Suriye’deki IŞİD hedeflerine yönelik saldırı ve harekat hazırlıkları

Türk savaş uçakları, bu sabah erken saatlerde, Suriye’deki IŞİD hedeflerine saldırı düzenledi. Bu saldırı, IŞİD güçleri ile Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) arasında dün (23 Temmuz Perşembe) yaşanan sınır çatışmasının hemen ardından gerçekleşti.

Bir astsubayın öldüğü ve dört askerin yaralandığı o çatışma sırasında yapılan açıklamalara göre, TSK’ye bağlı tanklar, sınırın Suriye tarafındaki IŞİD güçlerinin açtığı ateşe “angajman kuralları” çerçevesinde yanıt veriyordu. Genelkurmay Başkanlığının yaptığı açıklamaya göre, akşam saatlerinde havalanan F 16 savaş uçakları, saldırıyı gerçekleştiren bir IŞİD üyesini öldürmüş ve dört aracı imha etmişti.

Obama ile Erdoğan’ın telefon görüşmesinden bir, Suruç’taki katliamdan ise yaklaşık dört gün sonra gerçekleşen bu hava saldırısı, resmi makamların Suriye topraklarına girilmediğine ve hava sahası ilhlal edilmediğine ilişkin açıklamaları eşliğindeki “önemsizleştirme” çabalarına karşın, Türk askerlerinin Suriye’ye girmesinin ilk adımıdır ve Başbakan Davutoğlu’nun bugünkü açıklaması “gerekli görüldüğünde” Suriye’ye girileceğini de açıkça ilan etmiştir.

Ankara, bu saldırıyla birlikte, Batılı müttefiklerinden uzaklaşmasına yol açan “önce Esad” politikasından ve IŞİD’e verdiği destekten şimdilik görünüşte de olsa vazgeçip, ABD önderliğindeki emperyalist koalisyonda aktif şekilde –ama kendi hedeflerini de dayatma planıyla- yer alacağını ortaya koymuş durumda. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Cuma namazının ardından yaptığı “bu daha başlangıç” biçimindeki açıklaması ile Davutoğlu’nun “bu bir nokta operasyonu değil bir süreçtir” sözleri, bu gerçeğin ifadesidir. Bununla birlikte, bu gelişmeler, AKP iktidarının kendi çıkarları doğrultusunda IŞİD’i kullanma politikasından hemen bir bütün olarak vazgeçtiği şeklinde de yorumlanmamalıdır.

Ankara’yı bu politika değişikliğine iten başlıca etmenlerden biri, İran ile ABD emperyalizmi arasında nükleer enerji konusunda sağlanan anlaşmadır. Türkiye’deki egemenler, IŞİD’e karşı mücadelede ABD ile işbirliği içinde olan İran’ın bölgedeki etkisinin bu anlaşma ile birlikte daha da artacağından; Ortadoğu politikası zaten iflas eden Ankara’nın ise bütünüyle oyun dışı kalacağından korkuyorlar.

Türk savaş uçaklarının Suriye’deki IŞİD hedeflerine yönelik saldırısı, Haziran ayı sonunda ABD medyasında yer alan, Türk ve Ürdün ordularının ABD’nin desteğiyle Suriye’nin kuzeyinde ve güneyinde “tampon bölgeler” oluşturmayı planladığı yönündeki haberi doğrulamaktadır. Bu haberler, hem ABD hem de TC yetkilileri tarafından yalanlanmıştı.

Başbakan Davutoğlu’nun “milli” bir karar ve adım olarak adlandırdığı saldırı, ABD Başkanı Barack Obama ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında gerçekleşen ve iki ülkenin IŞİD’e karşı mücadelede daha sıkı işbirliği içinde olacağını teyit eden görüşmeden iki gün sonra gerçekleşti.

Bu arada, Washington ile Ankara’nın İncirlik Hava Üssü’nün IŞİD’e karşı mücadelede ABD ordusunun kullanımına açılması konusunda anlaşmaya vardığı açıklandı. AKP iktidarının “gizli bakanlar kurulu kararı” olarak bakanların imzasına açtığı bildirilen, yani halktan gizlenen anlaşma, Türkiye-Suriye sınırının Suriye tarafında bir “güvenli” ya da “tampon” bölge oluşturulmasını da içeriyor. Bu anlaşma çerçevesinde, ABD’nin İncirlik üssündeki Predator insansız hava aracının silahlandırılmasına başlandı. Bilindiği gibi, ABD’li ve Türk yetkililer, bir aydır bu anlaşma üzerinde çalışıyorlardı.

Öte yandan, AKP iktidarının, Suriye’ye yönelik askeri harekat hazırlıklarıyla birlikte, Suriye’nin kuzeyindeki PYD-YPG kontrolündeki Kürt kantonlarına yönelik endişesi, azalmak şöyle dursun, giderek artıyor. ABD ile varılan anlaşmada onun Irak ve Suriye’de sözde IŞİD’e karşı verdiği mücadeledeki başlıca kara müttefiki olan PYD-YPG konusunda ne tür bir sonuca varıldığı açıklanmış değil. Ama iktidarın PKK-PYD üzerindeki baskısı giderek artıyor. Başını Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakan Davutoğlu’nun çektiği siyaset seçkinleri, aylardır, ana gövdesi MHP’de temsil edilen şoven Türk milliyetçiliğine ve faşist güçlere hizmet edecek şekilde, PKK-PYD karşıtı bir kampanya sürdürüyorlar.

Pazartesi günü Suruç’ta gerçekleşen katliamın, seçim kampanyaları sürecinde özellikle HDP’yi hedef tahtasına yerleştiren bu şeytanlaştırma kampanyasını -bitirmese bile- hafifleteceğini umanlar yanıldılar. İktidar, hiçbir önlem almayarak göz yumduğu ve kapı araladığı bu katliamın ardından, PKK’ye, HDP’ye ve PYD’ye yönelik saldırısını daha da arttırdı; AKP’nin sözcüleri, katledilen gençleri “terörist”, bu örgütleri ise IŞİD ile eşdeğerde, hatta daha tehlikeli ilan ettiler.

Bununla birlikte, Suruç katliamının ardından, kaygılarımızı doğrulayacak ve AKP iktidarının gericiliği tırmandırmasının önünü açacak şekilde, bir dizi intikam eylemi gerçekleşti. Bu saldırılarda, üç gün içinde, PKK, üç polisin ve bir askerin yanı sıra, IŞİD’li olduğu gerekçesiyle iki sivili öldürdü. Buna karşılık, Adana’da, bir HDP üyesi uğradığı saldırıda öldürüldü.

Perşembe günü, bu terörist intikam saldırılarının ardından, Başbakanlıktan yapılan açıklamada, “kamu düzenini ve milli güvenliği korumak için gerekli önlemler alınacaktır” açıklaması yapıldı.

Bu açıklamanın ne anlama geldiği, Suriye’deki IŞİD hedeflerine yönelik hava saldırıları ile eşzamanlı olarak düzenlenen polis operasyonlarında ortaya çıktı. 5.000 dolayında polisin zırhlı araçlar ve helikopterler desteğiyle 13 ilde başlattığı operasyonlarda, yüzlerce insan gözaltına alındı. Davutoğlu’nun sözleriyle, “ayrım yapmaksızın bütün terörist gruplara” (IŞİD, PKK ve DHKP-C kastediliyor) yönelik olduğu açıklanan bu operasyonlarda Halk Cephesi üyesi Günay Özarslan çatışma olmaksızın polis tarafından katledildi. Avukatların ifadesine göre, Özarslan’ın vücudundan 15 mermi çıkartıldı.

Bu, AKP iktidarının, Suruç katliamını, kamuoyunu yalnızca Suriye’ye yönelik bir askeri harekata hazırlamak amacıyla değil, aynı zamanda, içeride toplumsal muhalefete yönelik baskıları tırmandırmak için de kullandığını göstermektedir.

Bu arada, Ankara’yı dışarıda yeniden bütünüyle ABD-AB eksenine yerleştirme ve içeride işçi sınıfı düşmanı ekonomik ve toplumsal önlemleri alma arayışı içindeki büyük burjuvazi, olağanüstü hız kazanan bu gelişmeleri, AKP ile CHP arasında bir “büyük koalisyon”un kurulması yönündeki hedefine ulaşmak için kullanmaya çalışıyor.

Bu iki büyük burjuva partisinin kuracağı bir koalisyon için gerekli zemin, ABD-İran yakınlaşması, Ukrayna konusunda ilk işaretleri görülmeye başlanan olası bir ABD-Rusya anlaşması ve Suriye’deki gelişmeler ve içerideki terörist saldırılar eliyle, büyük ölçüde yaratılmış durumda. Böylesi bir koalisyonun, kurulması durumunda, dışarıda savaş içeride ise polis devleti ve toplumsal karşı-devrim politikalarına devam edeceğinden hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır.

Suruç katliamı üzerine yaptığımız değerlendirmede belirtmiş olduğumuz gibi:

“Derin bir ekonomik krizin ve Ortadoğu’daki savaşların eşlik ettiği bu gerici politikalar, bir buçuk ay kadar önce Diyarbakır’da ve bugün Suruç’ta gerçekleşmiş olan terörist saldırıların her an etnik ve mezhepsel çatışmaları tetikleyebileceği patlayıcı bir ortam yaratmıştır.

“Devasa bir yıkıma yol açabilecek olan böylesi bir etnik ya da mezhepsel boğazlaşmayı engelleyebilecek tek toplumsal güç, işçi sınıfıdır. Etnik, mezhepsel ve benzeri temellerde bölünmeden hiçbir çıkarı olmayan işçi sınıfı, bütün dikkatini, yıkıcı bir iç çatışma ve Suriye’ye askeri müdahale tehlikesini önlemek için neler yapabileceği üzerine odaklamalıdır.

“İşçi sınıfı, bugün Suruç’ta yaşanan ve Ortadoğu’da yıllardır hüküm süren katliamlara son vermek, gelecekteki katliamları önlemek için birleşmeli, her şeyi yaratan ve savaşa son verebilecek biricik uluslararası sınıf olma gerçeği üzerine kurulu sosyalist devrimci bir perspektifle örgütlenmelidir. IŞİD’e ve benzeri terörist örgütlere verilecek en belirleyici yanıt, onları yaratan emperyalist-kapitalist sisteme ve burjuva egemenliğine son vermek üzere mücadeleyi yükseltmektir.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir