SİT alanlarında HES inşaatına izin veren yasa değişikliği geçti

AKP’nin ve patronların hidroelektrik santrali (HES) ısrarı sürüyor

29 Aralık 2010 tarihinde mecliste, yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretiminin teşvik edilmesini içeren kanun değişikliği yasalaştı (1). “Çevreci” enerji üretimine pahalı olduğu gerekçesiyle yanaşmayan patronlara daha fazla ekonomik destek vermeyi tahaattüt eden AKP, patronların talepleri doğrultusunda yeni bir düzenlemeye daha imzasını atmış oldu. Bu yasal düzenleme, elektrik üretiminde elektriğe ödenecek birim teşvik tutarlarının miktarını ve para birimlerini (2) belirlese de düzenlemenin 5. maddesinde sonradan yapılan değişikliğin yasanın genel içeriğinden daha çok öne çıktığını belirtelim.

Bu maddede “milli parklar, koruma alanları ve doğal sit alanlarında” ‘temiz enerji’ kaynağı olarak kabul edilen hidroelektrik santrali (HES) inşaatlarının önünü açan düzenlemeler mevcut. Yasa, HES söz konusu olduğunda SİT alanlarının önem arz etmeyeceği hükmünü veriyor. Bununla birlikte SİT alanları üzerindeki yetki bütünüyle, Çevre Bakanlığı ile önümüzdeki günlerde kurulması planlanan yeni bir kurulun tasarrufuna bırakılıyor. Kısacası bu düzenlemelere göre HES inşaatları artık SİT kararlarıyla engellenemeyecek.

Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu

Hatırlanacağı üzere geçtiğimiz Ekim ayında Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu İkizdere Vadisini SİT alanı ilan etmişti. Bu kararın ardından İkizdere, Anzer ve Ovit’de yapılması planlanan HES inşaatları durdurulmuştu. Benzer dönemlerde sadece Rize ve Trabzon’da değil, Ordu ve Artvin gibi başka illerde de mahkeme kararlarıyla HES inşaatlarının durdurulduğuna tanık olmuştuk. Bugün 100’e yakın HES projesinin şu ya da bu gerekçeyle mahkemelere taşındığını da ekleyelim.

HES inşaatları önünde gerek Kültür Bakanlığı’na bağlı Koruma Kurulu kararları, gerekse mahkeme kararlarının engel oluşturması üzerine AKP iktidarı harekete geçti. Özellikle İkizdere vadisinin SİT alanı ilan edilmesinin ardından AKP, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda bir değişikliğe giderek, “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu” yasa tasarısını meclisin gündemine getirdi. Önümüzdeki günlerde mecliste görüşülmesi planlanan tasarıyla, Koruma Kurulu’nun bütün görevleri, iki sivil toplum kuruluşu temsilcisi, dört akademisyen ve on altı bakanlık bürokratının oluşturduğu “Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kuruluna” devredilecek.

Oluşturulacak kurul, yasanın yürürlüğe gireceği tarihe kadar alınmış SİT kararlarını ve milli parkların koruma statülerinin iptal hakkını da elde edebilecek. AKP, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun ‘sit alanı ilan etme yetkisini’ Çevre Bakanlığı’na bağlı bu yeni kurula bırakıyor [3]. ÇED raporları hakkında tasarruf yetkisine sahip olan Bakanlık, daha basit bir ifadeyle artık HES inşaatlarının SİT ve mahkeme kararlarıyla engellenmesine izin vermeyecek.

Çevre Bakanının Ulusal Enerji Perspektifi

HES’ler için yapılan eleştiriler karşısında çılgına dönen çevre bakanı, HES’lerin yerli ve çevreci bir kaynak olduğu açıklamasını her defasında yineliyor. Daha da ileri giderek Türkiye’nin enerjide nasıl dışa bağımlı olduğunu büyük rakamlarla belirttikten sonra enerji için ödediğimiz 35 milyar doların HES’ler sayesinde 20 milyar dolar azalacağını iddia ediyor. Bakan, bu paranın yurtdışında hangi şirketlere gittiğini açıklamadığı gibi HES’ler sayesinde bu paranın Türkiye’de hangi şirketlerin kasasına gideceğini de elbette açıklamıyor. Yalnız yazının başında ifade ettiğimiz Teşvik Düzenlemesi, bu paranın hangi yollarla kimin kasasına gideceği hakkında oldukça açıklayıcı bilgiler sunmakta.

Tarihi eserler ve SİT alanlarına HES kurulmasına izin verilmeyeceğini açıklayan Çevre Bakanı, ÇED raporu olmayan bölgelerde asla baraj yaptırmayacaklarını açıklarken bütün çevreci kimliğini takınıp HES ve baraj inşaatlarında çalışan şirketleri çevre karşısında daha dikkatli olmaya davet ediyor. Bakanın bu açıklamalarını gerek Meclis’te görüşülmeyi bekleyen “Tabiat ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı” gerekse 29 Aralık günü yasalaşan düzenleme yalanlıyor.

Bakan, SİT alanlarında HES yapılmayacak derken yalan söylüyor. Düzenleme, SİT alanlarında temiz enerji kaynağı olduğu gerekçesiyle HES inşaatına izin veriyor. Daha da önemlisi mecliste görüşülmeyi bekleyen tasarı ise mevcut SİT kararlarının kaldırılmasını sağlayacak yeni bir kurul kurarak, SİT alanları üzerindeki tasarrufun bütünüyle Çevre Bakanlığı, hükümet ve patronlara bırakılmasını sağlayacak.

Türkiye’nin enerjiye ihtiyacı olduğunu ve dışa bağımlı hale geldiğini belirten Çevre Bakanı Eroğlu ve AKP üyelerinin HES konusundaki ulusalcı söylemleri elbette gerçeği yansıtmıyor. 2002 yılından itibaren küresel ekonomiyle daha hızlı bütünleşmek için, ekonomiden siyasi üst yapıya birçok önemli değişikliğe imza atan AKP iktidarı, söz konusu HES’ler olduğunda fazlasıyla ulusalcı bir çizgi izliyormuş izlenimi yaratma çabasında. Yıllardır nükleer enerji, fosil yakıtlar karşısında dışa bağımlılık argümanlarıyla barajlar ve hidroelektrik santralleri savunan küçük burjuva ulusalcılarının bakanların açıklamalarında fazlasıyla etkili olduğunu belirtmeden geçmeyelim.

Enerji ve Çevre Perspektifi

Kapitalist üretimin temel enerji girdileri olan doğalgaz ve petrol arzında son yıllarda yaşanan sıkıntılar, patronları farklı arayışlara itmeye başladı. Özellikle geçtiğimiz yıllarda Ukrayna ve Rusya, Rusya ve Gürcistan, İran ve ABD arasında yaşanan doğalgaz krizleri, bölge ülkeleriyle birlikte kapitalist üretimin enerji arzını krize sürüklemişti. Bu sorun hala devam ederken arz güvenliği, alternatif boru hatlarıyla giderilmeye çalışılsa da ulusal duvarlar ve kapitalizmin rekabeti bu projelerin nihai çözüm olmasını engelliyor.

Son yıllarda kömür, nükleer santraller ve HES’lerin bu kadar öne çıkmasının nedenini kapitalizmin rekabeti ve enerji üretimi ile dağıtımı sırasında ortaya çıkan siyasi ekonomik krizin gölgesinde aramanın önemine değinmeliyiz.

Bugün Türkiye’de yapımına başlanan, bitirilen ve yapılması planlanan yaklaşık 2300 HES projesi mevcut. Her gün gazetelerde Muğla’dan Dersim’e, Trabzon’a birçok şehirde köylülerin ve çevrecilerin doğaya zarar verdiği gerekçesiyle düzenledikleri HES karşıtı eylemlerle karşılaşıyoruz. Bankaların son dönemde HES projeleri için verdiği krediler milyarları bulmakta. Başbakan bir HES açılışından diğerine koşuyor. Yazıda bahsini ettiğimiz yasal düzenlemelerden sonra bu inşaatların sayısı hiç kuşkusuz hızla artacak.

Enerji ihtiyacı, dışa bağımlılık gibi argümanlarla patronların iştahını kabartan HES’lerin doğal yaşama verdiği zararlar hakkında sayfalarca yazı yazılabilir. Kuruyan nehirler, soyu tükenen canlı türleri HES’lerden üzerine düşeni fazlasıyla alıyor. Çöken ekosistemle birlikte SİT alanı ilan edilmiş ve tarihi miras özelliği taşıyan birçok bölgenin sular altında kalması… Tabii en önemlisi güzelim salkım söğüdün gölgesini dahi satanların elinde suyun metalaştırılmasını da unutmayalım.

Doğa’nın ve tarihi dokuların gördüğü zarar dışında, santraller, akan nehirlerin önüne çekilen setlerle, su ihtiyacı duyan milyonlarca insanı yeni yıkımlara ve hatta olası su savaşlarına itecektir. Özellikle bu ülkede doğup Ortadoğu ve Kafkaslarda başka ülke topraklarına dökülen nehirlerin önüne enerji ihtiyacı gerekçesiyle dikilen setler komşu ülkelerin egemen sınıflarını karşı karşıya getirebilir. Sonucunda yine “ulusal çıkar” yalanı adına farklı uluslardan işçi ve emekçiler cephelere sürülebilirler.

Bitirirken

Bizler uzun süredir enerji ve çevre sorunu karşısındaki perspektiflerimizi web sayfamızdan yayınlıyoruz. Bu perspektifleri ifade ederken kapitalizmin bilim ve çevre üzerindeki yıkımını teşhir etmekten bir an olsun sakınmıyoruz. Bunu yaparken çevre ve enerji konusunda sık sık “ulusal” çözümler üreten milliyetçi, küçük burjuva sol akımlarla aramıza net bir mesafe koyuyoruz. Dahası bu ulusalcıların görmezden geldiği ve son otuz yılda küresel ekonomiye ve dünya siyasetine damgasını vuran küreselleşme sürecinin, bilim üzerindeki etkilerini bir gerçeklik olarak kabul ediyoruz. Bu gerçeklik bugün bize, bilimi, patronların kar hırsından koparmanın ve insanlığın ihtiyacı doğrultusunda kullanmanın ancak ve ancak kapitalist mülkiyet ilişkilerinin ortadan kaldırılmasıyla, yani işçi sınıfının sosyalist devrimiyle mümkün olacağını tekrar tekrar göstermeye devam ediyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir