16 Ekim günü, Türk Telekom yöneticileri ile Haber-iş sendikası arasında yapılmaya çalışılan toplu sözleşmede “uyum” sağlanamaması sonucu başlayan grev, Kuzey Irak’a müdahale gündemiyle yaratılan milliyetçi-şoven histerinin ve bu dalga karşısında yerlere kapanan sendika bürokrasisinin işçileri her an satabilme ihtimaliyle beraber devam ediyor.
26 bin 580 işçinin katıldığı grev daha ilk günden başlayarak provokasyonlara uğradı ve grevci işçiler “vatan haini” ilan edildiler. Fiber optik kabloları kesmekle suçlanan grevci işçiler, medyanın büyük çabalarıyla böyle bir süreçte grev yaptıkları için suç işliyorlarmış gibi gösterildiler ve kamuoyunda büyük ölçüde bu yönde bir izlenim yaratıldı.
Türk Telekom 1 Temmuz 2005’te özelleştirilmiş; şirketin %55’i yabancı sermayeye geçerken, %45’i devlette kalmıştı. Özelleştirmenin ardından kısa bir sürede 14 bin işçinin işine son verildi. Bugün toplam 37 bin işçinin çalıştığı Telekom’da yaklaşık 11 bin işçi kadrolu veya halen devlet memuru statüsünde ve toplu sözleşme kapsamının dışında. 28 bine yakın işçi ise sözleşmeli statüsünde.
Özelleştirmede Telekom’un %55’ini alan Oger, esnek çalışma, sendikalı personelin kapsamının daraltılması, ikramiyelerin yarıya indirilmesi, aynı işi yapan ve aynı kıdeme sahip olan işçiler arasında büyük ücret dengesizlikleri yaratılması ve sendikasızlaşmayı özendirmek için sendikasız işçilere daha yüksek ücret verme politikasını uygulamaya koydu ve sendikasız işçilere 500 YTL’ye varan fazla ücret verilmeye başlandı. Tüm bunlar Türk Telekom yönetimin bilinçli olarak uyguladığı politikalardı ve grev de bu politikaların son ayağı. Grev öncesi uzun bir süre Türk Telekom yönetimiyle uzlaşma çabası arayan Haber-iş sendikası, şirket yönetiminin anlaşmaya yanaşmaması sonucunda greve çıkmak zorunda kalmıştı.
Grevin ilk günü kendisiyle görüşülen Haber-iş Sendikası başkanı Ali Akcan bunu açık sözlülükle dile getirmişti: “5 arkadaşımla birlikte, kendi tabanımızdan tepki alacağımızı bildiğimiz konularda bile geri adım attık. Ama olmadı. Bizi greve adeta zorladılar… Ama Türk Telekom’da baştan anlaşmaya yaklaşmayan bir tutum gördük.” Bu açık sözlülük aynı zamanda Telekom işçilerini grevin sonunda neyin beklediğine dair ipucu veriyor. Yine sendika başkanı başka bir açıklamasında, “Bu teklifte kabul edilemez maddelerden birisi, yeni alınacak işçilerin asgari ücretle işe alınma önerisiydi ama asıl ‘organizasyon çalışmalarında önemli ölçüde işgücü fazlalığı tespit edilmiştir. Bu fazlalığın giderilmesinde sendikanın desteğini istiyoruz’ maddesine takıldık ve yetkililere ‘bunun anlamı şirketin işçi çıkarması mıdır?’ diye sorduk. ‘Evet’ cevabını alınca da kalktık, çıktık” diyor. Özetle, Türk Telekom patronları binlerce işçiyi işten çıkarmak için sendikayı greve zorlamış, sendika bürokrasisi de buna uymuştur.
Grevin ilerleyen günlerinde, Türk Telekom yetkilileri, “bütün sistemin sendikasız 11 bin işçi ile sorunsuz bir şekilde işletildiği” iddiasında bulundular. “Avrupa standartlarına bakarak 36–37 bin personelin çalıştırılmasının uygun olduğunu düşündüklerini” belirten yetkililer, ortaya çıkan bu durum nedeniyle kafalarının karıştığını söylediler. Bu sözler de, aynı Almanya’daki Telekom’da bir kaç yıl önce yaşandığı gibi, grev sonunda binlerce işçinin işine son verileceğini artık üstü kapalı olmayan bir şekilde ifade etmek anlamına geliyor. Türk Telekom yönetimiyle her ne kadar anlaşmazlık içinde gözüküyor olsa da, Haber-iş sendikası bürokratları, grevi satmaya baştan beri razılar. Son günlerde yükseltilen şoven dalga karşısında sendika başkanının yaptığı açıklamalar bunu tüm çıplaklığıyla gösteriyor. Akcan, önce, Türkiye’nin içinde bulunduğu hassas dönemde iletişim sektöründe yaşanan grevin üyelerini ve kendilerini üzdüğünü, bu koşullarda işverene çağrıda bulunarak grevin bir an önce sona erdirilmesi için adım atılmasını istediklerini söyledi. Bu uzlaşma adımının hemen ardından da Genelkurmayın yanında hazır ola geçti: “Ülkenin içinde bulunduğu koşullarda bu grev bize zor gelmektedir. Ancak bunu söylerken kimse bundan korktuğumuzu sanmasın. Türkiye normal bir günde olsun, sonuna kadar bedeli ne olursa olsun gitmeye hazırız. Bize zor gelen Türk milletinin içinde bulunduğu dönem ve yiğit Türk askerini toprağa verdiğimiz günler olmasındandır. Genelkurmay’a da çağrıda bulunuyorum, belki savaşamayız ama ordunun önünde seve seve mayın temizliği yapabiliriz.” İşte, kimi küçük burjuva radikal çevrelerin önünde diz çöktüğü sendika bürokrasisinin hali!
Ordunun önünde mayın temizleme isteğini (!) açıklayan bürokratların, istemeden başlattıkları grevden duydukları üzüntüyü her fırsatta dile getirmeleri ve grevin başarıya ulaşması için –elbette- hiç bir şey yapmamaları (Türk-iş’e bağlı sendikaların greve çıkması), bazı “sol” çevrelerin yarattığı “sınıf için sendika” ya da “sendikaların işçi sınıfının bağımsız, kararlı ve militan duruşunu sergilemeleri” türünden yanılsamaların ne denli tehlikeli olduğunu gösteriyor.
Türkiye’nin üçüncü büyük şirketi olan Türk Telekom’un, 2006 yılındaki karı 1,4 milyar dolar olarak açıklanmıştı. İşçi sayısını hızla azaltan şirket yönetimi karını arttırırken, sürmekte olan grev şirket yönetimine zarar vermek bir yana yarar sağlıyor. Telekom yöneticileri yaptıkları açıklamalarda, grevin yasal bir hak olduğunu, ancak grevci işçilerin bunun sonuçlarına katlanacaklarını açıkça söylüyor.
Haber İş bürokratlarının Türk Telekom yönetimi ile girmiş olduğu bu danışıklı dövüşün sonuçları, yaz aylarında gerçekleşen Hava-iş grevi kadar “hafif” olmayacak, binlerce işçinin işine ve sektörde ciddi hak kayıplarına mal olacaktır.
Sınıf hareketi üzerine ölü toprağının örtüldüğü bir dönemde yaklaşık 27 bin işçinin greve çıkması sınıf mücadelesi açısından ne kadar sevindirici olsa da, Türk Telekom yönetimi, sendika bürokratları ve devlet tarafından makasa alınan işçilerin grevin sonuçları karşısında hayal kırıklığına uğramaları kaçınılmaz. Bu durumun farkında olan bilinçli işçiler, bu grevin ciddi hak kayıplarıyla sona erecek olmasının işçi sınıfı üzerindeki olumsuz sonuçlarına karşı uyanık olmalı ve sendikanın işçi sınıfının çıkarlarını korumadaki sınırlarını bugünden açıkça ilan etmeliler.
Bugün grevdeki Telekom işçilerine, grevin sonuçlarıyla ve sendikayla ilgili yalanlar söylemek yalnızca, ufku “ücretli emeğin sömürüsünü hafifletme” ile sınırlı sınıf işbirlikçisi “solcu”ların işi olabilir. Bugün söylenmesi gereken, işçilerin hem Telekom yönetimi, hem sendika bürokrasisi hem de devlet tarafından kıskaca alınmış olduğu ve sermayeye karşı başarıyla mücadele edebilmek için, öncelikle sendika bürokrasisinin üstesinden gelmek gerektiğidir. Bugün artık ne ulusal sınırlar içine hapsolmuş bu tür grevlerin başarı şansı vardır ne de sendikaların bu grevlere başarıyla önderlik etmelerinin koşulları bulunmaktadır.
Bilinçli işçiler, sermayenin ve devletin hizmetindeki sendikal örgütlerin ve onları denetim altında tutan bürokrasilerin denetimi dışında ve onların sınırlarını aşan işyeri komiteleri türü örgütlenme modelleri geliştirmek durumundalar. Bu örgütsel modeller de sahte “ekonomik mücadele – siyasi mücadele” ayrımını kırmalı ve işçi sınıfının yaşam koşullarını yükseltme (ücret artışları, çalışma saatlerinin kısaltılması, sosyal haklar vb.) mücadelesinin siyasi karakterini sergilemelidir. Patronlar ve sendika bürokratları nasıl ki işçilere karşı mücadelelerini kendi partileri ve hükümetleri aracılığıyla siyasallaştırıyorlarsa, işçiler de sermayeye karşı mücadelelerini bir siyasi partinin çatısı altında ve onun önderliğinde birleştirmek zorundadırlar. İşçilerin sermayeye karşı mücadelesi, yalnız ve yalnız Marksist enternasyonalist bir partide örgütlenmeleri durumunda başarıya ulaşabilir.