Türkiye-Yunanistan sınırındaki donmuş sığınmacılar, egemenlerin suçlarını açığa vuruyor

Türkiye-Yunanistan sınırında son 5 günde 713 sığınmacı yakalanırken, 4 sığınmacının donmuş cesedine ulaşıldı.

Edirne’nin Meriç ilçesinde, Hudut Kartalları ve Jandarma Komutanlığı ekiplerince son 5 günde yapılan “sığınmacı avlama” denetimlerinde, bir kısmı Yunanistan polisince yakalanarak paraları ile cep telefonları alındıktan sonra Türkiye’ye geri gönderildiği ileri sürülen 713 sığınmacı yakalandı. Sabah saatlerinde Edirne’nin Meriç ilçesine bağlı Adasarhanlı köyünde bir sığınmacının daha ölü bedenine ulaşıldı. Bu, son beş günde bulunan dördüncü sığınmacı cesedi oldu.

Yaşanan bu olay, yalnızca bir insanlık trajedisi değil, bir suçtur. Bu suçun sorumluları, AB’nin kemer sıkma politikalarının uygulayıcısı ve sığınmacı karşıtı “Avrupa kalesi”nin ileri karakolluğunu yapan sahte sol Syriza, sığınmacıları AB ile olan ilişkilerinde bir piyon ve pazarlık malzemesi olarak kullanan AKP hükümeti ve aşırı sağın yükseltildiği, göçmen karşıtı politikalarının başını Almanya’nın çektiği AB’dir.

Ölü halde bulunan sığınmacının üzerinde ıslak kıyafetler olduğu ve en az 2 gün önce yaşamını yitirdiği belirlendi. Savcılık ve jandarma ekiplerinin incelemesinin ardından, sığınmacının cesedi Meriç Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. Adasarhanlı Köyü Muhtarı İbrahim Dalkıran, “Yunanistan’a sınır olan köyümüzde çok sayıda kaçak, karşıdan zorla bizim tarafa gönderiliyor. Genelde Afganistanlı kaçaklar geliyor. Bizim köyümüzde önceki gün 2 kaçağın cesedi bulunmuştu. Bugün de bir kaçağın cesedi bulundu. Üzerinde kıyafetleri vardı ama ıslaktı. Köyümüze ıslak gelenler kaçaklar oluyor, dövülmüş olarak gelenler oluyor, evlerimizden kıyafet getirip giyindiriyoruz. Onların bu haline de çok üzülüyoruz,” dedi.

Edirne Jandarma Komutanlığı ekiplerince yakalanan kaçaklardan Afganistan uyruklu Jamaluddin Malangi, donarak ölen üç sığınmacıyı, Yunanistan’a geçtiklerinde tutuldukları kampta gördüğünü söyledi. Yunan polisinin kendisini de diğerleri gibi şiddet kullanarak Türkiye’ye gönderdiğini anlatan Malangi, “Biz karşı tarafa geçtikten sonra üç gün ormanda kaldık. Yunan tarafındaki bir köyde polisler geldi. Bizi yakaladılar ve götürdüler. Bir gece kaldıktan sonra kamyonla nehir kenarına getirdiler. Sistematik bir şekilde iki bot vardı, biri gidiş, diğeri geliş durumundaydı. Bizi bu şekilde Türkiye’ye geri gönderdiler. Donarak ölenlerden Afganistanlı olanı, Yunanistan’da tutulduğumuz karakolda görmüştüm. Diğerlerini tanımıyorum,” diye konuştu.

Ortadoğu’daki ve Kuzey Afrika’da emperyalist savaşların sonuçları Avrupa’ya ulaşmış durumda. Avrupalı egemen seçkinler, buna, bir yandan keskin bir şekilde sağa kayarak ve demokratik ve sosyal haklara yönelik saldırılarını yoğunlaştırarak karşılık verirken, diğer yandan emperyalist müdahalelerinin sonuçlarından kaçan insanları karada ve denizde ölüme ya da toplama kamplarındaki insanlık dışı koşullara mahkum ediyorlar. BM’nın rakamlarına göre, 1 Ocak 2014’ten Haziran 2018’e kadar Akdeniz’de boğulan sığınmacıların sayısı yaklaşık 16.500’dü; 2000 yılından bu yana ise, rakam, 35.000 dolayındadır.

Sığınmacıların Avrupa’ya gitmesini engellemek ve onları güvencesiz bir ortama ya da savaş bölgelerine geri göndermek istemenin arkasında, kapitalizmin gerçek yüzünü ortaya çıkaran, nesnel ifadeler vardır. Kapitalistler, savaş hazırlıkları için yapılan bütçelerin arttığı ve zorunlu askerliğin geri getirilmeye başlandığı, hem Rusya’ya ve Çin’e hem de ABD’ye karşı bir Avrupa ordusunu kurma kaygısının baş gösterdiği, bankaları kurtarmak için yüz milyarca avronun harcandığı ve toplumsal eşitsizliğin görülmemiş seviyelere yükseldiği koşullarda, sahip oldukları ve bütün insanlığın temel ihtiyaçlarını defalarca karşılayabilecek kaynakları, sığınmacılar için kullanmak şöyle dursun, korumak ve arttırmak için faşizme ve dünya savaşı felaketine geri dönüş dahil her şeyi göze almış durumdalar.

Stalinistlerin 1991’de Sovyetler Birliği’ni dağıtmasından bu yana çeyrek yüzyılı aşkın süredir başını ABD emperyalizminin çektiği emperyalist savaşlar Ortadoğu’daki ve Kuzey Afrika’daki tüm toplumları mahvetmiş, milyonlarca insanı yerinden yurdundan etmiş ve onları güvenli bir gelecek umuduyla Türkiye’ye ve Avrupa’ya kaçmaya zorlamıştır. Erdoğan ve Çipras hükümetlerinin ortak hareketiyle, Ege ve Akdeniz kıyılarında ve sularında, sığınmacıların Avrupa’ya geçişi engelleniyor; sığınmacılar sefalete ve ölüme mahkum ediliyorlar. Bunda, aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif’in (AfD) sığınmacı düşmanı politikasını benimseyen Merkel hükümetinin politikası büyük bir rol oynuyor.

AKP iktidarı, özellikle Suriye’deki savaşın ve milyonlarca insanın sığınmacı haline gelmesinin başlıca bölgesel aktörlerinden biri olmasına rağmen, sığınmacı krizini ikiyüzlü bir şekilde kendi çıkarına kullanıyor. Türkiye’deki Suriyeliler konusunda, özellikle CHP’nin ve İYİ Parti’nin zehirli bir yabancı düşmanlığı ve şovenizm üzerinden sağdan yaptığı muhalefet, hükümetin sözde yardımsever ve sığınmacıları kucaklayan sahte bir poz takınabilmesine olanak sağlıyor. Ancak Suriyelilere uluslararası anlaşmalara göre “sığınmacı” statüsü bile tanımayan ve onları, AB ile yapılan kirli anlaşma çerçevesinde sınırlarda avlayıp zorla Türkiye’de tutan AKP hükümeti de, sığınmacıların ezici bir çoğunluğunu sosyal güvencesiz, asgari ücretin altında bir sömürüye ve sefalet koşullarına mahkum etmiş ve milyonlarca çaresiz insanı AB’ye karşı bir pazarlık kozu haline getirmiştir.

Türkiye’deki sığınmacıların ezici bir çoğunluğu işçi sınıfın parçasıdır ve onlara yönelik yabancı düşmanı saldırıya ve ajitasyona karşı kararlı ve ısrarlı bir mücadele yürütülmelidir. Türkiye’deki Sığınmacılar ve Sosyalist Perspektif başlıklı yazımızda ifade edildiği gibi:

“İşçi sınıfının bilinçli kesimleri bu gerici, milliyetçi söyleme teslim olmamalı; sınıf dayanışmasını ön plana çıkartarak hedefe sermayeye karşı birlikte mücadeleyi yerleştirmelidir. Unutulmamalıdır ki, Ortadoğu’daki milyonlarca insanın evini terk etmesine yol açan savaşların, iç savaşların ve yoksulluğun temel nedeni, başta AKP olmak üzere tüm düzen partilerinin savunduğu emperyalist sistemdir.”

ABD’den Avrupa’ya ve Türkiye’ye kadar, sağcısıyla sözde solcusuyla tüm kapitalist düzen partileri, sığınmacılara karşı nefreti kışkırtıyor; geçmişte olduğu gibi işçi sınıfına karşı kullanılacak olan aşırı sağ ve faşist örgütler için zemin hazırlıyorlar. Türkiye sahte solunun da bir zamanlar göklere çıkardığı sahte sol Syriza, AKP hükümeti ile kol kola, bu insanlık suçunda önemli bir yer işgal ediyor. Çipras hükümeti, sığınmacıların insan haklarını çiğnemek, onların uluslararası yasal güvencelerini ihlal etmek ve bu politikanın kurbanlarını toplama kamplarına, işkenceye ve ölüme mahkum etmek anlamına gelmesine rağmen, Avrupa Birliği adına sığınmacıları sınırdışı ediyor.

Kapitalizm yanlısı düzen partilerinin ve sendikaların tersine, sosyalistler, koşulsuz bir şekilde, tüm işçilerin diledikleri ülkede tüm yasal haklara sahip olarak çalışma ve yaşama hakkına; dünyanın dört bir yanına özgürce sehayat etme hakkına sahip olmasını savunurlar. Bu koşullar altında, tüm sığınmacıların ve işçi sınıfının demokratik ve sosyal haklarının savunusu ile savaşa ve kapitalizme karşı mücadele, ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlıdır. Bunlar, sınırları ortadan kaldırmak ve dünyanın rakip ulus devletlere bölünmüşlüğüne son vermek üzere, uluslararası işçi sınıfının siyasi olarak bağımsız, devrimci sosyalist hareketinin geliştirilmesini gerektirmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir