Tekellerin karları devasa artarken işçi sınıfı yoksullaşmaya devam ediyor

Geçtiğimiz hafta açıklanan Fortune 500 listesi 2017 verileri, Türkiye’de tekellerin devasa karlar elde etmesine karşın toplumun geniş kesimlerinin giderek artan bir yoksulluğa mahkum edildiğini bir kez daha gözler önüne serdi.

Bankalar ve holdingler dışında kalan üretim, hizmet, inşaat ve ticaret sektörlerinin en büyüklerini gösteren Fortune 500 listesine göre, Türkiye’nin en büyük 500 şirketi, 2017 yılında net satışlarını yüzde 29,4, net karlarını ise yüzde 52,3 arttırdı. Aynı dönemde bu 500 şirketin istihdamının sadece yüzde 2,5 artması, işçi sınıfının sömürülmesindeki yoğunlaşmaya işaret etmektedir.

Verilerin gösterdiği bir diğer önemli konu ise, bu 500 şirket içinde istihdamın, imalat sektöründe yüzde 6 ve Türkiye ekonomisinin lokomotifi inşaat sektöründe yüzde 29,7 düşmesi idi. Bu sektörlerde istihdamın düşmesi ekonomideki krize işaret ederken, geçici ve düşük ücretli çalışmanın hakim olduğu hizmet ve ticaret sektöründe istihdamın arttığı gözükmektedir.

Tekeller devasa karlar elde ederken işçi sınıfı içinde yoksulluk artmaya devam ediyor. Ekonomideki “büyüme”ye karşın gerçek ücretler geriliyor. Geçtiğimiz hafta Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı verilere göre, yıllık enflasyon Haziran ayında yüzde 15,39’a çıktı ve Ocak 2004’ten bu yana en yüksek seviyesine ulaştı. Türkiye, ekonomik kriz içindeki Arjantin’den sonra “gelişen” ülkeler içinde en yüksek enflasyona sahip ülke konumunda.

İşçi sınıfı için gerçek enflasyon ise açıklanan rakamın çok daha üzerinde. Merkez Bankası, enflasyondaki yükselişe en belirgin katkının, “sebze ürünleri öncülüğünde işlenmemiş gıda grubundan” geldiğini açıkladı. Resmi rakamlara göre, Haziran ayında aylık en yüksek artış yüzde 5,98 ile gıda ve alkolsüz içecekler grubunda oldu. Gıdada yıllık artış oranı ise, Merkez Bankası rakamlarına göre yüzde 20 civarında. Gerçek ise bunun çok ötesinde.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) gıda fiyatları endeksi, Türkiye’nin gıda enflasyonu ile küresel gıda enflasyonu arasındaki makasın artmaya devam ettiğini gözler önüne serdi. Endekse göre, Mayıs ayı itibariyle dünya genelinde gıda fiyatları yıllık olarak yüzde 1,9 artış kaydetti. Buna karşılık aynı dönemde Türkiye’de gıda enflasyonu yüzde 11 olarak gerçekleşti.

2018 Tarım Raporu’nu açıklayan Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) de, dünya ile Türkiye’deki gıda fiyatları arasındaki makasın her geçen yıl biraz daha açıldığını ortaya koydu. Buna göre, 2013-2015 yılları arasında Türkiye’deki fiyatlar dünya fiyatlarının ortalama yüzde 20 üzerinde iken, 2015-2017 arasında dünya fiyatlarının ortalama yüzde 28 üzerine çıktı. Bu durum, Türkiye’deki tarım sektörünün özellikle AKP döneminde neredeyse ortadan kaldırılıp küresel tekellerin tam denetimi altına sokulduğunun açık bir ifadesidir.

“Ekonomik büyüme”ye rağmen ücret artışları enflasyon altında ezilmeye devam ediyor. Türk Metal tarafından “yüzyılın anlaşması” olarak ilan edilen metal sektöründeki yüzde 24,6’lık ücret artışı şimdiden gerçek enflasyonun altında kalmış durumda. Üstelik bu rakamlara seçim sonrası yapılan zamlar ve ek vergiler henüz yansımış değil.

Önümüzdeki günlerde, seçimden önce başlayan mali disiplin ve kemer sıkma yönündeki taleplerin uygulamaya konacağından kimsenin kuşkusu yok. Türkiye’nin başlıca holdinglerini temsil eden TÜSİAD seçimin hemen ardından, kemer sıkma önlemleri ve işçi sınıfının daha fazla sömürüsü anlamına gelen, “akılcı ekonomik program ve mali disiplin” çağrısında bulunduğu bir açıklama yapmıştı.

Yeni hükümetin kurulması ile özel sektör şirketlerinin borçlarının ertelenmesi ya da kısmi borç silinmesi, teşvikler, artan askeri harcamalar, bütçe açıklarının kapatılması ve tüm bunların acı reçetelerle işçi sınıfına yansıtılması hız kazanacak.

Bu süreç, işçi sınıfının devrimci bir müdahalede bulunmadığı koşullarda zaten çok yüksek düzeyde olan toplumsal eşitsizliğin görülmemiş boyutlara ulaşmasına yol açacak. 15 yılı aşkın süredir tek başına iktidarda olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önderliğindeki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti, bu süre içinde, Türkiye’de daha önce tanık olunmadık bir toplumsal eşitsizliği ve servet aktarımını yönetmişti. Türkiye’de, nüfusun en zengin yüzde 10’unun geliri, en yoksul yüzde 10’un en az 12,6 katıdır. Buna göre, Türkiye, 2015 rakamlarıyla OECD ülkeleri arasında Meksika, Şili, ABD ve İsrail’in ardından beşinci, Avrupa’da ise ilk sırada yer alıyor.

Ancak bu servet aktarımı, yalnızca işçilerden ve emekçilerden nüfusun tepedeki yüzde 10’unu oluşturan kapitalistler ve vurguncular grubuna doğru işlemiyor. Bizzat bu yüzde 10’luk kesim içinde de büyük bir kavga yaşanıyor. Research Institute On Turkey’in Credit Suisse’in Küresel Servet Raporu’na (Ekim 2014) dayandırdığı bir çalışmasına göre, nüfusun en zengin yüzde 1’inin toplam servetten aldığı pay, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında yüzde 39,4 iken, 2014’te yüzde 54,3’e çıkmıştı. Aynı dönemde, nüfusun geri kalan yüzde 99’un toplam servetten aldığı pay ise yüzde 60,6’dan yüzde 45,7’ye geriledi.

Türkiye, 15 yıllık AKP iktidarı altında, kitlesel işsizliğin, yoksulluğun, toplumsal eşitsizliğin zirve yaptığı bir ülke haline gelmiştir. Bu durum, seçimlerin erkene alınmasının ve diktatörlük inşasının aciliyetinin gerekçelerini ortaya çıkarmaktadır. Eşitsizliğin ulaştığı boyut, “demokratik” egemenlik biçimleri ile bağdaşmıyor ve uluslararası bir olgu olan polis devleti ve diktatörlük yöneliminin arkasında, bu maddi koşullar yatıyor. Egemen sınıflar ve oların emrideki burjuva hükümetler, işçi sınıfının başını çekeceği büyük toplumsal patlamaları bastırmak için hazırlık yapıyor.

İçeride işçi sınıfını hedefleyen baskı ve diktatörlük yönelimine, dış politikada özellikle son dönemde iyice artan bir biçimde savaş çığırtkanlığı eşlik ediyor. Burjuvazinin tüm partileri bu savaş yöneliminin arkasındadır. AKP’nin “ulusal çıkarlar” maskesi altında ilerlettiği bu savaş ve diktatörlük yöneliminin başta CHP, İYİ Parti ve MHP olmak üzere tüm burjuva siyaset kurumu tarafından destekleniyor olması, egemen sınıf içindeki stratejik bir ittifaka işaret etmektedir. Tüm Ortadoğu halkları ile birlikte Türkiyeli emekçileri ve gençleri de yıkıma sürükleyecek olan savaş yönelimine, toplumsal eşitsizliğe ve kemer sıkma politikalarına karşı koyabilecek tek toplumsal güç, enternasyonalist sosyalist bir program temelinde birleşen uluslararası işçi sınıfıdır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir