Bakanlar Kurulun’da 3 aydır bekletilen 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu birleştirilerek ‘Toplu İş İlişkileri Kanunu’ adı ile TBMM’ye sunuldu. Önümüzdeki günlerde, yapılan değişikliklerle son şeklini alacak olan yasanın meclisten geçmesi bekleniyor.
Geçen yıl Ekim ayında, işçi ve işveren sendika konfederasyonları başkanlarının Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı başkanlığında yaptığı Üçlü Danışma Kurulu toplantısında tamamen olmasa da büyük oranda yasanın bazı maddelerinde anlaşıldığı belirtilmişti. Ancak hükümet tarafından üzerinde anlaşmaya varıldığı belirtilen bazı maddelerde değişikliğe gidildi. %10 olan işkolu barajının, üzerinde anlaşılan % 0,5 yerine %3’e düşürülmesi yasa tasarısında güncellendi. Bu değişiklikte patronların talebi önemli rol oynarken, SGK’nın sendikalı işçilerin gerçek sayısını ifade eden verileri açıklaması belirleyici oldu.
Yıllardır hükümetin sendikalar karşısında koz olarak kullandığı ve sendikaların gerçek üye sayılarını ortaya çıkaracak SGK verilerinin açıklanmasındaki düzenleme, sendikaları telaşa düşürdü. 2009 yılına ait sendikalı işçi sayılarının SGK verileriyle güncellenmesi ve aynı rakamların her yıl ocak ve temmuz ayında yayımlanması sendikaların bugünkü yetkilerini büyük ölçüde ortadan kaldıracak. Çalışma Bakanlığı’nın 2009 verilerinde toplam çalışan işçi sayısının %58’nin sendikalı olduğu belirtilirken bu rakamların gerçeği yansıtmadığı ifade ediliyor. Çalışma Bakanlığı’nın, 5,2 milyon çalışana karşılık 3 milyon 200 bin sendika üyesi işçi olduğunu kabul eden rakamları, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) verilerine göre yalanlanıyor. Bu yeni verilere göre 11 milyon çalışana karşılık Türkiye’de 880 bin sendika üyesi işçi bulunuyor. Verilerde böylesi bir uçurumun doğmasının sebebi ise, sendikaların iş kollarında yetkiyi kaybetmemek pahasına ölüleri, emekli ve işten ayrılmış olanları sendikaya üye göstermeye devam etmesi.
SGK verilerinin açıklanması meselesi yetki sorununu bütünüyle sendikaların gündemine taşıdı. Türk-İş’i dışarıda tutarsak, DİSK ve Hak-İş, verilerin açıklanması sonrasında yetkilerini kaybetme korkusu yaşarken diğer sendikalar karşısındaki üstünlüğünü korumak adına ise Türk-İş yüzde 10 barajının zamanla indirilmesini savunmakta.[1]
TİS yasaları ile ilgili öngörülen sürecin basına yansıyan ve öne çıkan bazı maddelerine kısaca değinirsek; Toplu İş ilişkileri Yasa Tasarısı’na getirilen “Geçici Madde 1” ile yüzde 3’lük işkolu barajının uygulanması 5 yıl sonraya bırakılıyor. Sendikaların mevcut yetkisini koruyacakları bu süre içinde bakanlığın 2009’da yayımladığı veriler geçerli olacak.
Yasaların meclisten geçmesinden ve işkolu istatistiklerinin açıklanmasından sonraki süreçte, bakanlık, yetkili sendikanın belirlenmesinde ve istatistiklerin düzenlenmesinde kendisine gönderilen üyelik ve üyelikten çekilme bildirimleri ile Sosyal Güvenlik Kurumu’na yapılan işçi bildirimlerini esas alacak. Bunun yanında TBMM Başkanlığı’na sunulan tasarıda, bir işyerinin girdiği işkolunun tespiti bakanlıkça yapılacak. Söz konusu yasa tasarılarında işletme barajı önceki danışma kurulunda görüşüldüğü üzere işletme için yüzde 40+1, işyeri için ise yüzde 50+1 olarak yer alıyor.
Yine aynı görüşmelerde yer alan ve işçileri aynı çalışma alanı içinde dahi bölen işkollarında ise, işkolu sayısı 28’den 18’e düşürülüyor. Bu değişiklik de sendika bürokratlarının koltuklarını kaybetmemek için birleşmekten uzak duracağı ve üye sayılarının da birden bire artmayacağı düşünüldüğünde sendikalar açısından olumlu görülmüyor. DİSK de tasarının açıklanmasından hemen sonra yaptığı açıklamada işkolu sayısının düşürülmesini bir aldatmaca olarak ifade etti: “Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, yaptığı açıklamalar ile işkolu barajının yüzde 10’dan yüzde 3’e indirilmesini büyük bir ilerleme ve reform olarak sunmaktadır. Oysa, aynı kanun tasarısında kimi işkollarının birleştirilerek 28’den 18’e indirilmesi karşısında, yüzde 3’lük işkolu barajının kimi işkollarında bugünkü yüzde 10’dan daha büyük bir sayıya denk geldiğini gözlerden kaçırmaktadır. Yeni düzenlemeyi sendikal hakların kullanılmasını sağlayacak bir gelişme gibi göstermek açıkça gerçeklere aykırı bilgilerle kamuoyunu yanlış yönlendirmek anlamına gelmektedir.” [2]
Eğer TİS yasaları bu haliyle uygulamaya girerse Sosyal Güvenlik Kurumu verilerine göre yayınlanacak olan istatistiklerden sonra sendikaların yüzde 90’ının toplu sözleşme yetkisini kaybedeceği belirtiliyor. Yasanın çıkması, 3 yıldır bu endişeyle yayınlanamayan SGK verilerinin önümüzdeki günlerde yayınlanacak olması nedeniyle de kritik önem taşıyor. Bu durumda, 5 yıl sonra bağımsızlar da dahil halen faaliyet gösteren 100 sendikadan 88’inin aynı sayılarla yollarına devam ederlerse yetkilerini kaybedecekleri belirtiliyor. Bu veriler ışığında Türkiye’de işverenle toplu sözleşme yapma yetkisine sahip sadece 12 sendika kalacak.
Tasarının, kendileri için “büyük bir hayal kırıklığı” olduğunu söyleyen Hak-İş Genel Başkanı Mahmut Arslan, işkolu barajının TBMM’ye gönderilen Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısı’ndaki gibi yüzde 3 olması halinde toplu sözleşme yapma yetkisi bulunan 51 sendikadan sadece 20’sinin barajı aşabileceğini söyledi. Arslan, şu değerlendirmeyi yaptı: “Şu anda kurulu 100 sendika var. Bunlardan 51’inin toplu sözleşme yetkisi bulunuyor. Toplu sözleşme yapma yetkisi olan Hak-İş’te 11, Türk-İş’te 33, DİSK’te 16 ve bağımsız da bir sendika var. İşkolu barajı Meclis’e gönderilen tasarıda yer aldığı gibi yüzde 3 olursa yetkisi olan 51 sendikadan sadece 20’si barajı aşabilecek. Bu durumda, Hak-İş’in 11 sendikasından 4’ü barajı geçebiliyor. Bunlar Öz Orman-İş, Öz Gıda-İş, Öz Ağaç-İş ve Hizmet-İş. Bunlardan Öz Orman-İş baraj aranmayan işkolunda bulunuyor. Yüzde 3 barajına göre, Türk-İş’in yetkili 33 sendikasından 15’i barajı aşarken, DİSK’in yetkili 16 sendikasından hiçbiri barajı aşamayacak.”
%10 işkolu barajının binde 5 olarak değiştirilmesi beklenirken %3 olarak geçeceği bilgisi DİSK’i de oldukça zor durumda bırakmış görünüyor. Bu durumda hiçbir sendikasında toplu sözleşme yetkisini elde edemeyecek olması ve hatta daha da ötesi kapanacağı söylemlerine karşı DİSK yönetiminden tepkiler gelmeye devam ediyor: “DİSK’in yetkisiz kalacağından, kapanacağından bahsediyorlar. DİSK kimsenin icazeti ile kurulmadı. Tüm yasaklara, barajlara rağmen mücadele ediyor. DİSK kapanacak diyenler işçi sınıfının örgütlenme tarihinden habersizler. Sendikal mücadele tarihi yasalarla değil yasaklara karşı mücadele ile inşa edilmiştir. Sendikaların yetkisi örgütlü gücüdür. Örgütlü gücü barajlara sığdırmak isteyenler, o barajların altında kalacaktır. DİSK kapanmaz, DİSK, yeniden faaliyete geçtiği 1992 yılında olduğu gibi işçi sınıfının bağrında mücadele eden işçilerle yeniden ve yeniden doğar.” Doğrusu heyecan verici bir konuşma; ancak 1992 yılından itibaren DİSK ve bağlı sendikaların elde ettiği “kazanımlar” dikkate alındığında gerçeklerle örtüştüğü pek söylenemez.
Her iki konfederasyon da son noktada binde 5 de değil, barajın tamamen kaldırılması gerektiğini söylüyor. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Türkiye Direktörü de Bakan’dan aldıkları verilerde kendilerine “işkolu barajının binde 5’e düşürüleceğinin” bildirildiğini ifade ettiğini belirtelim. Evet, ama nasıl, hak verilmez alınır söylemini sık sık kullanan Hak-İş ve özellikle DİSK bürokratları da hangi mücadele ile bunu elde etmeyi bekliyorlar; 5 yıl sonrasını bekleyip belki bir beş yıl daha sürenin uzatılacağını ümit etmekten başka?
Ufak bir hatırlatma yaparsak, TÜSİAD’ın 2009’da söz konusu yasalar ile ilgili yaptığı çalışmada şu görüşler belirtilmişti: sendika üye kayıtlarında düzenin tam anlamıyla sağlanması ve üye aidat toplama sisteminin sendikanın sorumluluğuna verilmesi gibi, şeffaflığı ve hesap verebilirliği artırıcı düzenlemelerin de getirilmesi halinde işkolu barajını %10’un altında daha düşük bir seviyede belirlenmesi düşünülebilir. Bunun yanında iş yeri temelinde mevcut yüzde 50+1 çoğunluk kriterinin her halükarda geçerli olması gereklidir.
İçinden geçtiğimiz konjonktürde işkolu barajı % 3 yapılarak sermayenin muhtemel endişelerinin de ortadan kaldırılmış olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca sermayenin küresel bir kriz yaşadığı, Türkiye’nin de krizi muhtemelen 2012’de fazlasıyla hissedeceği bir dönemde, patronların var olan yasalarla devam etmeyi, söz konusu değişikliklerin ise kontrol mekanizmasını güçlendirici yönde olmasını istemeleri sermaye açısından son derece anlaşılır. Aynı zamanda yaşanılacak krizin etkilerine göre yasaların kolaylıkla değiştirilmesi sermaye için zor olmasa gerek.
Son olarak sendikaların, mevcut yasa tasarısı ile grev yasağı bulunan işkollarının azalacağı konusundaki beklentisinin de şimdilik bir hayal olduğu görüldü. Tasarıya göre önceki görüşmelerde de vurgulanan elektrik, doğalgaz, petrol üretimi, bankacılık vd. hizmetlerdeki mevcut grev yasağı aynen devam ediyor. İşyeri ve çevresinde greve katılanlar veya grev gözcüleri için kulübe, baraka ve çadır da kurulamayacak. İşverenin lokavt kararı alma yetkisi de korunuyor…
Tasarıyı incelediğimizde 12 Eylül ürünü olan 2821 ve 2822 sayılı yasaların ufak “demokratik” makyajlarla cilalanarak yeniden karşımıza geldiğini görüyoruz. Baraj konusundaki değişiklikler ise hükümetin işçi sınıfının örgütlü mücadelesinin düzen sınırları içinde sürmesini ve kontrol altında tutulmasını sağlayacak ölçüde bir sendikal örgütlülüğe izin vereceğini gösteriyor. Bununla birlikte birçok sol siyaset ve sendika bürokratı yasa değişikliğinin bir bütün olarak sendikaları hedef aldığını ve Türk-İş üyesi olanlar dışındaki “mücadeleci” sendikaların ortadan kaldırılmak istendiğini belirtiyor. Oysa onların ısrarla görmek istemedikleri bir gerçek var: Ne hükümet ne de patronlar sendikaların ortadan kalkmasını istiyor. Onlar iş yerindeki çalışma düzenini koruyacak, işçilerin farklı örgütlenme arayışlarının önüne geçecek, verimliği artırmak için işçilerin üretim sürecini geliştirmesine katkı sunacak, güvenilir iş yeri gardiyanlarına ihtiyaç duymaktadır. Bugün gündemdeki yasa tasarısındaki amaç da sendikaların küreselleşen kapitalizmin değişen koşulları altında bu işlevlerini sorunsuzca yerine getirmelerini sağlamaktır.