Türkiye’nin Afrin’i ele geçirmesi ve artan Ortadoğu savaşı tehlikesi

 

Washington’ın Suriye hükümetine doğrudan bir askeri saldırı yönünde tırmanan tehditlerinin ortasında Türk askerlerinin ve sözde Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) Suriye’nin çoğunlukla Kürt nüfuslu Afrin kentini ele geçirmesi, Ankara’nın NATO’daki ortaklarıyla zaten bozulmuş olan ilişkilerini daha da kötüleştirmekle kalmıyor; hızla bölgesel ve hatta küresel bir savaşa dönüşebilecek olan Suriye iç savaşında yeni bir aşamayı da başlatıyor.

Afrin Yürütme Meclisi Eş Başkanı Osman Şeyh İsa, Pazar günü, Suriyeli Kürt güçlerinin Türk askerlerine karşı askeri taktiklerini gerilla savaşına doğru kaydırdığına işaret edecek şekilde, Ankara’nın işgalinin “benzersiz bir kararlılık ve direniş” ile karşılaşacağını söyledi.

Pazartesi günü, Suriye hükümeti, Türk askerlerinin Afrin’i işgal etmesini “yasadışı eylem” olarak kınadı ve “Türk istila güçlerinin Suriye topraklarından derhal çekilmesi” çağrısı yaptı. Suriye Dışişleri Bakanlığı, BM genel sekterine ve Güvenlik Konseyi başkanına yazdığı iki mektupta, Türkiye’yi, “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, etnik temizlik politikası dahil olmak üzere işlediği suçların parçası olarak” kentteki yurttaşların varlıklarını yağmalamakla, evlerini yıkmakla ve birçoğunu tutuklamakla suçladı.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Pazartesi günü yayınladığı bir açıklamada, Washington, Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne ve Kürt yetkililere göre 200.000’den fazla insanın Türkiye destekli ÖSO güçlerinin dükkanları ve evleri yağmalamasının ortasında kaçtığı Afrin’deki Türk işgaline yönelik kaygısını ilan etti.

“Kuzeybatıda faaliyet gösteren Türkiye, Rusya ve Suriye rejimi dahil tüm ilgili aktörleri uluslararası insani yardım kuruluşları için erişim sağlamaya” çağıran açıklamada şöyle deniyordu: “Amerika Birleşik Devletleri, Suriye genelinde en az 30 gün boyunca genel bir ateşkes çağrısı yapan BMGK’nın 2401 sayılı kararının tam ve acil olarak uygulanması kararına bağlı olmayı sürdürmektedir.”

Ankara, BM Güvenlik Konseyi kararını, Suriye’nin, hükümetin Batı ve Türkiye destekli “asiler”e karşı saldırı düzenlediği Doğu Guta gibi diğer bölümlerinde destekliyor ama bunun, “teröristler”e, yani Demokratik Birlik Partisi’ne (PYD) ve onun milis gücü, Pentagon’un Suriye’deki başlıca vekil gücü olan Halk Savunma Birlikleri’ne (YPG) karşı yöneldiğini iddia ettiği Afrin’deki kendi istilası için geçerli olmadığında ısrar ediyor.

Türkiye’nin “Zeytin Dalı Harekatı” adlı Suriye operasyonuna karşı benzer açıklamalar daha önce Ankara’nın diğer NATO müttefiklerinden de geldi ve sert tepkiyle karşılaştı.

20 Mart Salı günü iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) meclis grup toplantısında konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD’nin Afrin operasyonu üzerine yaptığı “kaygılıyız” açıklamasını eleştirdi ve şunları söyledi: “Biz kaygılarımızı sizlere ilettiğimiz zaman neredeydiniz? ‘Gelin burada bu terör örgütlerini temizleyelim’ dediğimiz zaman neredeydiniz?” Erdoğan, ayrıca, Washington’ı, YPG’ye silah sağlamaya devam ederek Türk yetkilileri kandırmaya çalışmakla suçladı: “Biz sizden paramızla silah istedik, bize vermediniz; ama terör örgütüne ücretsiz olarak bu silahları, bu mühimmatı verdiniz… O mühimmat da bizim elimize geçiyor, geçecek”

Cumhurbaşkanı, 14 Mart’ta, Türk ordusunun “hem Afrin’i hem de Menbiç’i teröristlerden” temizleyene kadar operasyonlarına devam edeceğini açıklamış ve “Fırat’ın doğusunu da Kuzey Irak sınırımıza kadar aynı şekilde teröristlerden temizleyeceğiz” demişti.

Erdoğan, daha önce, 14 Mart’taki Muhtarlar Toplantısı’nda, Ankara’nın Avrupalı müttefiklerinden gelen Türk hükümetinin Afrin istilasını sona erdirmesi çağrılarına, onların Türkiye’ye ne yapması gerektiğini söyleyecek konumda olmadıklarını belirterek karşılık vermiş; “Cezayir’de 5 milyon insanı katledenler kalkıp da Türkiye’ye hesap sormasın, önce onlar bunun hesabını versin. Ruanda’da, Libya’da on binler, yüz binleri öldürdüler, önce onlar bunun hesabını versinler. Irak’ta on binleri, yüz binleri öldürenler önce bunun hesabını versinler. Bunların hesabını vermeyenler kalkıp da Türkiye’ye hesap sormaya yeltenmesinler.” demişti.

Türk ordusu ve ÖSO, Washington’ın Suriye’deki başlıca vekil gücü PYD/YPG’ye karşı Afrin istilasını, Moskova’nın onayıyla, 20 Ocak’ta başlatmıştı. Ankara’nın amacı, Türkiye’nin Suriye ile güney sınırı boyunca bir “terör koridoru” olarak adlandırdığı Kürt egemenliğini kırmaktı.

Türk ordusu, Suriye’deki ilk büyük askeri harekatı “Fırat Kalkanı”nı, Ağustos 2016 sonunda, “sınırın terör örgütlerinden temizlenmesi ve hudut güvenliğinin artırılmasına katkı sağlanarak, aynı zamanda Suriye’nin toprak bütünlüğünün öncelenmesi ve desteklenmesi” bahanesiyle başlatmıştı.

Ankara’nın NATO ortaklarının Türkiye’nin Suriye’deki askeri istilasına yönelik tepkisi, şimdiye kadar, “kaygı” açıklamalarıyla sınırlı kaldı ve hiçbir yaptırımla karşılaşmadı. Ancak bu, NATO güçlerinin, öncelikle de ABD ile Britanya’nın kendilerini sonsuza dek sınırlayacakları anlamına gelmiyor. Eğer Türk askerleri 2.000’den fazla ABD askerinin bulunduğu Menbiç’e ve ardından Fırat Nehri’nin doğusuna ilerlerse, iki NATO üyesi arasında bir silahlı çatışma neredeyse kaçınılmaz olacak.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AKP hükümeti, başta sözde müttefiklerinin stratejilerini Türkiye’nin “toprak bütünlüğü”ne ve “ulusal varlığı”na yönelik başlıca tehdit olarak gördüğü Suriye iç savaşı olmak üzere, çeşitli stratejik meselelerde NATO ortaklarından giderek daha fazla uzaklaşıyor.

Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi satın alması, ABD Başkanı Donald Trump’ın kısa süre önce imzaladığı ticaret savaşı önlemleri ve Ankara ile NATO müttefikleri arasındaki gerilimleri daha da tırmandıran Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz çıkarımı üzerine anlaşmazlıklar gibi başka kritik meseleler de söz konusu.

ABD ile Türkiye arasında kötüleşen ilişkilerin bir diğer işareti olarak, Wall Street Journal (WSJ), 11 Mart’ta, “ABD ordusu Türkiye’nin İncirlik hava üssünden savaş operasyonlarını keskin şekilde azaltmış durumda ve oradan kalıcı olarak çekilmeyi düşünüyor.” diye bildirdi. WSJ’ye göre, Pentagon, şimdiden, yalnızca yakıt ikmal uçaklarını bırakacak şekilde A-10 yakın hava desteği uçaklarını üsten taşımış ve üsteki ABD askerlerinin sayısını azaltmış durumda.

Ankara, NATO’daki ortaklarından uzaklaşırken, ABD emperyalizminin başlıca iki hedefi olan Rusya ve İran ile hem ticari hem askeri bağları kapsayan sıkı ilişkiler kuruyor. 12 Mart’ta, Rus haber ajansı TASS, Moskova’nın S-400 hava savunma sistemlerinin Türkiye’ye teslimini hızlandıracağını bildirdi. Türkiye ile Rusya arasındaki ekonomik ve ticari bağlar da hızla sıkılaşmaya devam ediyor. Ankara ile Tahran da, hükümet yetkililerinin ve iş dünyası temsilcilerinin neredeyse günlük karşılıklı ziyaretleriyle, askeri ilişkilerin yanı sıra ticareti ve turizmi kapsayan çeşitli alanlarda sıkı bağlar geliştiriyor. Bununla birlikte, iki ülke arasındaki başlıca işbirliği konusu, Türkiye için Kürt ayrılıkçılığına odaklanan “terörle mücadele” olmayı sürdürüyor.

ABD ile Britanya’nın öncülük ettiği başlıca NATO güçlerinin Rusya’ya ve İran’a karşı yeni bir saldırı dalgasını başlattığı koşullarda, Ankara’nın NATO içindeki konumu, 65 yıllık askeri ittifakın çökmesi olasılığını gündeme getirecek şekilde, giderek daha belirsiz hale geliyor.

Ortadoğu’ya odaklanan ve tırmanan jeostratejik gerilimler, Türkiye içinde de ifadelerini buluyor. Türk egemen sınıfının Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından temsil edilen en güçlü kesimi, uzun süredir, çıkarlarının ve hatta varlığının, ABD’nin Ortadoğu’ya egemen olma ve Rusya’ya karşı küresel savaş yöneliminin parçası olarak bölgenin siyasi yapısını yeniden biçimlendirme hedefi eliyle ciddi biçimde tehdit edildiğinin farkında.

Türk egemen sınıfının rakip hizipleri arasında var olan ve olağanüstü hal ve Suriye’deki askeri müdahale üzerine resmi siyaset kurumu ve medya tarafından kışkırtılan milliyetçi histeri eliyle bastırılan tüm anlaşmazlıklar, Ankara görünüşteki NATO müttefikleri ile açık bir çatışmanın eşiğine gelirken, kaçınılmaz olarak yüzeye çıkıyor.

Ancak bu, egemen sınıf içinde barış, demokrasi ve toplumsal eşitlik için mücadeleye hazır bir kesimin ortaya çıkmasına yol açmayacak. Tersine, durmadan derinleşen ekonomik ve siyasi kriz koşullarında, egemen sınıfın rakip hizipleri arasındaki mücadele, kesinlikle taktiksel bir karakter edinecek. Çünkü Erdoğan’ın muhalifleri Batı yanlısı bir yönetim değişikliğini savunurken, onun etrafında toplanan diğerleri, tercihen, ABD ve Avrupa emperyalistleri ile anlaşmazlıkları mümkünse uzlaşma yoluyla giderme üzerinden, emperyalist sistem içinde bir başka çözüm bulmaya çalışıyorlar.

Emperyalist savaş yönelimine ve onun Türkiye’de hüküm süren otoriter yönetim biçimlerini kapsayan yıkıcı ekonomik, toplumsal ve siyasal sonuçlarına karşı tutarlı bir mücadele yürütmesi gereken, Erdoğan’ın şu ya da bu burjuva veya küçük burjuva muhalifi değil, işçi sınıfıdır.

Türkiye işçi sınıfı, bu felakete gidişi, yalnızca, Ortadoğulu, Amerikalı ve Avrupalı işçilerle sıkı işbirliği içinde, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin geliştirdiği enternasyonalist, devrimci sosyalist perspektif ve program temelinde kendi siyasi önderliğini, Sosyalist Eşitlik Partisi’ni inşa ederek durdurabilir.

21 Mart 2018

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir