5 Kasım’da İstanbul’un Fatih ilçesinde yaşları 48 ile 60 arasında olan Cüneyt Yetişkin, Oya Yetişkin, Kamuran Yetişkin ve Yaşar Yetişkin adlı dört kardeşin toplu intiharı ve bir hafta içinde bunu izleyen diğer sarsıcı intihar olayları, Türkiye’de toplumsal eşitsizlik ve kitlesel yoksulluk ile birlikte toplumsal düzendeki çürümenin ulaştığı seviyenin ölümcül hale geldiğini gözler önüne serdi.
Basına yansıyan bilgilere göre 5 Kasım günü siyanür içerek intihar edilmiş ve kapıya “dikkat siyanür var, polisi arayın, içeri girmeyin” uyarısı asılmıştı. Ortaya çıkan bilgiler, bu toplu intiharın nedeninin bitmek bilmeyen yoksulluk olduğunu gözler önüne seriyordu. Ailede sadece öğretmenlik yapan Oya Yetişkin’in düzenli bir işi vardı; bütün ailenin maddi güçlüklerinin yükünü taşımaya çalışıyordu ve çok fazla borcu vardı. Oya Yetişkin’in maaşına haciz gelmiş olmasının yanı Çağlayan Adliyesi’nde 21 tane icra dosyası olduğu ortaya çıktı. Diğer üç kardeşten sadece Yaşar Yetişkin kısa süreli işlerde çalışmış ve asgari ücretle kuryelik yapmış. Fakat son günlerinde onun da işsiz olduğu ortaya çıktı. Cüneyt Yetişkin ve Kamuran Yetişkin ise sürekli işsiz kalmışlar. Bir diğer konu da, ailenin mahalledeki bakkala 2.260 lira borçlu olması ve yaklaşık 600 liralık fatura borcu nedeniyle evin elektriğinin olaydan sonra kesilmesi.
Birkaç gün sonra benzer bir haber de Antalya’dan geldi. Antalya’da bir apartmanda yaşayan Selim Şimşek önce eşi ve iki çocuğunu; ardından da kendisini siyanürle zehirleyerek öldürdü. Selim Şimşek yazılım işiyle uğraşıyordu. Düzenli bir geliri yoktu, son dokuz aydır işsizdi. Maddi sıkıntı nedeniyle evinin kirasını ödeyemediği de belirtiliyor. Eşi Sultan Şimşek ise bir işte çalışmıyordu.
Bu haberlerin ardından sosyal medyada “intihar değil cinayet” ifadesi gündemin ilk sıralarına yükseldi. Bu olaylar Türkiye’deki devasa yoksulluğun ve katlanılmaz yaşam koşullarının doğrudan sonuçlarıdır. Milyonlarca insan son derece düşük bir maaşla ve kötü şartlar altında çalışırken milyonlarcası da iş arıyor ve pek çoğu iş bulma umudunu kaybediyor.
Bir işe sahip olanların da ezici bir çoğunluğu yoğun bir sömürü ve baskı altında çalışmaya uğraşıyor. 11 Kasım günü Gaziantep’te 25 yaşındaki Saadet öğretmenin bu baskıya dayanamayıp intihar etmesi de, önceki iki olay için olduğu gibi, kapitalizme dayanan bu kokuşmuş toplumsal düzeni savunup koruyanlara yönelik bir suçlama oluşturmaktadır. Bir ortaokulda sözleşmeli öğretmen olduğu ve göreve iki ay önce başladığı söylenen genç kadın, intiharından önce sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, “ben yapamadım mobbinge uğramaktan” ve “her gün ‘pamuk ipliğine bağlısınız’ sözünden bıktım usandım,” diye yazmıştı.
Art arda gelen bu üzücü haberler, giderek kötüleşen toplumsal ve ekonomik koşullarla beraber intihar vakalarında bir tırmanma meydana geldiğini çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Resmi işsizlik oranının yaklaşık yüzde 14 olduğu Türkiye’de, resmi işsiz sayısı son bir yılda 1 milyondan fazla artarak 4,5 milyonu geride bırakırken, gerçek işsiz sayısı 7 milyonu aşmış durumda. İşsizlik oranına artan hayat pahalılığı ve toplumsal eşitsizlik eşlik ediyor.
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’ndan sosyal yardım alan hanehalkı sayısı 2018’de 3,4 milyona çıkar ve yaklaşık 17 milyon kişi sosyal yardıma bağımlı durumdayken, Genel Sağlık Sigortası (GSS) primleri yeterli gelirleri olmadığı için devlet tarafından karşılananların sayısının 6,6 milyondan 6,9 milyona yükseldiği belirtiliyor.
Türkiye, gelir dağılımını eşitsizliğinde OECD ülkeleri arasında Meksika ve Şili’den sonra üçüncü sırada bulunuyor. Dünya Eşitsizlik Veri Tabanı’nın 2016 rakamlarına göre, Türkiye’deki en zengin yüzde 1 ulusal gelirin yüzde 23,4’ünü, en zengin yüzde 10 ise yüzde 53,9’unu almaktadır. 2016’dan beri işçi sınıfının gelir kaybı daha da büyüdü. Egemenler döviz, faiz ve borsa spekülasyonlarıyla kârlarına kâr katarken, temel ihtiyaç maddelerine ve vergilere defalarca zam gelen işçilerin geliri reel olarak düşmeye devam ediyor.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) rakamlarına göre, 2002 ile 2018 yılları arasında Türkiye’de 50 bin 378 kişi intihar ederek hayatına son verdi. Türkiye Psikiyatri Derneği’ne göre, Türkiye’deki intihar sayısı geçtiğimiz yıl 3.225 ile doruk noktasına çıktı.
Yoksullaşan ve bir çıkış bulamayan insanların intiharları sadece Türkiye’ye özgü bir sorun değil; kapitalizmin olduğu her yerde giderek artan sarsıcı bir gerçeklik. Bunun en çarpıcı örneklerinden birini, dünya kapitalizminin merkezi Amerika Birleşik Devletleri’nde görüyoruz. ABD’de Ekim ayında yayımlanan bir rapora göre, 10-24 yaş Amerikalılar arasındaki intihar oranı 2007 ile 2017 yılları arasında yüzde 56 artmış. Aynı on yılda, intihardan ölümler 100 binde 6,8 kişiden 10,6 kişiye yükselmiş.
Bütün veriler, intiharların ve insanların içine sürüklendiği umutsuzluğun, içinde yaşadığımız ve insanların en temel gereksinimleriyle uyumsuz kapitalist toplumun doğrudan ürünleri olduğunu inkar edilemez bir şekilde ortaya koymaktadır.
Bir avuç asalağın dünya nüfusunun yarısından fazla gelire sahip olduğu; insanların onurlarının ve en temel demokratik-sosyal haklarının hiçe sayıldığı bir düzende çıkış yolu bulamayan işçiler ve gençler alkolizme, uyuşturucuya, depresyon ilaçlarına ve sonunda intihara sürükleniyor. Ancak kapitalizmin yarattığı sorunlar çözülmez değil ve tüm dünyada harekete geçen milyonlarca işçi ve genç ileriye giden yolu gösteriyor.
Büyüyen toplumsal eşitsizliğe, kitlesel yoksulluğa ve siyasi baskıya karşı Fransa, Cezayir, Mısır, Sudan, Irak, Lübnan, Şili ve daha pek çok ülkede işçi sınıfının harekete geçmiş durumda ve bu protestolar, gelmekte olanın sadece habercisi.
Bütün düzen partilerinin ve sendikaların cansiperane savunarak suç ortaklığı yaptığı kapitalist sistem, insanlığın ezici çoğunluğuna felakette başka bir gelecek sunmamaktadır. En temel sosyal hakları (herkes için düzgün bir iş, barınma, nitelikli sağlık, eğitim ve kültürel faaliyetlere ulaşma vd.) hiçe sayan bu sistem iyileştirilemez. Ekonomiyi dünya çapında özel kâr için değil toplumun ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla işçi sınıfının demokratik denetimi altında yeniden düzenlemek; yani sosyalizm uğruna mücadele, işçi sınıfı ve gençlik için tek çıkış yolunu oluşturmaktadır.