Savaş yöneliminin ekonomik temelleri

Uluslararası Para Fonu (IMF) ile Dünya Bankası’nın bu hafta yayımladığı ve ekonomik büyüme yönünde bir beklenti içermeyen raporda görüldüğü üzere, büyük kapitalist güçler arasında artan gerilimlerin ve militarizmin yükselmesinin ardında yatan temel etmen, küresel kapitalist sistemin derinleşen krizidir.

Ekonomik çöküşün, hem IMF’in hem de Dünya Bankası’nın raporunda vurgulanan en çarpıcı ifadelerinden biri, reel sektörde sürmekte olan yatırımsızlık ile dünya ekonomisinin yeni bir krizin koşullarını yaratan kredi balonlarına bağımlılığıdır.

Bu hafta yaşadığımız iki gelişme, dikkatleri birbiriyle bağlantılı bu süreçlere çekti. Bunlardan biri, ABD Merkez Bankası’nın (Federal Reserve-Fed) Serbest Piyasa Komitesi’nin, bankaların ve mali sektör spekülatörlerinin karlarını yükseltmiş olan, sıfıra yakın faiz oranlarını arttırmak için acele etmediğini gösteren toplantı tutanaklarının yayımlanması üzerine ABD borsalarının Çarşamba günü yükselmesiydi.

Bundan bir gün önce, Atlantik Okyanusu’nun öte yanından gelen ve Alman sanayi üretiminin Temmuz ayında yüzde 4 düştüğünü (2009’dan bu yana yaşanan en büyük gerileme) gösteren ve Avrupa’nın en büyük ekonomisinin durgunluğa girebileceği yönünde uyarılarda bulunan bir rapor yayımlandı.

Bu gelişmeler, aynı sürecin iki yanını oluşturmaktadır. ABD borsalarındaki yükselme, mali asalaklığın bir ifadesi iken, dünyanın en büyük imalat merkezlerinden biri olan Almanya’dan gelen veri, “uzun süreli ekonomik durgunluk” denilen durumun bir diğer ifadesidir. Bu iki gelişme, küresel kapitalist ekonominin çöküşünü vurgulamaktadır.

Marx, Kapital’de, rekabetin, işler iyi gittiği sürece, kapitalist sınıfın farklı kesimleri işçi sınıfının emeğinden edinilen yağmayı paylaştığı için, karların ve pazarların büyümesi yoluyla, bir tür faaliyet kardeşliğine yol açtığını açıklamıştı. Ama sorun, karları paylaşma değil de pazarların daraldığı koşullarda kayıpları önlemeye çalışma haline geldiğinde durum farklıydı. Rekabet, o zaman, her biri kayıpları rakiplerine yıkmaya çalışan düşman kardeşler arasında bir çatışmaya dönüşüyordu.

Sermayenin farklı kesimleri, Marx’ın yaşadığı günlerden bu yana, büyük ölçüde genişlemiş durumda. Mücadele, artık, ulusal bir piyasada faaliyet gösteren şirketler arasında gerçekleşmiyor. Şimdi söz konusu olan, ekonomik üretimleri kimi durumlarda tüm ülkelerin gayrisafi yurtiçi hasılasından büyük olan dev ulusötesi şirketler arasında küresel bir çatışmadır.

Geçtiğimiz birkaç hafta içinde, dünyadaki en büyük demir üreticileri, çeliğin önemli bir bileşen olduğu küresel yatırımların azalması sonucunda her zamankinden daha kötü piyasa koşullarıyla karşılaştığı için, yalnızca küresel demir cevheri savaşı olarak adlandırılabilecek olan bir patlamaya tanık olundu.

En büyük küresel demir cevheri şirketlerinden biri olan BHP Billiton, bu hafta, keskin bir şekilde azalan fiyatlara (demir cevheri fiyatları, 180 dolar / tonluk doruk noktasından, bugün 80 dolara düşmüş durumda) yönelik tepkisinin, üretimi düşürmeyip arttırmak ve üretim maliyetlerini 20 dolar/tonun altına indirmeyi amaçlayan maliyet azaltma önlemleri almak olduğunu açıkladı. Bu hamlenin ve diğer dev demir cevheri üreticileri Rio Tinto ile Vale’nin benzeri girişimlerinin amacı, fiyatları düşürerek, Hindistan’daki, Çin’deki ve başka yerlerdeki yüksek maliyetli üreticileri köşeye sıkıştırmaktır.

Diğer önemli malların (hem hammaddelerin hem de mamul malların) üretiminde ve satışında tekrarlanacak olan bu küresel savaş, ekonomi alanıyla sınırlı durumda. Ama orada durdurulmayacak.

I. Dünya Savaşı’nın kapitalist ekonominin temel çelişkilerinde yatan temellerini ortaya koyan Lev Troçki, 20. yüzyılın ilk on yılında yaşanan ekonomik büyümenin sona ermesiyle karşılaşan büyük emperyalist güçlerin, kendi ekonomik sistemlerinin krizini “mekanik araçlar”, yani rakiplerine karşı askeri çatışma yoluyla çözmeye çalıştığını belirtmişti.

Troçki’nin yüz yıl önce işaret ettiği ekonomik koşullar, çok daha büyük bir güçle geri dönmüş durumda. Buna uygun olarak, “mekanik araçlar”a başvurma yönündeki hazırlıklar yapılıyor.

Geçtiğimiz yıl, durgunluğun ve açık gerilemenin dünya ekonomisinin kalıcı bir özelliği haline geldiği giderek daha fazla kabul edilirken militarizmin yükselmesi, bir rastlantı olamaz.

Hem Almanya hem de Japonya, 20. yüzyılın birinci yarısında tutmuş oldukları yola geri dönmek için, savaş sonrası dış politik yönelimlerini açıkça bir yana atmış durumda. Bu, ABD emperyalizminin Ortadoğu’ya egemen olmayı amaçlayan savaş yönelimini, Rusya’ya yönelik baskıları ve Çin’e karşı Asya’ya dönüşünü yoğunlaştırırken gerçekleşiyor. Almanya’nın yönetici seçkinleri, onun artık bir Avrupa gücü işlevi göremeyeceğini, küresel bir rol oynamak zorunda olduğunu vurguluyor. Bu arada, Japonya’daki Abe hükümeti, Japonya’nın sınır ötesi askeri harekatın yolunu açmak için, savaş sonrası anayasasını “yeniden yorumlamış” durumda.

Ekonomik gerilimler giderek daha fazla açığa çıkıyor. ABD ve onun etkisi altında olan IMF gibi ekonomi kurumları, Alman yetkililerin Avrupa’nın geri kalanı üzerindeki mali kısıtlamaları kaldırmaya ve böylece ABD ekonomisine son derece ihtiyaç duyduğu büyümeyi sağlamaya karşı çıkmasına giderek daha fazla düşman oluyor (ABD ve IMF bu kısıtlamaları “baskıcı” olarak görüyor). Öte yandan, ABD bankalarının ve finans kurumlarının, Avrupa için yıkıcı sonuçları olan 2008 krizini hızlandıran faaliyetlerine son derece kırgın olan Alman egemen seçkinleri, kendi bankalarının konumunu ABD mali sermayesi yararına daha da zayıflatacağını düşündükleri yollara başvurmaya eğilimli değil.

Daha küçük emperyalist güçlerin hareketi, aynı pusula ibresinin yönelimi magnetik alanın varlığını gösterdiği gibi, gelişmelerin ana eğilimine işaret ediyor.

Avustralya bunun tipik bir örneğidir. ABD’nin, 2011’deki Çin karşıtı Asya’ya dönüşünde tamamlayıcı bir rol üstlenmiş olan Avustralya, giderek daha fazla, ABD emperyalizminin öncü birliği işlevi görmektedir. O, Malezya Havayolları’na ait MH17 sefer sayılı uçağın geçtiğimiz Temmuz ayında nedeni hala açıklanmamış olan düşürülmesi üzerine Rusya’ya yönelik düşmanlığın kışkırtılmasında başı çekmekte; ardından da ABD’nin Ortadoğu’da, Suriye’de yönetim değişikliğini ve daha fazlasını hedefleyen savaş yöneliminin ön cephesinde yer almaktadır.

Küresel kapitalist ekonominin çökmesinden kaynaklanan güçlü ekonomik etmenler işbaşında. Avustralya kapitalizminin, Çin’e demir cevheri ve başka hammaddeler ihracı yoluyla yaşamış olduğu barışçıl büyüme dönemi, egemen çevrelerde, yaklaşan çatışmalarda ABD’nin ekonomik, mali ve askeri gücüyle her zamankinden daha fazla işbirliği yapma kararına yol açacak şekilde, sona ermiş durumda. Küresel kapitalist krizin derinleşmesiyle birlikte, büyük güçler arasındaki bölünmeler artarken, diğerleri de nerede yer alacaklarına ilişkin benzeri kararları alacaklar.

Ekonomik süreçler ile siyaset arasındaki ilişkiler, kuşkusuz, doğrudan ve kaçınılmaz değil ama karmaşık biçimler edinirler. Bununla birlikte, genel eğilim ortada. Küresel ekonomik büyümede sürmekte olan gerileme (ki bu IMF’in raporunda tespit ediliyor ama açıklanmıyor), militarist yönelimin, önümüzdeki dönemde, bir diğer dünya savaşının patlamasının koşullarını yaratacak şekilde yoğunlaşacağı anlamına geliyor. İnsanlığa yönelik bu felaket, yalnızca, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK) tarafından geliştirilmiş olan sosyalist enternasyonalizm programı ve perspektifi uğruna aktif siyasi mücadele yoluyla önlenebilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir