalmayı başardılar. Farklı ülke deneyimleriyle bu örnekler çoğaltılabilir.
Küresel futbol endüstrisi
1970’li yıllardan itibaren etkisini hissettirmeye başlayan küreselleşme süreci ve 1980’li yıllarda tüm dünyada uygulamaya konulan liberal ekonomi modelleri sonucunda, futbol artık sadece devletlerin ve siyasetçilerin değil, sermaye çevrelerinin ve mafyanın da ilgisini çekmeye başladı. Bu saatten itibaren futbol, üzerinden ekonomik rant sağlanan ve kara para aklama gibi yasadışı faaliyetlerin yürütüldüğü devasa bir sektöre dönüştü. Bu sektördeki başarılar ve başarısızlıklar artık sadece oyuncuları ve taraftarları sevindiren olgu olmaktan çıkıp, borsa değerlerini, ürün satışlarını etkileyen, reytingleri değiştiren, daha da önemlisi binlerce emekçinin kaderini elinde tutan bir etkinlik haline geldi.
Küreselleşmenin kaçınılmaz bir sonucu olarak, 1990’lardan itibaren dünya futbolu “endüstriyel futbol” adıyla anılmaya başlandı. Artık futbol, üzerinde milyonlarca liralık bahislerin döndüğü ve birçok ulus-ötesi şirketin yüksek karlar elde ettiği bir alan haline geldi. Bu süreçte taraftar kitlesinin sınıfsal karakterinde de köklü bir değişim yaşandı; düne kadar cebindeki paradan zar zor arttırıp bilet alan emekçi taraftar tipolojisi gitti, yerine tuttuğu takımın resmi ürünlerini almakla yükümlü tüketiciler, kombine bilet sahibi “müşteriler” geldi [1]. Günümüzde birtakım karmaşık ilişkilerle bedava bilet bulmaya çalışan bir taraftar kitlesi olduğu gibi, VIP bölümünde oturup, şampanya içip, yanındaki kanepeleri yuvarlayan taraftarlar da bulmak hiç de zor değil. Sakın futbol kulüpleri deyip geçmeyin, artık kulüpler borsaya açılan şirketlere dönüşüyor. Futbol dünyası, günümüzde yıllık bazda 150 milyar dolar gelire ulaşan dev bir endüstriye tekabül ediyor.
Küreselleşmenin yerel sonuçları, Türkiye’nin bu karmaşık süreci kendi özgünlüğüyle yaşamasına neden oldu. İleri emperyalist ekonomilerden farklı olarak, Türkiye’de futbol hâlihazırda var olan çarpık siyaset-futbol ilişkileri mekanizması ve endüstriyel futbol ilişkilerinin iç içe geçtiği bir yapıya evrildi. Başka bir deyişle, bugüne kadar ulus-devlet şemsiyesi altında varlıklarını sürdüren ulusal kulüpler, şimdilerde ise küreselleşmenin dayattığı ulus-ötesi kulüp yapılarına geçişin sancılarını yaşıyorlar. Hâlbuki bugüne kadar hepsi birer küçük “ulus-devletçik” olan bu kulüpler, parçası oldukları ulus-devlet ve ulusal pazar olanaklarından yararlanarak kendi kapitalistleşme (sermaye birikimi) süreçlerini tamamlamaya çalışıyorlardı. Fakat ulusal korumacılığın ve kapalı ekonomilerin hızla ortadan kalktığı, uluslararası pazarların ve ulus-ötesi şirketlerin ekonomik gücünün arttığı bir dünya konjonktüründe, pek çok futbol kulübü geleneksel patronaj ilişkileri ve ulus-devlet/ulusal pazar kalkanı ile küreselleşme sürecinin altından kalkamayacağını anlamış gözüküyor.
Günümüz dünyasında küreselleşme olgusu o derece öne çıktı ki artık Şampiyonlar Ligi gibi uluslararası organizasyonlar ulusal ligleri gölgede bırakmaya başladı. Bu ulus-ötesi ve endüstriyel yapıyı, yine UEFA ve FIFA gibi küresel kuruluşlar düzenlemeye çalışıyor. 2011’de uygulamaya girecek olan UEFA-FIFA kriterleri bu çabanın başında geliyor. Bu yüzden Fransa, İtalya, Türkiye ve Yunanistan’da başlatılan “temizlik operasyonları”nın zamanlaması hiç de rastlantı değil! Avrupa futbol endüstrisinde 7’nci büyük güç durumuna gelmiş Türkiye futbolunun muhtelif yolsuzluklarına, futbolun küresel örgütleri UEFA’nın ve FIFA’nın kayıtsız kalması söz konusu olamazdı. Küreselleşmiş futbol endüstrisi ve bahis sektörü [2], kurallara aykırı oyunlar ve şike varsa bunların araştırılmasını, bunların açıklığa kavuşturulmasını istiyor ve ülke iktidarlarına “mali saydamlık” için her tür baskıyı yapıyor [3]. Örneğin, futbol ile ilgili en önemli operasyonlardan birinin İtalya’da yapıldığını, Juventus ve Milan gibi dev bütçeli İtalyan kulüplerinin burunlarının sürtüldüğünü anımsayalım.
Yabancı düşmanlığı ve ırkçılık
Futbol artık küresel bir olgu. Sadece ekonomik olarak değil, kültürel ve etnik açıdan da futbol çokuluslu bir yapıya evriliyor. Bugün pek çok ülkenin ulusal takımı göçmenlerden oluşuyor. Tabii ki bu durum farklı ülkelerde göçmen karşıtlığının artmasına da neden olabiliyor. Çünkü küreselleşme süreci iki başlı ilerliyor: Bu süreç bir yandan kültürel ve etnik entegrasyonu (farklı uluslar-milletler arasındaki kaynaşmayı) artırırken bir yandan da kendi içinde yabancı düşmanlığını (ırkçılığı) da üretmekten geri durmuyor. Örneğin, Fransız ulusal futbol takımının oyuncularının yarıya yakını siyahi. Yakın zamanda Fransız basınına düşen bir haber herkesi şoke etmişti. Habere göre, Fransız Futbol Federasyonu’nun hazırladığı gizli bir belgede, ulusal futbol takımındaki siyahi oyuncu sayısının azaltılması ve “beyaz oyuncu” sayısının arttırılması gerektiği söyleniyordu. Fransız Futbol Federasyonu’nun aldığı bu karar, kıta genelindeki ekonomik istikrarsızlığa bağlı olarak, Avrupa’da yükselişe geçen yabancı düşmanlığının ve ırkçı politikaların sonuçlarından sadece bir tanesiydi.
Son sözler
Sonuç olarak, içinden geçmekte olduğumuz küreselleşme sürecinin en önemli ayaklarından biri, artık ulus-devlet/ulusal pazar çerçevesine sığmayan dünya futbolunun, yerel mekanizmalardan kurtularak küresel kapitalist modele uygun olarak yeniden yapılandırılmasıdır. Unutmadan söyleyelim, gerçekte futbolun emekçilerin sporu olduğu ve bugünkü mide bulandırıcı koşulların ise kapitalizmin bir dayatması olduğu sık sık vurgulanmalıdır. Çünkü futbol her zaman emekçilerin ilgisini çekmiş ve basit bir oyun olması nedeniyle, dünyanın her yerinde bu oyun, emekçilerin ortak sınıf kültürünün bir parçası haline gelmiştir. Basit ve pratik olduğu kadar, bu oyunu oynayanlara kolektif bir ruh kazandırması ve taraftarlara toplu hareket etme olanağı sağlaması, emekçi sınıflar açısından futbolu daha da önemli kılmaktadır. Bundan olsa gerek kapitalizmin üzerinde en çok egemenlik kurmaya çalıştığı spor dallarından bir tanesi futboldur. Yine de sınıfların, sınırların ve sömürünün olmadığı sosyalist bir dünyada futbolun, hak ettiği biçimiyle, yani tüm insanlığın evrensel barış ve dostluk istemlerine hizmet edecek bir tarzda oynanacağından hiç kimsenin şüphesi olmamalı.