Mızrak çuvala sığmıyor ve DİP çırpındıkça batıyor

Devrimci İşçi Partisi’nin (DİP) yayın organı Gerçek gazetesi, 4 Eylül günü, partinin genel başkanı Sungur Savran imzalı bir yazı yayımladı. “Sosyalist solda seçim hükümeti tartışması”1 başlıklı bu yazı, aynı gazetede 31 Ağustos’ta yayımlanan bir başyazıda savunulan burjuva hükümete katılma düşüncesini destekliyor. DİP, “Gerçek” imzalı ilk değerlendirmesinde, HDP’nin geçici seçim hükümetine katılmasını savunmuş ve EMEP kökenli HDP milletvekili Levent Tüzel’i, kendisine teklif edilen bakanlık görevini kabul etmediği için eleştirmişti. (Konuyla ilgili değerlendirmemiz için bkz. “DİP’in yeni dip noktası”)

Savran’ın yazısını birkaç gün önce yayımlanmış olan değerlendirmeden ayırt eden tek yanı, Millerandcılığa ve Marksistlerin burjuva hükümetlere katılmama biçimindeki ilkesel tutumuna yaptığı göndermelerdir. İlginç olan, söz konusu göndermelerin, DİP’in burjuva hükümete katılma yanlısı tavrını Marksist perspektif açısından desteklemek şöyle dursun, tam tersine, mahkum etmesidir.

Savran’ın HDP’nin içindeki ve çevresindeki sahte solcu yol arkadaşları ve Stalinistler ile sürdürdüğü polemik, sorunun özünü gözlerden kaçırmaya yönelik bir kayıkçı kavgasından ibarettir ve bu yanıyla bizi hiç ilgilendirmemektedir. Savran ve partisi DİP, kuşkusuz, EMEP’li, Komünist Partili ya da başka dostlarıyla dilediği tartışmayı yapabilir ya da yol arkadaşları (“dogmatik” ve “keskin sol” ile “HDP’nin taraftarı büyük bir kitle”) arasındaki “tartışma”da yargıçlığa soyunma hakkına da sahiptir. Ama Savran bununla yetinmemekte ve HDP’nin burjuva hükümete katılma kararına verdiği desteği gerekçelendirmek için kullandığı argümanlarla işçilerin ve gençlerin kafasını karıştırmaktadır.

Savran’ın oportünist kurguları

Savran’ın bütün amacı, partisine burjuva siyaset kurumu içinde bir yer bulmaktır. O, bu amaçla, 1) Sosyal demokratından Stalinistine ve burjuva kimlik politikacılarına kadar, işçi sınıfının dünya görüşü Marksizm karşıtı tüm akımları “sosyalist” etiketi altında bir araya getirmekte; 2) HDP’nin sınıfsal karakterini gözlerden kaçırarak, liberalinden milliyetçisine, sosyal demokratından dincisine kadar her eğilimden burjuvaları ve küçük burjuvaları bir araya getiren bu partinin “solcu” olduğunu iddia etmektedir.

Savran, “sosyalist” derken neyi kastettiğini açıklamıyor. Bununla birlikte, onun Stalinistinden her türlü kimlik politikacısına kadar geniş bir küçük burjuva siyaset yelpazesini bu kavram altında bir araya getirmesi, bir zamanlar yanlış bir şekilde özdeşleştirildiği klasik Marksizmden (Troçkizm) ne ölçüde uzaklaşmış olduğunun bir diğer örneğidir.

Marksistler, siyasi akımları ve kişileri, kendilerine atfettikleri etiketlere bakarak değil; savundukları perspektiflerin tarihsel olarak hangi sınıfın çıkarlarını temsil ettiğine göre değerlendirirler. Marx ve Engels, tam da bu yüzden, Komünist Manifesto’nun önemli bir bölümünü, “gerici sosyalizm” başlığı altında, “feodal sosyalizm”in, “küçük burjuva sosyalizmi”nin ve “tutucu/burjuva sosyalizmi”nin, “eleştirel-ütopik sosyalizm”in ve “Alman sosyalizmi”nin eleştirisine ayırmış; onların karşısına komünizmi koymuştu. “Sosyalist” akımlar arasında sınıfsal eksende ayrım yapma tavrının, başta Lenin ve Troçki olmak üzere bütün Marksistler tarafından tavizsizce korunduğunu biliyoruz. Örneğin, öğretiye bağlı Marksistler, Bernstein’ı, Millerand’ı ve yoldaşlarını farklı düşünen “sosyalistler” olarak kucaklamamış; onları, emperyalizmin ve burjuvazinin işçi hareketi içindeki ajanları olarak, hem teorik hem de siyasi düzeyde mahkum etmişti. Bolşeviklerin her türden oportünizme yönelik tavrına ve Troçki ile yoldaşlarının Stalinizme karşı mücadelesine damgasını vuran da bu Marksist yöntemdi.

Savran, ardından, “solda her türlü eğilimi içinde barındırmayı hedefleyen bir parti” dediği HDP içinde, “sosyalist olanlar ve olmayanlar” gibi gerçek dışı bir ayrım yapıyor. Belirtmek gerekir ki, onun bu ayrım üzerinde inşa ettiği “mücadele”, gerçekte, HDP’nin burjuva sınıf karakterini ve Savran’ın “sosyalist” dediği sahte solun Kürt burjuvazisine ve onun dolayımıyla ABD emperyalizmine ve Türkiyeli egemen sınıfa sunduğu hizmeti örtmeye yönelik bir incir yaprağından başka bir şey değildir.

Savran’ın ve DİP’in, bütün siyasi yaşamını Stalinizm, sendika bürokrasisi ve milliyetçi Kürt hareketi içinde, “sol”, “devrimci” ya da “sosyalist” bir hizbin ortaya çıkabileceği hayalini yaymaya adadığını ve bu güçlere “akıl hocalığı” yaptığını biliyoruz. Yaklaşık 30 yıllık süreç, Stalinizmin, sendika bürokrasisinin ya da Stalinist-gerillacı Kürt hareketinin, içinden böyle bir “sol” hizip çıkarmak şöyle dursun, onların bir bütün olarak emperyalist sistemin ve sermayenin en pervasız savunuculuğuna soyunduğunu, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde gözler önüne serdi.

Öyle görülüyor ki, Stalinist bürokrasinin, yüz milyonlarca insanı, 1917 Ekim Devrimi’nden topu topu yetmiş beş yıl sonra yeniden azgın kapitalist sömürüye mahkum etmesi ve bunun uluslararası işçi sınıfı üzerindeki yıkıcı etkileri; sendika bürokrasilerinin sermayenin iş ortağı ve açık polis gücü haline gelmesi; Kürt milliyetçisi küçük burjuva gerilla hareketinin ABD emperyalizminin vekil savaşçı gücüne ve 13 yıl boyunca AKP iktidarının başlıca destekleyicisine dönüşmesi, Savran’ın ve partisinin bütün bu hareketlere verdiği desteği sorgulamasına yetmemiş.

Savran, bu işçi sınıfı ve komünizm karşıtı akımlara verilen desteğin yol açtığı toplumsal ve siyasal yıkımla ya da Stalinizme, sendika bürokrasilerine ve Kürt milliyetçilerine yaptığı “sol”, “sosyalist” makyajın geniş bir işçi ve gençlik kesimini nasıl –faşistler de dahi– mülk sahibi sınıfların partilerine yedeklediği ile ilgilenmiyor. Onun tek korkusu, burjuva kimlik politikacısı yol arkadaşları ile birlikte HDP’ye yaptıkları “sol” makyajın, tırmanan savaş ve toplumsal karşıdevrim dalgasının ateşi içinde erimesidir. Savran ve yol arkadaşları, Syriza tarzı bir parti haline getirmeye çalıştıkları HDP’nin yaklaşan kapsamlı toplumsal mücadeleler öncesinde bölünmesini engellemeye ve bu partinin açık bir şekilde önüne koyduğu burjuva iktidarı alma hedefine (“Biz’ler iktidara”) destek olmaya çalışmaktadır.

Bu yüzden, Savran, bir yandan “sosyalist olmayan” HDP’lilere “sosyalistlerin belirli ilkelerini ‘keskinlik’ ya da ‘dogmatiklik’ olarak nitelemek… Size mi düştü?” diye gürlerken, aynı zamanda, sinik bir biçimde “ortodoks olmaya çalışan komünistler”in örneği olarak verdiği Stalinist Komünist Parti’nin kişiliğinde, burjuva geçici seçim hükümetine katılmaya karşı çıkanlara saldırıyor. “HDP’yi solun dışına atmak için elinden gelen çabayı” gösterenlere savaş açan Savran, kendisinin ve partisinin Kürt burjuvazisine ve ABD emperyalizmine verdiği desteği gizlemek için, bir kez daha, “Kürt hareketini kazanma” ve “muazzam bir potansiyel içeren büyük Kürt halk kitleleriyle solun bağını” koruma çarpıtmasına başvuruyor.

Savran’ın ve izleyicilerinin 25 yılı aşkın süredir bu gerekçeyle izlediği Kürt milliyetçiliğine yedeklenme üzerinden burjuva siyaset kurumunda bir yer edinme çizgisinin, Marksist devrimci bir işçi partisinin inşasının engellenmenin yanı sıra, işçi sınıfına ve gençliğe ne denli ağır bir bedel ödettiği, bakmayı bilen herkesçe görülüyor. Öte yandan, derinleşen kapitalist kriz ve keskinleşen toplumsal çelişkiler, bütün sahte sol çevreler gibi, Savran’ı ve partisi DİP’i de derin bir şaşkınlığa sürüklemiş durumda.

Savran’ın akıl almaz çelişkiler sergileyen yazısı, hem işçi sınıfının devrimci niteliğine yönelik derin güvensizlikle ve anti-Marksizm ile damgalanmış olan bu kimlik politikacısı çevrelerin içinde bulunduğu açmazı göstermekte hem de ne büyük bir hızla emperyalizmin ve kapitalist sistemin hizmetine girdiklerini ortaya koymaktadır.

DİP burjuva hükümete katılmaya karşı!

Savran, sosyal demokrasinin Almanya’da Bernstein’da, Fransa’da ise Millerand’da cisimleşen oportünist dönüşümüne ve Stalinizmin “halk cephesi” ihanetine değindikten sonra, “sosyalistler neden burjuva hükümetlere girmezler?” sorusuna şu yanıtı veriyor: “Çünkü hükümet bir ülkeyi yöneten ana organdır. Burjuva düzenini korur, onun ayakta kalması için gerekli adımları atar, burjuvaziye günlük işlerinde destek olacak politikalar izler. Bir sosyalist, yıkmaya çalıştığı burjuva düzenini, bir burjuva hükümetinin içinde yer alarak koruma rolünü hiçbir zaman üstlenmemelidir. Bu ilke son derecede önemlidir, kıskançça korunmalıdır.”

Savran, bu doğru tespitlerini, yazısının devamında da yineliyor: “Sosyalistlerin burjuva hükümetlerine girmemesinin nedeni, hükümetin bir muhalefet mevzii karakteri taşımaması, burjuvazinin iktidarının sürdürülmesinin başlıca aracı olmasıdır. Oysa sosyalistler kapitalist düzeni yönetmemelidirler. Burjuva hükümetinde bu yüzden yer almazlar.”

Görünürde bu Marksist ilkeden hareket eden Savran, bunun ardından, Levent Tüzel’in bakan olmayı reddetmesini gerekçelendirirken “burjuva hükümetlerine katılmama meselesine hiç değinilmediği”; dolayısıyla, “belirli koşullar yerine gelirse … bir liderini bir burjuva hükümetine gönül rahatlığıyla bakan olarak verebileceğini ima ettiği” için EMEP’i eleştiriyor. Savran, “… komünistler bir burjuva hükümetine demokratik olduğu gerekçesiyle falan katılmazlar,” [vurgular Savran’a ait] diye belirtiyor ve ekliyor: “Geçmişte bütün oportünistler, revizyonistler ve reformistler, burjuva hükümetlerine katılmak için zaten bunu gerekçe göstermişlerdir.”

Dahası var! Şaşırtıcı biçimde Marksist literatürü kullanan Savran, burjuva hükümetlere girmeme savunusunu, doğru biçimde, mülk sahibi sınıfların partilerine de genişletiyor: “sosyalistler burjuva siyasi güçleri işçi kitleleri önünde iktidara aday olarak gösterip desteklemezler. Aksi, kitlelerin aldatılmasına ve/veya burjuva hükümetine giren partinin oportünist/reformist bir yola girmesine çanak tutmak demektir.” (Geçerken, Savran’ın son cümlesindeki tespitin yanlış olduğunu belirtelim: Bir parti, “oportünist/reformist bir yola” burjuva hükümete katıldıktan sonra girmez; o, zaten oportünist bir yol tutmuş olduğu için burjuva hükümete katılır.)

Savran, “Burjuva hükümetlerinde yer alınmasını hiçbir ilkeye önem vermeksizin savunan sosyalistlere… biraz tarih okuyup öyle gelmeleri”ni tembih ettikten sonra (ki bu, geçmişte defalarca burjuva hükümetlere katılmış, hiçbir ilke tanımayan Stalinizm geleneğinden gelen partilere yapılan bir çağrıdır), Marksizmin etkisi altındaki gürlemesini doruk noktasına ulaştırıyor: “Siz kendiniz düzenin dişlileri arasında parçalanmaya boyun eğen bir şeye ‘sosyalizm’ adını verebilirsiniz. Ama başkalarının da sizinle aynı zavallı yolu yürümesini beklemeniz ya küstahçadır, ya da cahilce.”

Siyasi yaşamı oportünizm ile damgalanmış bir partinin genel başkanının, Marksistlerin yüz yıldan uzun süredir savunduğu bu tespitleri yinelemesi, itiraf etmek gerekiyor ki son derece şaşırtıcı. Ama bundan daha şaşırtıcı olan, Savran’ın, sosyalistlerin burjuva hükümetlere katılmama yönündeki ilkesel tavrını böylesine kararlılıkla savunduktan yalnızca birkaç paragraf sonra sergilediği 180 derecelik dönüşün hızıdır.

DİP burjuva hükümete katılmayı savunuyor

Akıl alır gibi değil ama uzun uzun Millerandcılığa, sosyal demokrasiye ve Stalinizme veriştiren; EMEP’e, Komünist Parti’ye ve HDP’nin “sosyalist olmayan” kesimine de ağzının payını veren Savran, yazısının son bölümünü, birkaç paragraf önce yazdıklarını yalanlamaya ayırıyor.

Gerçekten de, Savran, “Anayasa 114’teki seçim hükümeti klasik bir burjuva hükümeti değildir” ara başlığı altında şunları yazıyor: “Anayasa’nın 114. maddesinde öngörülen ve ‘Geçici Bakanlar Kurulu’ olarak anılan seçim hükümetinin görevi olağan bir burjuva hükümetininkinden farklıdır. Kuruluş amacı, ülkeyi kısa, orta ve uzun vadeli kararlarla yönetmek değildir. Seçimin hukuki uygulamalar bakımından partiler arasında tarafsız olarak yürütülmesini sağlamak için öngörülmüştür.” [vurgu Savran’a ait] Savran’a göre, bir hükümetin burjuva olup olmadığını anlamak için, onu oluşturan partilerin sınıfsal konumlarına, tarihsel evrimine ve programlarına değil ama burjuva devletin anayasasına bakmak gerekiyor. İyi de, bu durumda, DİP’in başka birçok şeyin yanı sıra, anayasalarında tüm sınıfların üstünde olduğunu iddia eden burjuva devletlerin “sınıfsız” ve “bağımsız” karakterini de kabul etmesi gerekmez mi?

Savran, AKP’nin, HDP’li iki vekilin yanı sıra, MHP eski genel başkan yardımcısını ve BBP eski genel başkanını yanına alarak kurduğu geçici seçim hükümetinin, ülkeyi yönetmemekte, basitçe, “seçimin… partiler arasında tarafsız olarak yürütülmesini sağlamak”ta olduğunu iddia ediyor. [abç] Savran ve DİP, seçim öncesi bu süreçte yaşamın ve sınıf mücadelesinin durduğunu; mevcut siyasi iktidarın toplumsal karşıdevrim ve savaş yönelimine, yeni “normal” hükümet kurulana kadar ara verdiğini mi düşünüyor? Sanmıyoruz. Öyle olsaydı, içeride ve dışarıda savaş yöneliminin tırmanmasının kendiliğinden gerçekleştiğini iddia edecek kadar ileri gitmesi gerekirdi! Bütün bu laf salatasının ardında, DİP önderlerinin kapitalist sisteme bağlılıklarını, bir burjuva partisi olan HDP üzerinden meşrulaştırmaya yönelik çabaları yatmaktadır.

Savran, “…yetkisi güvenoyundan değil, seçim karşısında tarafsızlık hukuki amacından kaynaklanır,” [abç] dediği bu hükümetin, “silah gücüyle donatılmış bir Yüksek Seçim Kurulu gibi” olduğunu; dolayısıyla, “içeriden ama devrimci bir tarzda mücadele edilebilecek bir alan” olduğunu iddia ediyor. Ona göre, “Burada yer almak, seçime girmekten çok farklı değildir; burjuvazinin hâkimiyetini ayakta tutmak için çalışmak anlamına gelmez.” Özetle, Savran, hükümetleri burjuva anayasasının (hem de askeri darbenin ürünü, yamalı bohçaya dönmüş gerici bir anayasanın) biçimsel hukuksal yorumuyla “tarafsız” ilan etmekle kalmamakta; sınıflar üstü ilan ettiği burjuva seçim hükümeti ile parlamentoyu da el çabukluğu ile özdeşleştirmektedir.

Burjuva diktatörlüğünün çeşitli biçimlerde sürekliliği olgusuna gözlerini kapatmış olan Savran’ın, bir iktidarın sınıf karakterine ilişkin tek referansı anayasadır. O, “Geçici Bakanlar Kurulu’nun normal bir burjuva hükümeti olmadığının kanıtını mı istiyorsunuz? Bu hükümet ne bir hükümet programına, ne de o program temelinde güvenoyuna gerek olmaksızın kurulur.” [vurgu Savran’a ait] ifadesiyle yeni bir çığır daha açmaktadır. Oysa Savran, bu tespitinin hemen öncesinde, DİP’in, 4 Ağustos tarihli bildirisinde, “HDP’nin seçim hükümetine girerek AKP’nin seçime kadar ve sonrasında hükümeti tek başına yönetmesine engel olmasını ve Tayyip Erdoğan ekibinin oyun planını bozmak için savaşmasını” önerdiğini belirterek, mevcut geçici hükümetin, aynı diğer burjuva hükümetleri gibi devletin yönetim organı işlevi gördüğünü itiraf etmektedir.

Savran, mevcut geçici hükümetin, süresi, anayasal tanımı ve işlevi ne olursa olsun, gerçek sınıfsal varlık nedeninin ve programının, egemen sınıfın çıkarlarını ve onun polis devleti, toplumsal karşıdevrim ve savaş yönelimini sürdürmeye dayandığı gerçeğini inkar etmektedir. Dahası, bir kez daha, Marksizmin temel yaklaşımlarından birini revize etmeye çalışarak, revizyonizm okuluna katkıda bulunmaktadır.

Çelişkiler içinde yüzen Savran’ın “katkı”sı, burjuva hükümete katılma konusundaki şu sözlerle doruk noktasına ulaşmaktadır: “DİP, HDP’nin ister AKP ile, ister başka partilerle olağan burjuva hükümetlerine katılmasına bütünüyle karşıdır… Biz HDP’nin seçim hükümetine girmesini bu hükümet demokratik olduğu için değil, barış taraftarı olduğu için değil, gerici olduğu için, savaş hükümeti olma özlemi içinde olduğu için önerdik.” [vurgular Savran’ın]

Sahte sol örgütlerin, işçi sınıfı ve gençliğin maruz kaldığı yıkım karşısındaki sinik duyarsızlığı, bundan daha açık bir şekilde ifade edilemez. Savran’ın “Silah gücüyle donatılmış bir Yüksek Seçim Kurulu gibi çalışan” hükümeti, Suriye’deki ve Türkiye’nin Kürt illerindeki savaşı tırmandırıyor; polise hiç düşünmeden silah kullanma emrini yerine getirme talimatı veriyor; ekonomik krizin tüm faturasını işçi sınıfına ve gençliğe çıkarmaya devam ediyor. Egemen sınıfın, yalnızca bir erken seçim nedeniyle ülkeyi yönetmeye (sınıf mücadelesine) ara vereceği hayalini yayan Savran ve partisi ise HDP’nin bu hükümete katılması gerektiğini savunuyor.

Savran’ın bu sözcüklerinin aceleye gelmiş bir yanlışın ya da bir “akıl tutulması”nın ifadesi olduğunu düşünmek mümkün değildir. O ve partisi, eğer Marksist (Troçkist) olsaydı, bir burjuva partisinin geçici seçim hükümetine katılmasını son derece doğal bir gelişme olarak değerlendirir ve burjuvazinin bu iç meselesini, işçi sınıfına ve gençliğe sosyalist bir perspektif kazandırmak amacıyla yorumlamakla yetinirdi.

Ama DİP ve Savran bunu yapamıyor, yapamaz. Çünkü onlar, küçük burjuvazinin, yazgısını düzen içi “reform” hayalleri eşliğinde “demokrat” Kürt ve Türk burjuvazisine bağlamış hali vakti yerinde bir kesiminin çıkarlarını temsil ediyorlar.

Son olarak, “Kürt hareketi” üzerinden ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki planlarına ve egemen sınıfın “AKP karşıtı” hizbine yedeklenmiş olan DİP’in, HDP’nin burjuva hükümete katılmasına destek verirken, aslında, TBMM’de olması durumunda “tarafsız” bir burjuva hükümete katılacağını ilan ettiğini tekrar vurgulamak gerekiyor.

Bu, elbette, Savran’ın ve partisinin oportünizminin, bugün “siyah” dediğine, “dengeler” değiştiğinde, rahatlıkla “beyaz” diyebilecek denli pervasız olduğunu unuttuğumuz anlamına gelmiyor. Kendisini tüm diğer partilerden ayırt ederek işçi sınıfının sosyalist devrimi yoluyla iktidara yürümek gibi bir amaca sahip olmayan DİP’in tarihsel işlevi, daha “büyük ve güçlü” akımlar (Stalinizm, sendikacılık, Kürt hareketi, Syriza vb.) hakkında “devrimci” ve “demokratik” hayaller yaymak; işçi sınıfını ve gençliği, onlar üzerinden emperyalist kapitalist sisteme yedeklemektir.

Bununla birlikte, tüm diğerleri gibi, bu sahte solcu partinin de hareket alanı giderek daralıyor. “DİP’in yeni dip noktası” başlıklı değerlendirmemizde belirttiğimiz gibi,

Kapitalizmin krizi, artık, küçük burjuva soluna, emperyalizm ile işçi sınıfı ve kapitalist diktatörlük-savaş yönelimi ile sosyalist devrim seçeneği arasında sağa sola sallanma fırsatı tanımamaktadır. İnsanlığın karşı karşıya kaldığı sorunlara çözüm arayan herkes, işçi sınıfının uluslararası sosyalist devrim perspektifi ile çeşitli kılıklara bürünen ama her defasında kaçınılmaz olarak emperyalist sistemin ve burjuva egemenliğinin savunuculuğuna sürüklenen bir perspektif arasında tercih yapmak zorunda. Tarih, kendisine “sosyalist” diyen bütün çevreleri, bir kez daha safını belirlemeye zorlamaktadır: işçi sınıfı mı burjuvazi mi?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir