Savaşa, kemer sıkma politikalarına ve diktatörlük yönelimine karşı sosyalist bir program: SEP’in (Avustralya) federal seçim programı

 

Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) Avustralya şubesi Sosyalist Eşitlik Partisi (SEP), 14 Eylül’de yapılacak federal seçimlere, beş eyalette Senato adaylarıyla katılıyor.

SEP’in seçimlere müdahalesi, DEUK’un ve diğer şubelerinin, işçi sınıfını artan savaş tehlikesine, demokratik hakların ortadan kaldırılmasına ve acımasız kemer sıkma önlemlerinin dayatılmasına karşı mücadelede hem Avustralya’da hem de uluslararası düzeyde birleştirmeyi amaçlayan eşgüdümlü bir kampanyanın parçasıdır.

Derinleşen ekonomik kriz ve keskinleşen jeo-stratejik rekabet, Avustralya’daki ifadesini, İşçi Partili Başbakan Julia Gillard’ı aniden devrilmesini kuşatan olağandışı siyasi altüst oluşta bulmuştur. Kevin Rudd, Avustralya’da ve herhangi bir başka ülkede benzeri olmayan siyasi şans eseri, üç yıl önce devrildiği kadar beklenmedik ve anti-demokratik biçimde bu makama yeniden getirildi.

Haziran 2010’daki siyasi darbe, Rudd’un “yönetme tarzı”ndan ya da kamuoyu yoklaması derecelendirmelerinden dolayı gerçekleşmemişti. O darbe, bir avuç arkası sağlam hizipçi ve İşçi Partisi ile sendikalar içindeki ABD yanlısı “demirbaşlar” tarafından, hem iç hem de dış politikadaki kapsamlı değişimleri yönetmenin aracı olarak, Avustralya halkının arkasından planlanıp düzenlenmişti. Finans ve şirket seçkinleri, Rudd ile ilişkilendirilmiş mali kriz sonrası canlandırıcı harcamalardan vazgeçilmesini ve işçi sınıfının yaşam standartlarını geriletmeyi amaçlayan kemer sıkma önlemlerinin uygulanmasını talep ediyorlardı. Aynı zamanda, Rudd Avustralya’nın ABD ile ittifakına bütünüyle sadık kalmayı sürdürürken, Obama yönetimi, onun Asya-Pasifik’te Çin’e yönelik stratejik baskının bir kısmından vazgeçmesi için Washington’a baskı yapmayı amaçlayan diplomatik girişimlerine son vermeye kararlıydı.

Gillard, Liberallerin, Milliyetçilerin ve Yeşillerin tam desteğiyle, Canberra’yı Obama’nın stratejik Asya’ya “dönüş”ü ve ABD’nin Çin’e karşı savaş hazırlıkları ile koşulsuz şekilde aynı hizaya soktu. O, Kuzey Bölgesi’nde yeni bir ABD deniz üssü kurulmasını ve ABD’nin, Çin’in Ortadoğu’dan ve Afrika’dan enerji ve hammaddeler için bağımlı olduğu yaşamsal deniz yollarını kuşatmasını mümkün kılan başka üs anlaşmalarını kabul etti. Gillard’ın askeri ve istihbarat alanlarındaki taahhütleri, hiç kuşkusuz, Avustralya halkından bütünüyle gizli tutulan çok sayıda koşulları içermektedir.

Gillard hükümeti, 2013’ün başlarına gelindiğinde, İşçi Partisi’ni çöküşle tehdit eden yıkıcı seçim yenilgilerine doğru ilerliyordu. Seçilmiş bir başbakana yönelik anti-demokratik siyasi ihanetteki rolünden dolayı milyonlarca sıradan işçi tarafından aşağılanan Gillard tarihteki en fazla hakaret edilen İşçi Partisi önderi haline gelmişti. Bu, darbe-komplocularının düpedüz beklemediği bir tepkiydi. Gillard, aynı zamanda, İşçi Partisi’nin, 1983’te başlayıp 1996’ya kadar süren Hawke ve Keating başkanlığındaki hükümetleriyle başlayan kapitalizm yanlısı ve işçi sınıfı düşmanı politikalarına yönelik otuz yıllık hoşnutsuzluğun ve öfkenin odak noktası haline gelmişti.

Egemen çevreler, durgunluğa doğru keskin bir dönüş koşulları altında, iki partili sistemi korumak, sınıf mücadelesini bastırmak ve işçi sınıfını kapitalist devlete tabi kılmak için yüz yıldan fazla süredir güvendikleri bir araç olan İşçi Partisi’nin ölümüyle karşılaştılar. Onlar, yeniden, yalnızca 2010 darbesinin kurbanı konumundan dolayı bir halk desteğine sahipmiş ve bu sayede İşçi Partisi’nin parlamentodaki temsilinin azalmasını ve iki partili sistemin dağılmasını önleyebilecekmiş gibi görünen tek İşçi Partili politikacı olarak Rudd üzerine oynamaya karar verdiler. Rudd, bütün keskin anlaşmazlıklara ve karşılıklı suçlamalara rağmen, büyük şirketler ve bankalar tarafından talep edilen aşırı sağcı programa, hem Gillard hem de muhalefetteki Koalisyon’un önderi Tony Abbott kadar bağlı.

Sosyalist Eşitlik Partisi’nin seçim kampanyası, işçi sınıfına kendi bağımsız sınıf çıkarlarını savunmada siyasi krize müdahale etmesi için bir araç sağlamayı amaçlamaktadır.

ABD’nin savaş dürtüsü

Kampanyamızın merkezinde, işçi sınıfı ve gençlik içinde, sosyalist ve enternasyonalist bir program temelinde, geniş uluslararası bir savaş karşıtı hareketi geliştirme mücadelesi yer alıyor. Dünya kapitalizminin 1930’ların bunalımından bu yana yaşadığı en ciddi ekonomik çöküşün ortasında, bir III. dünya savaşının tohumları yalnızca görülmekle kalmıyor; onlar şimdiden filizlenmeye başlamış durumda.

Geçtiğimiz yirmi yıl boyunca, ABD emperyalizmi, kendi ekonomik çöküşünü dengelemek için -Balkanlar’da, Afganistan’da, Ortadoğu’da ve Afrika’da- bir dizi savaş başlattı. O şimdi, Çin’in büyüyen ekonomik gücünün bir tehdit olduğu ve kontrol altına alınması gerektiği değerlendirmesinden hareketle, askeri ağırlığını Asya-Pasifik bölgesinde yoğunlaştırıyor. Washington’ın gündeminin değiştirilemez mantığı, hızla nükleer boyut kazanacak ve uygarlığın geleceğini tehdit edecek bir savaştır. Kapitalist egemen sınıflar, 20. yüzyıl boyunca iki kez, insanlığı yıkıcı sonuçlarıyla birlikte dünya savaşlarına soktular. Onların aynı şeyi bir kez daha yapmasına izin verilmemeli.

Rudd’un başbakan olarak dönüşü, Avustralya ve bölge işçi sınıfının karşı karşıya olduğu savaş tehlikesini hiçbir şekilde azaltmamaktadır. Tersine, 2010 darbesine yol açan çatışmalar, geçtiğimiz üç yıl içinde yalnızca yoğunlaşmıştır. Obama’nın dönüşü şimdi bir gerçeklik haline gelmektedir. ABD’nin bölgedeki askeri ve diplomatik müttefikler ağı, Çin anakarası etrafında sürekli daralan bir ilmiktir. Bölgesel çatışmaların büyük emperyalist güçlerin çıkarlarıyla kesiştiği Asya’daki durum, giderek, I. Dünya Savaşı’nın patlamasının kıvılcımının çakıldığı 1914 öncesi Balkanlar’ı andırıyor. Rudd’un, 2009’da kapalı kapılar ardında yapılan bir tartışmada [o zamanki] ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’a söylemiş olduğu gibi, o Çin konusunda “acımasız bir gerçekçi” olmayı sürdürüyor ve “her şeyin ters gitmesi” durumunda ABD’nin önceden askeri saldırısından yana olacaktır.

Savaş dürtüsü, politikacıların öznel niyetleri eliyle değil ama küresel kapitalizmin keskinleşen çelişkileri; öncelikle de dünya ekonomisi ile rakip ulus devletlerin çelişen çıkarları tarafından belirlenir. Çin, küresel egemenlik peşinde koşan bir emperyalist güç olmamakla birlikte (o, büyük emperyalist devletler tarafından oluşturulmuş jeo-politik çerçeve içinde ikincil bir konumdadır), dünya kapitalizmi için başlıca ucuz emek platformu olarak ortaya çıkması, onu Washington’ın Afrika’da ve bulundukları her yerde önemli kaynaklara, hammaddelere ve pazarlara egemen olma kararlılığı ile çatışmaya sokmuştur.

İşçi sınıfının ve halkın geniş kesimleri, özellikle de gençlik içinde, savaşa ve militarizme karşı derin bir muhalefet var ama o, resmi parlamenter çerçeve içinde herhangi bir çıkış bulamıyor. SEP’in seçim kampanyası, bu muhalefetin kendisini güçlü bir şekilde ifade etmesi ve bilinçli siyasi ifadesi için araçlar sağlayacaktır.

SEP, uluslararası işçi sınıfının 20. ve 21. yüzyıllar boyunca edindiği stratejik deneyimlerin derslerine dayanmaktadır. Biz, özellikle son on yılın derslerine dikkat çekiyoruz. 2003’te patlayan savaş karşıtı gösterilerin Irak’ın istilasını durduramaması, bir başına kamuoyu baskısının önüne geleni yıkan emperyalist gücü durdurmada etkisiz olduğunu göstermektedir. O hareket, yeterince destek görmediği için değil ama Birleşmiş Milletler’in ya da siyaset kurumunun şu ya da bu kanadının baskısının ABD’yi izlediği yolu değiştirmeye zorlayacağında ısrar eden önderliği onu mevcut siyasi çerçeveye tabi kıldığı için başarısız oldu.

Savaş karşıtı harekete egemen olan siyasi güçler, o zamandan beri daha da sağa kaymış durumda. Onlar şimdi, doğrudan doğruya ABD emperyalizmi ile aynı hizaya geldiler. Bu değişime, öncelikle, 2011’de Libya’ya yönelik ABD-NATO müdahalesini destekleyen ve şimdi Suriye’de “rejim değişikliği” gerçekleştirmek için ABD önderliğinde sürdürülen operasyonun arkasında hizaya geçen çeşitli küçük-burjuva sol eğilimler damga vurmaktadır.

Sahte solun konumu, yanlış adlandırılmış Sosyalist Alternatif’in “tepkisel emperyalizm karşıtlığı”ndan vazgeçmek gerektiğinde ısrar etmesinde özetlendi. Bu dünün savaş karşıtı göstericileri, günümüzün ateşli emperyalizm savunucularına dönüşmüş durumda. Onların Ortadoğu’da ABD’ye ve diğer emperyalist güçlere verdikleri destek ve ABD’nin Asya-Pasifik’teki savaş hazırlıkları karşısındaki sessizlikleri, Çin’e yönelik bir saldırıya arka çıkmaya şimdiden hazırlandıklarını gösteriyor.

Bu eğilimlerin evriminin kökleri, köklü toplumsal ve ekonomik süreçlerdedir. Onlar işçi sınıfı değil ama hali vakti yerinde üst-orta sınıflar adına konuşmaktadırlar. Onların maddi çıkarları, büyük bir servetin geçtiğimiz yirmi yıl boyunca toplumun en üst tabakasında toplanmasının kaynağı olan aşırı boyutlardaki mali asalaklığa ve sonuçta bu servetin bağlı olduğu önemli hammadde ve ucuz emek kaynakları üzerindeki emperyalist denetime tabidir.

Geçtiğimiz yüzyılın en önemli dersi, emperyalist savaşa karşı mücadelenin, yalnızca, işçi sınıfının siyasi iktidarı almak ve savaşın kaynağı olan kapitalist kar sistemini yıkmak için devrimci sosyalist bir perspektif temelinde harekete geçirildiği ölçüde ilerleyebildiğidir.

Gerçek bir savaş karşıtı hareketin gelişmesi, işçi sınıfının mücadelelerinin ulusal sınırlar ötesinde birleştirilmesini gerektirir. SEP’in milliyetçiliğin, şovenizmin ve ırkçılığın bütün biçimlerine karşı mücadeleyi kampanyasının odağına yerleştirmesinin nedeni budur. Rudd ve onun bakanları, sığınmacı karşıtı histeriyi beslemede, sığınma başvurusunda bulunma taleplerini engellemek ve onları zulme, yoksulluğa ve muhtemelen ölüme geri göndermek için “ekonomik göçmen” olarak günah keçisi ilan etmede, işe, Gillard’ın bıraktığı yerden başladılar. SEP, herkesin Avustralya’da ya da diledikleri ülkede tam yurttaşlık haklarına sahip olarak yaşama ve çalışma haklarını koşulsuz olarak savunur.

Troçki, II. Dünya Savaşı’nın öngününde, “Kapitalizm, insan soyunu tüketmeden ya da kana boğmadan önce, dünya atmosferini zehirli milliyetçi ve ırkçı nefret buharıyla kirletir.” diye yazmıştı. Onun uyarısı geçerliliğinden hiçbir şey yitirmemiştir. Savaşa karşı mücadelenin üzerinde başarıyla yükselebileceği tek temel, sosyalist hareketin “Dünya İşçileri, Birleşin!” eylem çağrısıdır. Emperyalizm, küresel bir felaket tehdidi oluşturan güçlü ve berbat bir güçtür. O, yalnızca, ondan çok daha büyük bir güçle; uluslararası işçi sınıfının birleşik devrimci hareketiyle yenilgiye uğratılabilir.

Toplumsal karşı-devrim

Dışarıdaki emperyalist savaşa, kaçınılmaz biçimde, içeride işçi sınıfına karşı verilen sınıf mücadelesi eşlik eder. 2008’deki küresel krizden bu yana, bir ülkeden diğerine, işçi sınıfı tarafından II. Dünya Savaşı sonrasında elde edilmiş bütün toplumsal kazanımlara karşı, bir toplumsal karşı-devrimi ifade eden sert kemer sıkma önlemleri uygulamaya konuyor. Yunanistan’da, Kıbrıs’ta, İspanya’da, Portekiz’de, İtalya’da ve diğer Avrupa ülkelerinde, işçi sınıfı, 1930’ların koşullarına geri döndürülüyor. Amerikan işçileri, Büyük Bunalım’dan bu yana en kötü toplumsal ve ekonomik koşullarla karşı karşıya iken, Britanya’da, savaş sonrası refah devletinden geride kalan az sayıda şey sistematik olarak parçalanıyor. Trilyonlarca doları asalak mali sermayeye bağışlamış olan egemen seçkinlerin tek bir politikası var: kapitalist kar sisteminin tarihsel krizinin bedelini işçi sınıfına ödetmek.

Rudd, başbakanlık makamına, Avustralya’da patlayıcı toplumsal altüst oluşlar beklentisiyle geri döndü. Göreve geri getirilmesinin ardından yaptığı ilk konuşmasında, resmi politikalardan tiksinmiş olan gençleri yeniden kazanma ihtiyacına özel vurgu yaptı. Rudd, görünüşteki toplumsal istikrarın altında, sınıfsal gerilimlerin hızla patlama noktasına ulaştığının farkında. 2011’de Mısır ve Tunus’ta, bu yıl içinde ise Türkiye, Brezilya ve bir kez daha Mısır’da olduğu gibi, kitlesel hoşnutsuzluk, aniden ve beklenmedik biçimlerde patlayacak. Rudd, artan toplumsal hoşnutsuzluğu parlamenter çerçeve içinde geriye yönlendirme yönünde çaresiz bir girişimle atanmıştır.

Başbakan, Çin’in başını çektiği ve Avustralya kapitalizmine belirli bir tampon sağlamış olan madencilik patlaması biterken, artık “zor kararlar”ın alınması gerekeceğini şimdiden açıklamış durumda. Daha şimdiden, Avustralya’nın yedi eyaleti resmen durgunluk içinde ve tüm ekonomide kitlesel işten çıkartmalar artıyor. Société Générale SA’nın uzmanlarından Albert Edwards, Haziran ayı sonlarında, bir bütün olarak Avustralya ekonomisinin, 2008’deki mali krizi tetikleyen “zehirli varlıklar”a –“patlamayı bekleyen güçlendirilmiş bir saatli bomba”ya- benzediği uyarısında bulundu.

Yeni başbakan, büyük şirketlerin ekonomik “reform” ve “yeniden yapılanma” programını uygulamak için, onlarla yakın çalışma içinde olma sözü verdi. Gillard, 2010’da göreve getirildikten sonra, mali kriz sonrası teşvik harcamalarını kesmiş ve çocuğunu tek başına büyüten anne-babalara, işsizlere ve diğer sosyal yardım alıcılarına yönelik bir dizi saldırı başlatmıştı. Şimdi, şirket seçkinleri, çok daha fazlasını istiyorlar. Bu, kamu eğitimine, sağlığa, sosyal yardımlara, diğer temel hizmetlere ve toplumsal altyapıya yapılan harcamaların sürekli ve şiddetli bir şekilde kesildiği, Avrupa tarzı bir toplumsal karşı-devrimden başka bir şey değildir.

Büyük şirketler, Avustralya kapitalizminin “uluslararası düzeyde rekabet edebilir” olmasını garantiye almak için, ısrarla, “daha fazla üretkenlik” (işçi sınıfının sömürülmesini yoğunlaştırma) çağrısı yapıyorlar. Mali çöküşten bu yana, 130.000’den fazla üretim işi, şimdiden kalıcı şekilde ortadan kaldırılmış durumda. Şimdi, bütün sanayi imha ile tehdit ediliyor. Ford fabrikalarının 2016’da kapatılması planı ve Holden yönetiminin büyük ücret kesintileri talep etmesi nedeniyle, otomobil işçilerinin karşı karşıya olduğu durum, bütün işçi sınıfının toplumsal konumuna yönelik daha kapsamlı saldırının yalnızca bir ifadesidir.

Toplumsal eşitsizlik derinleştikçe, büyük çoğunluğu oluşturan sıradan insanların yaşam koşulları hızla kötüleşiyor. Çoğu insan için, barınma maliyetleri şimdiden katlanılamaz düzeylere ulaşmış ve hane halkı borçları 2000 yılında yüzde 94’ten, günümüzde yüzde 150’ye sıçramış durumda. Bundan kazançlı çıkanlar, 2012 yılında toplam 25 milyar dolar kar elde eden büyük bankalardır. Mali sermaye rekor karlar elde ederken, sosyal hizmetler, sağlık ve eğitim yağmalanıyor.

SEP, şu ana kadarki saldırıların, gelecek seçimlerde iktidara gelecek herhangi bir parti eliyle gerçekleştirilecek olan saldırıyla karşılaştırıldığında görece önemsiz kalacağı uyarısını yapar.

Diktatörlük tehlikesi

Bu tür önlemlere herhangi bir toplumsal destek yok. Kamuoyu yoklamalarının aşırı oynaklığı, tüm resmi siyaset kurumuna olan benzersiz yabancılaşmanın ve öfkenin açık bir yansımasıdır. Parlamentodaki bütün partiler (İşçi Partisi, Liberal-Ulusal Parti, Yeşiller) önceki tabanlarını yitirmiş; iç çatışmalara ve anlaşmazlıklara batmış durumdalar. Gündemlerini gerçekleştirme konusundaki yetersizliklerinden umutsuzluğa kapılan egemen seçkinler, onu zorla kabul ettirmek için, demokratik haklara köklü saldırıları içeren parlamento dışı, diktatoryal önlemlere giderek daha fazla başvuracaklar.

Avustralya burjuvazisinin parlamenter demokrasiden vazgeçmeye gönüllü olduğu, 11 Kasım 1975’teki Canberra darbesinde görülmüştü. Whitlam’ın demokratik yollarla seçilmiş İşçi Partisi hükümetinin CIA’in ve Britanya istihbarat örgütü MI6’ın dahil olduğu güçler tarafından düşürülmesi ve bizzat Whitlam’ın görevden alınmaya korkakça teslimiyeti, İşçi Partisi’nin sonraki dönüşümünde açıklığa kavuştu. Hawke ve Keating’in sonraki İşçi Partisi hükümeti, her türlü sosyal reform vaadinden vazgeçti ve bunun yerine, Avustralya kapitalizminin şirket seçkinlerinin yararına büyük bir “yeniden yapılandırılma”sını uyguladı.  Rudd ve Gillard’ın İşçi Partisi hükümetleri, 2007’den bu yana, Howard’ın liberal hükümeti tarafından düzmece “terörle mücadele” amacı çerçevesinde oluşturulmuş taslağa dayanan bir polis devletinin iskeletini dikiyor.

Temel demokratik hakların ne ölçüde parçalandığı, en çarpıcı biçimde ABD’de açığa çıkmış durumda. NSA’nın eski sözleşmeli çalışanı Edward Snowden, cesur bir şekilde, ABD devlet aygıtı tarafından Amerikan halkını ve dünyayı gizlice dinlemek için kullanılan yaygın ve yasadışı elektronik gözetim ağını ortaya çıkardı. Canberra, ABD önderliğindeki “Beş Göz” istihbarat paylaşım anlaşmasının bir parçası olarak ve Pine Gap gibi ABD gözetleme üsleri dolayımıyla NSA’nın casusluk ağına derinlemesine dahil oldu. Obama yönetiminin Snowden’a karşı kan davası, egemen çevrelerde demokratik haklara ve temel anayasal kurallara ilişkin hukuk tanımaz küçümsemeyi göstermektedir.

Sosyalist Eşitlik Partisi, işçilere ve gençlere, Snowden’ı ve ABD emperyalizminin suçlarını açığa çıkardığı için onun tarafından hedefe yerleştirilen Julian Assange ile Er Bradley Manning’in de dahil olduğu diğer kişileri acilen savunma çağrısı yapar. Bu, işyerlerinde, üniversitelerde, okullarda ve işçi sınıfı mahallelerinde destek sağlamak demektir. Snowden’ın, Assange’ın ve Manning’in savunusu, dünyanın dört bir yanında demokratik hakları savunma mücadelesi için mızrak başı haline gelmelidir.

SEP’in bütün faaliyeti, savaş, toplumsal karşı-devrim ve diktatörlük programına karşı, bir işçi iktidarı ve toplumun sosyalist yeniden örgütlenmesi mücadelesi dolayımıyla işçi sınıfının çözümünü ilerletmek için, onun bağımsız siyasi hareketini geliştirmeye yöneliktir.

Böylesi bir hareketin başlıca görevi, işçi sınıfının kapitalist iki partili parlamenter sistemden ve onun çeşitli Yeşil ve sahte sol savunucularından siyasi bağımsızlığını inşa etmek olacaktır. Sahte solcular, sahtekarca, Liberaller’e göre “kötünün iyisi” olarak İşçi Partisi’nin desteklenmesi gerektiğini iddia ediyorlar. Bu, bütün yalanlar gibi, siyasi bir amaca hizmet etmektedir: işçi sınıfını felç etmek ve onun İşçi Partisi’nin ve sendika bürokrasilerinin cenderesinden kurtulma mücadelesini engellemek.

Sahte solun, işçilerin yalnızca sendikaların himayesi dolayımıyla çıkarları uğruna mücadele edebileceği iddiası da aynı ölçüde zararlıdır. Gerçek şu ki, sendikalar hiçbir şekilde işçilerin örgütleri değildir. Üretimin küreselleşmesi, geçtiğimiz otuz yıl boyunca, onların ulusal düzenlemeler üzerine kurulu eski, sınırlı, reformist programlarını paramparça etmiş; onları, büyük şirketlerin, bankaların ve mali sermayenin emirlerini işçi sınıfına zorla kabul ettiren bir sektörel polis gücüne dönüştürmüştür. Hem İşçi Partisi hem de sendikalar, doğrudan doğruya Avustralya ve ABD emperyalizminin çıkarlarına hizmet ediyorlar.

İşçi sınıfı, kendi bağımsız sınıf çıkarlarını, yalnızca kitlesel toplumsal ve siyasal mücadelesi dolayımıyla elde edebilir. SEP, fabrikalarda ve işyerlerinde, sendikalardan bağımsız ve onlara karşı, işleri, ücretleri ve çalışma / yaşam koşullarını savunmak için mücadele edecek yeni taban örgütlenmelerinin oluşturulması çağrısı yapar. Biz, aynı zamanda, okullarda, üniversitelerde, sağlık kurumlarında ve diğer sosyal hizmetlerdeki kemer sıkma kesintilerine karşı kitlesel toplumsal ve siyasal mücadeleyi geliştirmek için, tüm ülkede, mahallelerde eylem komitelerinin oluşturulması çağrısı yapıyoruz.

SEP, bütün işçileri, öğrencileri, gençleri, sosyalist düşünceli aydınları ve meslek sahibi insanları, seçim kampanyamıza en fazla desteği vermeye davet eder. Olabilecek en fazla oy çağrısı yapmakla birlikte, bizim asıl amacımız seçim sandıklarında kazanmak değildir. Bizim amacımız, işçi sınıfının yeni bir siyasi hareketini geliştirmek ve bu harekete bilimsel sosyalist bilinç (dünya savaşı, toplumsal yıkım ve diktatörlük tehlikesine son vermek için yalnızca kapitalist kar sisteminin yıkılması ve dünya sosyalist sisteminin kurulması gerektiği kavrayışı) kazandırmaktır.

Bu, her şeyden önce, Avustralya’da ve uluslararası ölçekte, işçi sınıfının yeni devrimci önderliğinin inşasını gerektirir. Bu perspektif, SEP’in ve 1938’de Troçki tarafından kurulmuş olan sosyalist devrimin dünya partisinin; Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) perspektifidir. DEUK, siyasi faaliyetini bilinçli ve en güçlü şekilde Lenin ile birlikte Rus Devrimi’nin önderi Troçki tarafından Stalinizme ve ulusal oportünizmin bütün biçimlerine karşı verilen mücadelede cisimleşmiş olan devrimci Marksizmin ilkeleri ve programı üzerine kuran tek partidir. Sosyalizmin (toplumsal eşitliğin; yoksulluğa, sömürüye, baskıya ve savaşa son vermenin) zorunluluğu konusunda aynı düşünen herkesi SEP’in seçim kampanyasına katılmaya; tarihimizi, programımızı ve ilkelerimizi incelemek için DEUK’un internet yayını olan Dünya Sosyalist Web Sayfası’nın düzenli okuru olmaya ve saflarımıza katılmak için başvurmaya çağırıyoruz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir