Metin Çulhaoğlu’na Yanıt
Çulhaoğlu’nun, kendi Stalinist tarihinin yüklerini atmadan (Stalinizmin tarihsel suçlarını açıkça mahkum etmeden) Troçkizmi karalamaya kalkışması “yavuz hırsız ev sahibini bastırır,” atasözünü anımsatıyor. O, zorunlu olarak seçmeci, çarpık, muğlak ve kopuk cümlelerle Troçkizm hakkında kuşku yaymaya çalışırken, örneğin, Stalin ile Buharin’in 1924’te ilan ettiği ve Bolşevik dünya sosyalist devrimi programının inkarı olan ulusalcı “tek ülkede sosyalizm” teorisinin yol açtığı yıkımlardan hiç söz etmiyor.
Gelin, onun hiçbir zaman değinmediği ve unutturmaya çalıştığı bu suçlardan en önemlilerini anımsatalım (Stalin önderliğindeki bürokrasinin Sovyetler Birliği’ndeki suçlarına yazımızın ilk bölümünde değinmiştik).
1925-27 Çin devriminin yenilgisi: Stalinistler, 1924 yılında, yalnızca Troçki’nin karşı oy kullandığı bir kararla, Çin’deki burjuva partisi Kuomintang’ı Komünist Enternasyonal’in Yürütme Komitesi’ne onursal üye yapmış ve Çin Komünist Partisi’nin ona katılması talimatı vermişti. Çinli komünistlerin Stalinist “Dört Sınıfın Bloğu” teorisi temelinde burjuva Kuomintang’a tabi kılınması, 1925-27 Çin devriminin önce Çan Kay-şek, ardından da “solcu” Wang Çing-wey tarafından kanlı bir biçimde ezilmesiyle sonuçlandı. Stalin, Komünist Parti’nin büyük güç kaybına uğradığı ve demoralize olduğu koşullarda, Ağustos 1927’de, bu kez derhal silahlı ayaklanmaya geçilmesini talep etti. Bu yeni yönelimi yaşama geçirmeye yönelik bir girişim olan Kanton ayaklanması, yalnızca üç gün içinde kanla boğuldu.
Zorla kolektifleştirme ve “üçüncü dönem” politikaları: 1929 yılına gelindiğinde, önceki yıllarda uyguladığı sınıf işbirlikçisi ulusalcı politikalar sonucunda uluslararası düzeyde ağır yenilgilere yol açan Stalinist bürokrasi, Sovyetler Birliği’nde Troçki önderliğindeki Sol Muhalefet’i ezerken yaslandığı kırlardaki zengin köylülerin ve kentlerdeki NEP burjuvalarının artan gücü ile tehdit edilmeye başlanmıştı. İktidarını tehlikede gören Stalin ve Stalinistler, buna, keskin bir “sola” dönüşle yanıt verdiler ve bütünüyle kaba bürokratik yöntemlerle, kapsamlı ve plansız bir kamulaştırmaya giriştiler.
Sovyetler Birliği’nde kitlesel sürgünlerle, tutuklamalarla ve kurşuna dizmelerle tamamlanan bir iç savaş ortamına ve milyonlarca insanın öldüğü bir kıtlığa yol açan bu “sola” dönüşün dış politikadaki karşılığı, ünlü “üçüncü dönem” politikaları oldu. Önceki dönemin sendikalara, Sosyal Demokrat partilere ve burjuva milliyetçilerine uyarlanma politikasının yerini, “kızıl” sendikaların kurulmasını ve bileşik cephe taktiğinin reddedilmesini içeren, aşırı sol bir program aldı. Sosyal Demokrat partiler “sosyal faşist” (“faşizmin ikiz kardeşi”) ilan edildi. Bu ihanet politikası, Hitler’in Ocak 1933’te iktidara gelmesinin yolunu açtı.
İşçi sınıfının ana gövdesinin hala bağlı olduğu Sosyal Demokratlar, burjuva Weimar Cumhuriyeti’ne güveniyor ve işçi sınıfını kapitalist devlete yedekliyorlardı. Bununla birlikte sosyal demokrat işçileri komünizm davasına kazanmak için tüm koşullar vardı. Ancak bu yöndeki her türlü girişim, faşizme karşı mücadelede sosyal demokrasi ile her türlü ittifakı reddeden “sosyal faşizm” politikası eliyle boşa çıkarılıyordu.
Komünist Parti “Hitler’den sonra sıra bizde” sloganını yükseltirken, Troçki, Aralık 1931’de şu uyarıyı yapmıştı:
“Komünist işçiler; sizler yüz binler, milyonlarsınız; gidecek bir yeriniz yok; sizlere yetecek kadar pasaport yok. Faşizm, iktidara gelmesi durumunda kafalarınızın ve kemiklerinizin üstünden korkunç bir tank gibi geçecektir. Kurtuluşunuz amansızca verilecek bir mücadelede yatmaktadır. Yalnızca Sosyal Demokrat işçiler ile gireceğiniz bir mücadele birliği zaferi getirebilir. Komünist işçiler, acele edin, çok az zamanınız kaldı!”
Bu uyarı, Hitler iktidara geldikten ve işçi sınıfının önderliğini tutuklamaya ya da idam etmeye ve bağımsız örgütlerini yok etmeye başladıktan sonra, trajik bir biçimde doğrulandı.
Faşizmin Almanya’da elde ettiği zafer Komünist Partilerin yozlaşmasında bir dönüm noktasıydı. Almanya Komünist Partisi’nin, Kremlin’den gelen talimatlara uyarak Nazilere karşı hiçbir direniş sergilemeden teslim olması, Komünist Enternasyonal ve partileri tarafından onaylandı. Bunun üzerine, Troçki ve yoldaşları, Komünist Enternasyonal’in ve Komünist Partilerin artık iyileştirilemeyeceği kararına vardı ve yeni bir Enternasyonal’in kurulması çağrısını yaptı.
Troçki, Temmuz 1933’te, şunları yazıyordu:
“Moskova’daki önderlik yalnızca Hitler’in zaferini güvence altına almış olan politikayı hatasız olarak ilan etmekle kalmadı ama aynı zamanda yaşanmış olanlar konusunda her türlü tartışmayı da yasakladı. Bu utanç verici yasak ne çiğnendi ne de ortadan kaldırıldı. Ortada ulusal kongreler yok; uluslararası kongre yok; parti toplantılarında tartışma yok; basında tartışma yok! Faşizmin gürüldemesinin ayağa kaldıramadığı ve bürokrasinin böylesi rezilce eylemlerine uysal bir şekilde boyun eğen bir örgüt, böylece, ölmüş olduğunu ve onu artık hiçbir şeyin diriltemeyeceğini göstermektedir.”
“Halk Cephesi” ihaneti: Troçki’nin Hitler’e karşı işçi sınıfı partilerinden oluşan bir “birleşik cephe” çağrısına karşı çıkmış olan Stalinistler, Nazilerin zaferinin ardından tam ters yöne savruldular ve Komünist Enternasyonal’in 1935 yılındaki Yedinci Kongre’sinde, “Halk Cephesi” biçimindeki sınıf işbirlikçisi yeni bir programı kabul ettiler.
Bu program, “faşizme karşı mücadele” ve “demokrasinin savunusu” adına, “demokratik” burjuva partileri ile siyasi ittifaklar yapılmasını öngörüyordu. Bu ittifakların pratik sonucu, işçi sınıfının burjuvaziye, özel mülkiyete ve kapitalist devlete siyasi olarak tabi kılınmasıydı. Stalin, yerel Komünist Partileri işçi sınıfının devrimci mücadelesini bastırmanın araçları olarak kullanmayı teklif ederek, “demokratik” emperyalistlerin gözüne girmeyi ve SSCB’nin diplomatik konumunu güçlendirmeyi umuyordu. Bu yeni yönelim, Kremlin bürokrasisi adına kimi sınırlı ve kısa vadeli diplomatik kazanımlar sağlarken, uluslararası işçi sınıfının birbiri ardına yenilgilere uğramasına ve sonuçta Sovyetler Birliği’nin ciddi bir biçimde güçsüzleşmesine hizmet etti.
İspanya devriminin yenilgisi: Kremlin’in politikası, iktidarın işçi sınıfı tarafından devrimci yoldan ele geçirilmesine bilinçli bir biçimde karşı çıkıyordu. Stalin, işçi sınıfının, özellikle Batı Avrupa’da elde edeceği bir zaferin, Sovyet işçi sınıfının devrimci hareketini yeniden canlandırmasından korkuyordu.
Stalinistler, 1936’da başlayan İspanyol Devrimi’nde, işçi sınıfının ve yoksul köylülüğün ezici bölümü sosyalist talepler uğruna savaşırken, Azanya önderliğindeki burjuva hükümeti desteklediler. Yeni üyeleri ağırlıklı olarak sosyalist devrimden ölümüne korkan kentli orta sınıfın hali vakti yerinde kesimlerinden oluşan İspanyol Komünist Partisi, kapitalist mülkiyetin ve burjuva düzeninin başlıca dayanağı haline gelmişti. Stalin, İspanya’ya, Troçkistlere ve diğer sosyalist devrimci eğilimlere karşı bir terör dönemi başlatan çok sayıda GPU ajanı gönderdi. Bu ajanlar, Komünist Parti’nin desteğiyle, Barselona’daki işçi sınıfı ayaklanmasını bastırdılar ve POUM’un önderi Andres Nin’i kaçırıp, işkencede öldürdüler. İspanya Devrimi, Kremlin bürokrasisinin ve Komünist Partilerin “Halk Cephesi” ihaneti sonucunda, 1939’da, Franco’nun faşist birlikleri tarafından ezildi.
Fransa işçi sınıfına ihanet: Stalinistler, 1936-38 yıllarında, Fransa’da Haziran 1936’da patlayan bir genel grevin ateşlediği devrimci durumun boğulmasına yardımcı oldular. Fransız Komünist Partisi tarafından desteklenen burjuva Halk Cephesi hükümeti işçi sınıfının moralini bozdu ve Fransız burjuvazisinin 1940 yılının Haziran ayında Hitler’e teslim olmasına giden yolu açtı.
Naziler ile saldırmazlık antlaşması: Stalinist bürokrasi, 23 Ağustos 1939’da, Hitler Almanyası ile Nazilerin tüm Avrupa’yı istila etmesini kolaylaştıran bir saldırmazlık antlaşması imzaladı. Bu antlaşma, birbirine saldırmama sözünün yanı sıra, Polonya ile Baltık ülkelerinin Sovyetler Birliği ile Nazi Almanyası arasında paylaşımını da içeriyordu. Almanya Eylül 1939’da Polonya’nın batısını ve Litvanya’yı istila ederken, iki haftadan biraz fazla süre sonra, Sovyetler Birliği doğu Polonya’yı, Letonya’yı ve Estonya’yı ele geçirdi.
Stalinist Kremlin bürokrasisinin bu eşsiz hizmeti, Nazilere, ikinci bir cephede savaşma riski olmaksızın tüm güçlerini Batı’ya yığarak Danimarka’yı, Norveç’i, Hollanda’yı, Belçika’yı ve Fransa’yı işgal etme olanağı sağladı. Nazi Almanyası, bu süreçte Sovyetler Birliği’nden stratejik hammadde alımına devam etti (Almanya’ya son sevkiyat, 22 Haziran 1941 sabahı başlayan Nazi istilasından birkaç saat önce gönderilecekti).
Troçki’nin ve Troçkistlerin daha Naziler iktidara gelmeden önce yapmaya başladığı uyarıları ve Nazi istilasından önceki haftalarda bizzat Sovyet ajanları tarafından gönderilen istihbarat raporlarını “emperyalistlerin oyunu” olarak görmezden gelen Stalinistler, Sovyetler Birliği’ni, gerçekleşeceği en baştan kesin olan Nazi istilası karşısında bütünüyle hazırlıksız bırakmışlardı.
Bu ihanet politikası ve Kızıl Ordu subaylarının ezici bölümünün “Troçkist” olduğu gerekçesiyle önceki yıllarda katledilmiş olması, Nazi ordularının yüz binlerce Kızıl Ordu askerini silah bile sıkamadan öldürmesini ya da esir almasını ve Sovyet topraklarında hızla ilerlemesini sağladı.
Stalinist bürokrasinin bütün ihanet politikalarına rağmen, Sovyet işçi sınıfı, köylüleri ve gençliği, kısa süre içinde toparlanacak; Kremlin’deki Stalinistlerin sorumlu olduğu büyük kayıplara rağmen, Nazi ordularını ağır bir yenilgiye uğratacaktı.
Komünist Enternasyonal’in dağıtılması: Stalinist bürokrasi, 1923 yılından başlattığı dünya devrimi ve komünizm davasına ihanetini, 1943 yılında Komünist Enternasyonal’i dağıtarak sürdürdü. Stalin’in “trajikomik bir yanlış anlama” dediği dünya devrimi programının uzun süredir bütünüyle sembolik olan son ifadesinin ortadan kaldırılması, Kremlin’in “demokratik” emperyalist müttefiklerine bir jestiydi.
Bu jesti, savaş sonrası emperyalist düzenin yeniden kurulmasında açık işbirliği izledi. Stalinist bürokrasi, “barış içinde bir arada yaşama” adı altında, başta Avrupa’dakiler olmak üzere tüm devrimci işçi hareketlerini yenilgiye uğrattı, Komünist Partiler aracılığıyla savaşta çökmüş olan burjuva devletlerin ve düzenin yeniden inşasına katkıda bulundu.
Kremlin bürokrasisi, savaş sonrası emperyalist sistemin yeniden inşasında ve korunmasında başlıca organ olarak Birleşmiş Milletler’in kurulmasında yer aldı. Stalinistler, emperyalizmin işbirlikçisi karşıdevrimci politikalarını sürdürmek için, Sovyetler Birliği’ni ortadan kaldırdıkları 1991 yılına kadar, ABD’li, Fransız ve Britanyalı emperyalist ortakları ile birlikte bu örgütün Güvenlik Konseyi’nde sahip oldukları ayrıcalıklı konumdan yararlandılar.
Bütün bunları okurlarının dikkatinden uzak tutmaya çalışan Çulhaoğlu, “Gene de, balığın kokmaya başladığı bir yer olması gerekir,” diyor ve “aydınlar” ile ilgili olarak, bir zamanlar savunduğunu iddia ettiği Marksizm ile uzaktan yakından ilişkisi olmayan öznel idealist açıklamalarda bulunuyor.
Ona, Troçkizmi karalamak için olmayan “balıklar” aramaktan vazgeçip, yukarıda özetlediğimiz tarihe bakmasını öneriyoruz. Çulhaoğlu, bu tarihte, kendisinin de aralarında olduğu gerçek balıkları ve onların “kokmaya başladıkları yer”i bütün çıplaklığıyla görecektir.
Ancak bunu başarabilmesi için, önce, onlarca yılını adamış olduğu Stalinizmin ve şimdi dahil olduğu sahte solun ardında yatan uluslararası ve tarihsel dinamikleri kavraması gerekiyor ki bu, tarihsel maddeci diyalektik yönteme, yani Marksist dünya görüşüne sahip olmayı gerektirir. Oysa Stalinizmden sahte sola evrilmiş olan Çulhaoğlu’nun düşüncelerini ve eylemlerini, işçi sınıfının değil ama hali vakti yerinde orta sınıfın çıkarları biçimlendiriyor. Bu sınıfsal ve siyasal konuma uygun dünya görüşü, onun bütün yazılarında gözler önüne serildiği gibi, Marksizm değil, postmodernizmdir.
Son