Sinter Metal’de Pirus Zaferi

İSK’e bağlı Birleşik Metal-İş’te örgütlendikleri için işten atılan Sinter Metal işçileri iki yıllık hukuk mücadelesi sonucunda “işe iade hakkını” elde etti[1]. 15 Aralık’ta, mahkeme Kararının uygulanması için Dudullu’da bulunan İMES Organize Sanayi Bölgesi’nden Sinter Metal Fabrikası’na yürüyen işçiler, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu ve Örgütlenme Sekreteri Özkan Atar öncülüğünde fabrika önünde bir basın açıklaması yaptı. Eyleme DİSK Nakliyat-İş üyeleri, Enerji-Sen Genel Başkanı Kamil Kartal ve direnişteki UPS işçileri de katıldı. Basın açıklamasının çeşitli “sosyalist” gruplardan da katılımcıları vardı.

Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu, işçilere yaptığı konuşmada; “Onurlu, çelik yürekli Sinter Metal işçilerine bu mücadeleyi zaferle taçlandırdıkları için, işverenin onursuzca tekliflerini reddederek direndikleri için sonsuz teşekkür ediyoruz” dedi. Konuşma sırası kendisine gelen Süleyman Çelebi; “Örgütlü mücadele vermezsek açlık sınırının ardında yaşamaya devam ederiz, çıkardıkları ‘torba yasalarla’ kazanılmış tüm haklarımızı geri alırlar… Bu saldırılara karşı işçi sınıfı olarak direnmek bizlerin namus borcumuzdur” şeklinde konuştu. DİSK Örgütlenme Sekreteri Özkan Atar ise “Sinter işçilerinin, işçi sınıfının mücadele tarihine bir zaferi daha altın harflerle yazdırdığını” söyledi. Uzun lafın kısası, sendika bürokratlarına yalnızca “pirus zaferinin”[2] sözcülüğünü yapmak kaldı.

Kazanan kim?

Bu gelişmeyi kendi yayın organlarına taşıyan Sendika.org[3] ve günlük haber sitesi Atılım[4], Sendika bürokratlarının açıklamalarına paralel olarak, gelinen noktayı “Sinter işçisi kazandı!” başlığıyla kendi okuyucularına ve taraftarlarına duyurdu. Yıllardır sendikalara ilişkin işçilere boş hayallerden başka bir şey verememiş olan bu çevreler, dün ve bugün Sinter örneğinde olduğu gibi, yarın da sendikal bürokrasinin kuyruğunda gezinmeye devam edecektir. Sendikalara ilişkin baştan sona hatalı perspektiflere sahip olan bu “sosyalist” gruplar, her defasında söz ve eylemleriyle, işçi sınıfının militan mücadelesini baltalayan sendikaları/bürokratları, sınıfın gözünde meşrulaştırarak; bu yolla “solcu” bilinen bazı sendikalarda koltuk kapmaya çalışıyor. “Çamurdan olsun ama bizim olsun” mantığıyla hareket eden bu gruplar, her seferinde (birkaç koltuk kapmak pahasına!) kendi örgütsel çıkarlarını işçi sınıfının çıkarlarından üstün tutarak, sermayenin fabrikadaki “sivil polisi” konumundaki sendikaların/bürokratların arkasında hazır ola geçiyorlar!

Peki ortada sendika bürokratlarının ve küçük burjuva “sosyalist” çevrelerin savunduğu biçimiyle, işçilerin elde etmiş olduğu somut bir kazanım var mı? Gerçekte, işçilerin somut bir kazanım elde etmesinin önündeki en büyük engel sendikaların bugünkü mevcut yapısıdır. Süreci en başından beri takip edenler bilmektedir ki, Sinter işçilerinin patrona karşı militan tavrını, daha ilk günden itibaren düzen sınırları içine hapsetmeye çalışanlar ilgili sendikanın bürokratlarıydı. Fabrikayı işgal etmiş olan işçileri zorla dışarı çıkarıp, daha sonrasında patronun makineleri söküp götürmesine göz yumanlar da aynı sendikanın bürokratlarıydı. Aylarca işçileri, “yasaların dışına çıkmayacağız” sözleri ile uyutup oyalayanlar yine aynı sendikanın bürokratları değil miydi? Bu gerçekler bir anda unutulup, işçileri aylarca mahkeme kapılarında süründüren bürokratlar, şimdi bazı “sosyalist” gruplar tarafından “zaferin mimarları” olarak takdim ediliyor. Bu duruma kargalar bile güler!

Halbuki Sinter işçisi militan tutumuyla, patronu dize getirebilecek bir kararlılık ve güce sahipti. İşçiler aylardır mahkeme kapılarında sürünüyor. İşçiler, 2 yıl boyunca bir yanda patronun ayak oyunlarına diğer yanda da sendika bürokratlarının vaatlerine dişlerini sıkarak cevap verdiler. İşçiler 1 yılı fabrika önünde direnişle olmak üzere, 2 yıllık mücadeleleri sırasında pek çok zorluğu göğüslemek zorunda kaldı[5]. Peki şimdi kimden adalet talep ediliyor? Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de, mevcut burjuva hukuk sistemi sermaye düzenini korumak üzerine tasarlanmış bir yapıya sahip. İşçiler hukuki yollardan değil, ancak kendi öz örgütlenmeleriyle patronu dize getirebilir. Yoksa mahkeme salonlarında elde edilecek olan “kazanımlar” hiç bir zaman kalıcı olmayacak, bir süre sonra patron yeniden kendini toparlayarak ve işçilere daha güçlü bir biçimde saldıracaktır.

“Hukuk zaferi” diye yaygara koparanların iddia ettiğinin tersine, Sinter işçilerinin elde ettiği tek bir somut kazanım yok. İşçiler işe iade davasını 13 Aralık günü kazandı. Sinter patronunun 21 Aralık tarihine kadar temyize gitme hakkı var. Artık her şey patronun “insafına” kalmış durumda. Patron işçilerin bir bölümünün işe geri dönmesine izin verse bile, ilk fırsatta “gözüne batan” öncü işçileri tekrardan kapı dışarı edecektir. Bunu bile göremeyecek kadar kör olanlar, utanmadan “Sinter işçisi kazandı!” diye başlık atma cesaretini kendilerinde bulabiliyor. Bu olsa olsa cahil cesaretidir! Peki kazanan kim? Gerçekte kazanan sadece patron. Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu’nun basın açıklamasında çaresizce de olsa, Sinter patronuna “işçilere işbaşı yaptır” çağrısı yapması boşuna değil. Bu sayede sendika bürokratları kendi koltuklarında kalabiliyorken, onların kuyrukçuluğunu yapan küçük burjuva “sosyalist” gruplar da, sendikalardan birkaç koltuk kapma hayali kurmaya devam edebiliyor.

Sendika bürokrasisinin ve küçük burjuva solunun, Sinter’de gelinen noktayı başka türlü izah etmesi zaten beklenemezdi. Sadece EMEP çizgisinde yayın yapan Evrensel Gazetesi “Sinter’de 3 yıl sonra buruk sevinç” diye başlık attı[6]. Fakat EMEP de bu yolun yolcusu, yıllardır Türk-iş’te, KESK’te  ve çeşitli sendikalarda, bürokratların koltuk değnekçiliğinden başka bir iş yapmadılar. Üstüne üstlük bu kadar kuyrukçu bir çizginin sadık takipçileri olmalarına karşın, her defasında sendikalardaki güçlerini yitirmekten de kurtulamadılar. Bu gerçekten, insan aklının sınırlarını zorlayan traji-komik bir durum.

Kızılbayrak da Sinter Metal işçilerinin eylemini sitesine taşımış. Stalinist yapılar içinde “sınıf eksenli” siyaset yapma gayreti içinde olan bu grup, gelinen durumu “objektif gazetecilik” yaparak okuyucularına ve taraftarlarına duyurmuş[7]. Haberde, “Birleşik Metal Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu ve DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, yaptıkları konuşmalarla Sinter Metal İşçisinin direnişini ve zaferini selamladı.” vurgusuna yer verilmiş. Kızılbayrak çevresinin, “sendikaları sevmesek de aramızı iyi tutalım” perspektifini bilenler için, bu durum hiç de şaşırtıcı değil.

Örgütlediği her yaştan işçiye, en baştan “vallahi biz Troçkist değiliz!” diye açıklama yapma gereği duyan UİD-DER de, eylemi sitesine taşımış[8]. Haberde, yürüyüş öncesi konuşan işçilerin, “Bugün oldukça mutluyuz, mahkeme patronu 16 maaş tutarında tazminata mahkûm etti. Biz haklıydık biz kazandık. Bizim için önemli olan işe sendikalı olarak geri dönmek. Şu anda çalışıyoruz. Ama önemli olan mücadeleyi sürdürmek, bundan sonra da görev diğer işçi mücadelelerine destek olmaktır” sözleri aktarılmış. UİD-DER de diğer küçük burjuva stalinist grupların yaptığı gibi, sendika bürokrasisinin işçilere yutturmaya çalıştığı “kazanım” yalanına ortak oluyor. Mahkemenin, patronu “16 maaş tutarında maaş tazminatına mahkum” etmiş olmasını bir kazanımmış gibi sunmak işçileri aldatmaktır. “16 maaş tutarında tazminat”, patronun bir yıl boyunca elde ettiği toplam artı-değerin, yani karının binde birini bile oluşturmuyor. Merkezciliğin ve uvriyerizmin[9] dayanılmaz hafifliği ile yoluna devam eden UİD-DER, işçilere yaşanan aldatmacayı sorgulamalarını değil, eldekiyle yetinmelerini salık veriyor!

Küreselleşme ve sendikalar

Bugün sendikaların başarısız olmasının nedenini, önderliklerinin “ihanetinde” değil, son 30 yılda yaşanan küreselleşme sürecinin maddi-ekonomik dinamiklerinde aramak gerekiyor. Ulusal korumacılığın çöktüğü, bunun yerini küresel piyasalara ve ulus-ötesi şirketlere bıraktığı bir dünyada, artı-değer sömürüsü bile uluslararasılaşmışken, ulusal temelde örgütlenmiş sendikalar, küresel sermayeye ve onun yerli ortaklarına karşı nasıl mücadele edecek? Zaten mücadele edemiyorlar. Bu ülkede yalnızca ücretli emeğini satarak hayatta kalmaya çalışan milyonlarca emekçi var. Fakat ne komik ki 1 milyon sendika üyesi yok! Bugün işçiler sendikaları kendilerine yabancılaşmış kurumlar olarak görüyor. Peki neden?

  1. Dünya Savaşı sonrasında sendikalar, ulusal korumacılığın damgasını vurduğu onyıllar boyunca, ulusal ekonomiden aldıkları pay sayesinde “en görkemli” dönemlerini yaşadılar. Fakat küreselleşme süreci ile birlikte sendikalar, ulusal piyasaların yerlerini, küresel piyasalara ve ulus-ötesi şirketlere devrettiği bir dönemde, işçi sınıfının karşı karşıya kaldığı sorunlara çözüm üretemez bir hale geldiler. Ulusal piyasalar üzerinde örgütlenen sendikalar, küresel piyasaların ve ulus-ötesi şirketlerin egemenliği karşısında hızla güç kaybederek, sermayeye karşı mücadelede, işçi sınıfı için birer çekim merkezi olma özelliğini yitirdiler. Aynı zamanda bu durum, ulus-ötesi şirketlerin işçi sınıfı üzerindeki hegemonya aracı olarak sendikalara-bürokratlara duyduğu ihtiyacı da büyük oranda azalttı.

Bugün hala ulusal temelde örgütlenmeye çalışan sendikalar, küreselleşme sürecinin ihtiyaçlarına cevap verebilecek yeni örgütlenme biçimleri ile yer değiştirmek zorunda. Gelecekte sendikaların yerini, küreselleşme sürecinin maddi ve ekonomik dinamiklerini bilince çıkarmış olan kitlesel örgütlenme biçimleri alacaktır. Bu yeni kitle örgütlenmeleri, burjuva devletlerin işçi sınıfına dayattığı bütün ulusal sınırlamaları aşan; kaçınılmaz olarak anti-kapitalist, anti-şoven ve sosyalizm mücadelesini temel alan enternasyonalist bir perspektife sahip olacaktır. Bu durumun gerçekleşmemesi halinde, işçiler, küresel sermayenin sınır ve kural tanımayan saldırılarına gerekli cevabı verebilecek siyasi ve örgütsel güce hiçbir zaman sahip olamayacaktır.

Kuşkusuz çözüm sendikaları terk etmek değil. Öncü işçiler ve Marksist devrimciler sendikalarda en zor şartlar altında faaliyetlerini aksatmadan sürdürmek zorunda. Devrimciler, şayet gerekiyorsa, ilkelerinden taviz vermeden en gerici kurumlarda bile faaliyet sürdürebilir. Fakat bunu yaparken, işçiler arasında sendikalara ilişkin gerçekçi olmayan hayaller üretmemek ve sendikaların mevcut durumunu işçilerden gizlememek; sendikalar içinde yürütülecek devrimci faaliyetin üzerine oturması gereken temel perspektif olmalıdır. Ne olursa olsun işçilere gerçeği söylemek gerekiyor. İşçiler ancak bu yolla gerçeği kavrayıp, sermaye sınıfına karşı mücadelelerinde başarılı olabilirler. Gerçek her zaman devrimcidir!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir