Bugün, Şanlıurfa’nın Suruç İlçesi’ndeki Amara Kültür Merkezi’ne düzenlenen bombalı saldırıda Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu’ndan en az 30 kişi öldü, 100 kişi yaralandı. Bombalı bir intihar eylemcisinin gerçekleştirdiği belirtilen saldırının ardında büyük bir ihtimalle IŞİD bulunuyor. Saldırı sırasında, Amara Kültür Merkezi’nde, Kobani’ye gitmek üzere toplanmış 300 kadar genç vardı.
Bu terörist saldırı, Türkiye içinde etnik ve mezhepsel temelde bir çatışma, dışarıda ise Suriye’ye yönelik bir askeri müdahale biçiminde, işçi sınıfı ve emekçiler için son derece tehlikeli iki dinamiği harekete geçirebilecek bir provokasyondur.
Öfkemiz büyük ama karşı karşıya olduğumuz durum, bu öfkenin bizi körleştirmesine ve yönümüzü şaşırtmasına izin vermeyecek kadar ciddidir. İşçi sınıfı ve gençlik, bu katliamı gerçekleştiren örgütün açığa çıkartılması ve en ağır şekilde cezalandırılması için harekete geçmelidir.
Bununla birlikte, dikkatlerin saldırının ardındaki örgüt ile sınırlandırılması, kaçınılmaz biçimde, AKP iktidarının Suriye’ye askeri müdahale hesaplarına yardımcı olacaktır. Kimi burjuva politikacıların ve medya yorumcularının saldırı sonrasında yaptıkları ilk açıklamalar, katliam boyutundaki bu terörist saldırının, hazırlıkları zaten tamamlanmış olan Suriye’ye askeri müdahaleye gerekçe oluşturabileceğini gösteriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı açıklamada, katliamdan fayda çıkarmaya çalışarak, “artık icraata geçmenin zamanı[nın] geldiği”ni belirtmesi bu olasılığı güçlendirmektedir.
Suruç’ta gerçekleşen katliam, doğrudan doğruya, ABD emperyalizminin Ortadoğu’da izlediği ve AKP iktidarının önemli bir rol oynadığı yıkıcı politikaların ürünüdür. Artık herkesin bildiği üzere, yıllardır Suriye’deki terör ortamını kışkırtan ve IŞİD’e destek veren AKP iktidarı, daha önceki saldırılarda da olduğu gibi, Türkiye’deki İslamcı terör saldırılarının önünü açan temel güçtür.
Irak ve Suriye halklarını mezhepsel ve etnik temelde bölerek birbirine kırdırma yoluyla bölgenin zengin kaynakları üzerinde egemen olma arayışı içindeki Batı emperyalizmi ve yerel egemenler, geçtiğimiz yıllar içinde çok sayıda vekil güç yarattılar. IŞİD, “terörist” ilan edilmeden önce, Suriye’deki Baas rejimine karşı savaşan bu vekil güçlerden biriydi ve Ortadoğu’da, zamanı geldiğinde ön plana çıkmak üzere bekleyen, etnik ya da dinsel temelli onlarca terörist vekil güç bulunuyor.
Batılı müttefikleri tarafından IŞİD’e destek vermekle suçlanan Türkiye’de, bu örgütün yüzlerce “uyuyan hücresi” olduğunu ve 5.000 dolayında TC vatandaşının ona katıldığını, bizzat hükümet yetkilileri açıkladı. Buna karşılık, bugüne kadar, IŞİD’e karşı birkaç göstermelik gözaltından başka bir şey yapmamış olan AKP iktidarı, aylardır, IŞİD ile PKK-YPG’yi aynı kefeye koyuyor; bütün saldırı oklarını ABD ile ittifak içinde IŞİD’e karşı savaşan PYD’ye yöneltiyordu. Özetle, AKP iktidarının “Kürt politikası”, onun Suriye’de bütünüyle etnik ve mezhepsel eksende vekiller aracılığıyla sürdürdüğü iç savaşın ayrılmaz bir parçasıdır.
Bununla birlikte, IŞİD’in, Suruç’taki vahşi terör saldırısı öncesinde, Türkçe yayın yapan sitesinden Türkiye’yi tehdit ettiğini de belirtmek gerek. Bu tehdit, AKP iktidarının ABD ile İncirlik Üssü’nün kullanımı konusunda anlaşma noktasına geldiği yönünde haberlerin basına yansımasının ve hükümetin zaten yerlerini bildiği Türkiye içindeki IŞİD hücrelerine yönelik baskınların ardından gelmişti. AKP iktidarının yarattığı bu durum, artık IŞİD’e olan desteğini kessin ya da kesmesin, Türkiye’nin, yıllardır vurguladığımız gibi, Ortadoğu’daki kan banyosunun içine çekildiğine işaret etmektedir.
ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki “böl-yönet” politikasının başlıca bileşenlerinden biri olan AKP iktidarı, Irak’ta ve Suriye’de felakete yol açmış olan etnik ve mezhepsel kimlik politikalarını, diğer burjuva partilerinin ve ona yedeklenen “sol”un da desteğiyle, Türkiye’ye egemen kılmış durumda.
Derin bir ekonomik krizin ve Ortadoğu’daki savaşların eşlik ettiği bu gerici politikalar, bir buçuk ay kadar önce Diyarbakır’da ve bugün Suruç’ta gerçekleşmiş olan terörist saldırıların her an etnik ve mezhepsel çatışmaları tetikleyebileceği patlayıcı bir ortam yaratmıştır.
Devasa bir yıkıma yol açabilecek olan böylesi bir etnik ya da mezhepsel boğazlaşmayı engelleyebilecek tek toplumsal güç, işçi sınıfıdır. Etnik, mezhepsel ve benzeri temellerde bölünmeden hiçbir çıkarı olmayan işçi sınıfı, bütün dikkatini, yıkıcı bir iç çatışma ve Suriye’ye askeri müdahale tehlikesini önlemek için neler yapabileceği üzerine odaklamalıdır.
İşçi sınıfı, bugün Suruç’ta yaşanan ve Ortadoğu’da yıllardır hüküm süren katliamlara son vermek, gelecekteki katliamları önlemek için birleşmeli, her şeyi yaratan ve savaşa son verebilecek biricik uluslararası sınıf olma gerçeği üzerine kurulu sosyalist devrimci bir perspektifle örgütlenmelidir. IŞİD’e ve benzeri terörist örgütlere verilecek en belirleyici yanıt, onları yaratan emperyalist-kapitalist sisteme ve burjuva egemenliğine son vermek üzere mücadeleyi yükseltmektir.