20 Temmuz Pazartesi günü Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde, Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu’nun basın açıklaması sırasında gerçekleştirilen canlı bomba saldırısıyla gelen katliama, daha önce Reyhanlı ve Diyarbakır terör saldırılarında olduğu gibi AKP iktidarının göz yumduğu giderek daha açık bir hale geliyor. Katliamın ardından iki gün geçti ama polis, tek bir kişiyi bile gözaltına almış ya da bir operasyon düzenlemiş değil.
Öte yandan, 32 kişinin ölümüne ve yüzden fazla kişinin yaralanmasına yol açan saldırının failinin IŞİD’le bağlantılı 20 yaşındaki Şeyh Abdurrahman Alagöz olduğu yapılan DNA testiyle netlik kazanırken, hem faille hem de saldırıyla ilgili ortaya çıkan gerçekler katliama nasıl göz yumulduğunu gözler önüne seriyor.
Suruç’u kana bulayan Alagöz’ün, HDP’nin 7 Haziran seçimleri öncesindeki Diyarbakır mitingine bombayı yerleştiren Orhan Gönder’le Adıyaman’daki “İslam Çay Ocağı” denilen IŞİD sempatizanı kafe üzerinden bağlantılı olduğunun ortaya çıkması hiç kimseyi şaşırtmıyor. Diyarbakır’da bombayı yerleştiren Gönder, Suriye’ye giriş-çıkışı sırasında, sözde yakalanması gereken “terör şüphelisi” olarak aranıyordu. Diyarbakır’da saldırıdan iki gün önce polis tarafından yakalanmış ve ardından serbest bırakılmıştı.
Suruç’ta da, katliam, aynı Diyarbakır’da olduğu gibi göz göre göre geldi. Urfa valisi, Ankara’daki amirlerini izleyerek, “IŞİD tehdidi yok” diye ahkam keserken, Suruç’a geleceği haftalar öncesinden belli olan, kente gelişlerinde didik didik aranan ve bazıları gözaltına alınan yüzlerce gencin arasına canlı bombanın sızarak kendini patlatmasına göz yumuldu. Binlerce jandarma ve polis istihbarat görevlisinin ve sivil ve resmi polisin olduğu Suruç’ta, hele de Kobani’ye gitmek için gelmiş bir heyetin basın açıklaması sırasında orada hiçbir polisin olmamasının başka bir açıklaması bulunmuyor.
IŞİD’çi çay ocağında çalışan Alagöz’le ilgili olarak babası, oğlunun, polis tarafından izlenmesine rağmen, 6 ay kadar önce Suriye’ye gittiğini ve iki ay önce annesinin yanına dönüp on gün kaldıktan sonra tekrar ortadan kaybolduğunu ifade ediyor. Terör şüphelisi olarak sözde aranan bir kişi, elini kolunu sallayarak hem de Suruç gibi kritik bir yerde üstünde bombayla dolaşıyor ve “Büyük Türkiye”nin “büyük istihbarat” örgütünün hiçbir şeyden haberi olmuyor! Suruç’taki ikinci şüpheli olduğu iddia edilen ve kimlik tespiti yapılmaya çalışılan kadının da iki hafta önce polisin elinde olduğu bildiriliyor.
Çoğu durumda, herhangi bir basın açıklamasına katılanları, onu örgütleyenlerden daha iyi “tanıyan” polisin bu sözde güvenlik zafiyeti, Suruç katliamını protesto etmek ve hesap sormak için sokaklara dökülen binlerce kişiye dizginsizce saldırmak gerektiğinde ortadan kalktı. Katliama yönelik haklı öfkelerini dile getiren kitlelere saldıran, onlarca kişiyi yaralayan ve gözaltına alan polis, “güvenliği”, İstanbul’da 7 yaşında bir çocuğu başından ve ayağından gaz kapsülüyle vurup yoğun bakıma sokarak sağlıyor!
Hükümetin, kitlesel protesto gösterilerinin önüne geçme çabası doğrultusunda, bugün, Suruç Sulh Ceza Mahkemesi’nin saldırıya ilişkin görüntülerin ve kitlesel eylem çağrılarının sosyal medya sitelerinden kaldırılması kararı almasının ardından, gün içinde twitter’a erişim engellendi. Bu, katledilenleri “teröristlik” ile suçlayarak sorumluluktan kurtulacağını sanan siyasi iktidarın, gerçeklerin üzerini örtme ve halkı yanlış yönlendirme manevrasından başka bir şey değildir.
Suruç’taki katliam, burjuva ikiyüzlülüğünün ve gericiliğinin sınır tanımadığını da bir kez daha gösteriyor. Bölgede inceleme yapan ve saldırıdan istihbaratı ve dolayısıyla AKP iktidarını sorumlu tutan CHP, bunu açıklamasıyla aynı saatlerde, katliamın ertesi günü, AKP’yle koalisyon hükümeti görüşmesini gerçekleştirmekten geri durmuyor.
Batılı merkezlerin ve başta TÜSİAD olmak üzere Türkiye büyük sermayesinin acil talebi doğrultusunda bir koalisyon hükümeti kurmaya çalışan CHP, bunun için savaş suçlusu AKP ile ortaklık kurmak için her yola başvurmaktadır.
Suruç katliamı, MHP’nin bir süredir gizlemeye çalıştığı ve seçimler sonrasında cilası silinmeye başlayan faşist kimliğine dönüşünü de hızlandırdı. Bahçeli ve başka MHP’li yetkililer, Suruç katliamı ile ilgili açıklamalarında, Suruç’ta onlarca devrimci gencin ölümünden duyduğu memnuniyeti dile getiriyor. Aynı faşist partinin militanları ve AKP’nin gençlik kolu AK Gençlik’in üyeleri, twitter’da “SuruçtaŞenlikVar” etiketiyle sevinçlerini ifade ediyorlar. Bu faşist güruh bir günde ortaya çıkmadı. Onlar, uzun süredir, polisin ve MİT’in desteğiyle sosyalistlerin ve Kürtlerin gösterilerine sopalı ve satırlı saldırılar düzenliyor. Onlar, kısa süre önce, Uygurlara yönelik Çin baskısı ile ilgili büyük ölçüde gerçekdışı haberlerin ardından sokağa dökülmüş ve Çinli avına çıkmışlardı.
Bu IŞİD destekçisi İslamcı-faşist güruhun böylesine pervasızca sevinç gösterisinde bulunabilmesi, “Kobani düştü, düşecek” diye umutla bekleyen, Tel Abyad’da IŞİD’e operasyon yapılmasına karşı çıkan bir cumhurbaşkanın ve IŞİD’i mazur gören bir başbakanın olduğu bir ülkede elbette şaşırtıcı değildir. Hükümetten ve PYD’yi IŞİD’den daha tehlikeli gören onun güdümündeki “havuz medyası”ndan beslenen bu siyasi gericilik, hiçbir yasal yaptırım olmayacağının rahatlığıyla hareket etmektedir.
Katliamın faili IŞİD, ABD önderliğindeki Batılı emperyalizmin Libya’da Kaddafi’yi devirme savaşında karadaki vekil güçleri olarak hizmet ettikten sonra Suriye’de Esad rejimine karşı savaşmak üzere seferber edilen İslamcı teröristlerden oluşan bir katiller sürüsüdür. O, başta Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar olmak üzere, ABD önderliğinde bugün ona karşı bir koalisyonda birleşen devletlerin öz evladıdır.
IŞİD’in koptuğu El Kaide, 1970’lerin sonundan itibaren Afganistan’da Sovyet işgaline karşı savaşan çetelerden doğmuştu. Onunla bağlantılı unsurlar, Yugoslavya’nın parçalanması sırasında, özellikle Bosna’da ve Kosova’da da vekil güç olarak desteklenmişlerdi. Aynı ABD, Yemen’in büyük kısmında kontrolü ele geçiren Husi asilere karşı Türkiye’nin de desteklediği Suudi Arabistan önderliğindeki askeri müdahaleye destek veriyor ve fiilen, bu müdahalenin başlamasının ardından Husiler’e karşı “cihat” ilan eden IŞİD’in Yemen şubesinin yanında yer alıyor.
Batılı emperyalistlerin, Irak’ta çıkarlarını tehdit ettiği noktada IŞİD’e karşı bir savaşa başlaması, onların IŞİD felaketinin yaratılmasındaki sorumluluklarını ortadan kaldırmamaktadır. Dahası, bugün IŞİD’e karşı savaş adına desteklenen diğer oluşumlar da geleceğin IŞİD’lerini temsil etmektedir. Hiçbir burjuva hükümet ya da parti, bu örgütleri doğuran bataklığı sorgulamamakta ve gerçekte, egemen sınıfların çıkarları uğruna sonu gelmeyen bir savaştan başka bir “çözüm” önermemektedir.
Suruç’un ve gelecekteki olası katliamların sorumlusu, Suriye’deki yıkımın başlıca kışkırtıcısı olan AKP iktidarıdır. Suruç, AKP’nin yıllardır izlediği gerici ve yayılmacı Ortadoğu politikasının ve IŞİD’e sağlanan eğitim, silah ve lojistik desteğin sonucudur. İktidar istediği kadar inkar etmeye devam etsin, silah taşıyan TIR’lardan eğitim kamplarına kadar ortaya çıkan kanıtlar IŞİD’e verilen desteği doğruluyor.
AKP’nin son haftalarda ABD çizgisine yaklaşma işaretleri vermesi, İncirlik üzerine görüşmelerde ilerleme sağlanması ve zaten yerleri bilinen bazı IŞİD hücrelerine gerçekleştirilen göstermelik operasyonlar, örgüte olan desteğin çekildiği işareti verildiğinde Türkiye’nin savaş alanı haline dönüşebileceğini açıkça gözler önüne sermiştir.
ABD’nin, Dışişleri Bakanlığı sözücüsü John Kirby’nin ağzından gelen, “Diğer küresel koalisyon ülkeleri gibi, NATO müttefikimiz olan Türkiye de IŞİD’e karşı verilen mücadelede yapabileceklerinin en iyisini yapmaya çalışıyor” açıklaması, onun AKP’nin yanında durduğuna ve onunla ortaklığını güçlendirmeye çalıştığına işaret etmektedir.
Radikal İslamcı terör örgütlerinin Libya’da, Suriye’de ve Irak’ta vekil güç olarak kullanılması politikası ve ona eşlik eden içerideki kimlik politikaları sonucunda, Türkiye’de son derece patlayıcı bir ortam yaratılmış durumda. Artık söz konusu olan yalnızca Suriye’de ve Irak’ta vekil güçler aracılığıyla yürütülen savaş ve katliamlar değil, doğrudan Türkiye’deki şehir merkezlerine yayılabilecek terör saldırıları ve etnik ya da mezhepsel temelde iç çatışma potansiyelidir.
Suruç’un, Türkiye içinde etnik veya dinsel temelde bir çatışmanın başlangıcına dönüştürülmesine ve Suriye’ye bir askeri müdahalenin bahanesi haline getirilmeye çalışılmasına kararlılıkla karşı koyulmalıdır.
Bu gidişatı durdurabilecek tek toplumsal güç, işçi sınıfıdır. İşçi sınıfının, emperyalist güçler ve AKP gibi bölgesel müttefikleri eliyle etnik ve mezhepsel temelde paramparça edilmeye çalışılmasına karşı, tüm kimlikleri birleştiren uluslararası bir sınıf olarak sosyalist siyasi birliğinin geliştirilmesi; savaşa ve onu doğrudan kapitalizme karşı seferberliğinin örgütlenmesi dışında hiçbir seçenek barışçıl bir gelecek sunmamaktadır.
İşçi sınıfı iktidarı dışında hiçbir güç, savaş suçlusu AKP iktidarının yöneticilerini ve onların uluslararası ya da içerideki ortaklarını hesap sormak üzere sanık sandalyesine oturtma ve IŞİD ve benzeri çetelerin kökünü kazıma görevini yerine getiremez. Çünkü onların tamamı aynı emperyalist-kapitalist bataklığın ürünüdür.