Savaşa ve faşist saldırılara karşı çıkın!

Yaklaşık iki buçuk aydır devam eden ve giderek tırmanan savaş ortamı, en başından itibaren dikkat çekmeye çalıştığımız tehlikeli bir noktaya ulaştırılmış durumda.

PKK tarafından gerçekleştirilen Dağlıca saldırısının ardından Kürt emekçilere ve HDP binalarına yapılan saldırılar, işçi sınıfına ve gençliğe yönelik tehlikeli bir uyarı olarak görülmelidir.

Ölümlerden beslenen AKP iktidarı ve onun fiili destekçisi MHP, şimdi, ikiyüzlü sağduyu açıklamalarıyla, tırmanan şoven milliyetçi çatışma ortamındaki asli sorumluluklarını örtmeye çalışıyorlar.

Faşist güçler, dün, PKK’nin Dağlıca’daki saldırısını protesto etme bahanesiyle, yine birçok ilde Kürt avına çıkıp gösteriler örgütlediler. Faşist güruh, Ankara’da Kürt tarım işçilerinin yaşadığı, Mersin’de de Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı mahallere saldırılar düzenledi. Kürt ve Türk emekçileri ile gençleri arasında kardeş kavgası kışkırtmayı amaçlayan bu saldırılar ve en az dokuz ildeki HDP binalarının talan edilmesi kararlılıkla mahkum edilmelidir.

Tırmanan savaştan en büyük zararı, başta, yeniden bir OHAL bölgesine dönüştürülen Kürt illerinde yaşayanlar olmak üzere, işçi sınıfı ve emekçiler görmektedir. Bugüne kadar çatışmalarda ve saldırılarda 200’den fazla insan can verdi ve bunların yarısına yakını sivil, önemli bir kısmı da çocuktur.

Günlerdir dış dünyayla tüm iletişimi kesilen Cizre’de, Ağustos sonunda öldürülen dört sivilin ardından, son 3 gün içinde en az 7 sivil öldürüldü. Ölenler bombalı ve silahlı yaralanma sonucunda ya da devletin sokağa çıkma yasağı nedeniyle hastaneye gidemediği için ölmüş durumda.

Evine isabet eden mühimmat yüzünden ölen 13 yaşındaki Cemile Çağırga’nın cansız bedeni, devlet güçlerinin dayatması nedeniyle evdeki derin dondurucuda bekletilirken, iki kişi kalp krizinden öldü. Ambulans gönderilmediği için ölenlerden birisi ise sadece 35 günlük bir bebek.

Çatışma ortamı ve hükümetin sesi medyanın kışkırttığı şoven milliyetçilik, faşistlerin iplerini serbest bırakmış durumda. İstanbul Çağlayan’da, 21 yaşındaki Sedat Akbaş’ın, bir grup faşist tarafından ailesiyle Kürtçe konuştuğu için bıçaklanarak öldürülmesi, aynı diğer ölümlerde olduğu gibi, “barış süreci” aldatmacasının ve tırmandırılan savaşın bir sonucudur.

Bir grup faşistin öncülük ettiği, Kürt mahallelerini ve HDP binalarını hedef alan saldırılar, gerici basının lanse etmeye çalıştığının tersine, bir bütün olarak toplumun genel ruh halini yansıtmamaktadır. AKP’nin ve MHP’nin tüm çabalarına rağmen, toplumun büyük çoğunluğu, aynı Suriye’ye yönelik müdahaleye karşı olmasında olduğu gibi, savaş ortamının bitmesinden ve ölümlerin sona ermesinden yanadır.

Asker cenazelerinde hükümete karşı bugüne kadar görülmedik ölçüde patlak veren öfke, ölenlerin hep yoksul emekçi çocukları olduğu ve “birileri”nin çıkarları için ölüme gönderildikleri yönünde artan bilinç, savaşın tırmanmasına açık bir şekilde karşı olan Kürt emekçileriyle kardeşleşmeye dönüştürülmelidir.

AKP hükümetinin, sorumlusu olduğu Suruç katliamını bahane ederek tırmandırdığı ve PKK’nin de aynı şekilde karşılık verdiği savaş ortamı, yeniden masaya oturmadan önce karşılıklı bir güç gösterisini ifade etmekte ve bunun arkasında tek başına AKP’nin seçime yönelik amaçları bulunmamaktadır.

Savaşın tırmanmasının tek nedenini cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan ve başkanlık özlemiyle tutuşan bir kişi olduğunu iddia etmek, II. Dünya Savaşı’nın Hitler yüzünden çıktığı yalanına benzer bir çarpıtmadır. Bu yaklaşım, savaşın nedeni olan kapitalist sistemi ve burjuvazinin egemenliğini gizlemeye hizmet etmektedir.

Savaşın görünürdeki başlıca siyasi sorumlusu olan ve bunu “400 vekil olsaydı bugün çok daha farklı olurdu” diyerek itiraf eden Erdoğan ve AKP, o makamda yalnızca kendi çıkarları için değil ama Türkiye egemen sınıfının çıkarları için bulunmakta ve yıllardır, egemen sınıfın polis devleti, toplumsal karşı-devrim ve savaş yönelimine uygun gerici bir politikayı sürdürmektedirler. Bugün Türkiye’de yine ölümlere yol açan bu politika, PKK ile çatışmasızlığın sürdüğü iki yıllık süreç dahil, Suriye’deki emperyalist vekil savaşına ve katliamlara boğazına kadar batmış bir hükümetin, bu gericiliği içeriye taşımasını ifade etmektedir.

Ortadoğu’daki emperyalist paylaşım savaşında, her ikisi de ABD’nin müttefiki konumunda olan ve geçmişteki birçok deneyimin gösterdiği üzere savaş ortamını istedikleri anda bıçak gibi kesebilen Türkiye devleti ve PKK, bu gerici paylaşım kavgasında aynı saftaki iki rakip güç olarak, gençlerin ve sivillerin ölümüne, şoven milliyetçiliğin yükselmesine ve işçi sınıfının etnik kimlik temelinde bölünmesine hizmet eden bir çatışma sürdürmektedir.

Türkiye’ye ve Ortadoğu’ya barış, ne asker üniforması giymiş işçi ve köylülerin, ne PKK militanlarının ne de bu çatışma ortamında katledilen sivillerin ölümüyle gelecektir. Gerçek ve kalıcı bir barışı ve kardeşleşmeyi gerçekleştirebilecek tek toplumsal güç, tüm kimlikleri birleştiren işçi sınıfıdır.

İçeride tırmandırılan savaşa, yükseltilen şoven milliyetçiliğe, faşist saldırılara ve Suriye’ye yönelik daha kapsamlı müdahale hazırlıklarına karşı, işçi sınıfının birliğinin ve kitlesel bir savaş karşıtı hareketinin inşa edilmesi gerekmektedir. Bu, yalnızca, emekçilerin ve gençliğin milliyetçilik, mezhepçilik vb. temellerde bölünmesine kararlılıkla karşı duran, uluslararası işçi sınıfı merkezli sosyalist bir perspektif temelinde gerçekleştirilebilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir