Her gün yeni bir çatışma ve ölüm haberinin gelmeye devam ettiği ve ülkenin önemli bir bölümünün savaş bölgesine ve halkın açık hedef haline dönüştürüldüğü bir ortamda, sözde geçici hükümet, bugün Koza İpek Holding’e ve ona bağlı medya kuruluşları ile üniversiteye baskınlar düzenledi. Maliye Bakanlığı’na bağlı denetleyicilerin polis eşliğinde gerçekleştirdiği bu baskın, egemen seçkinlerin 1 Kasım’da yapılması planlanan erken seçimler öncesinde polis devleti inşasını hızlandırma yönelimindeki en son adımdır.
Bu operasyon, Türkiye’deki siyasi gelişmelerle ilgili olarak devletin doruk noktasından güvenilir haberler veren Twitter fenomeni Fuat Avni tarafından birkaç gün önce bildirilmişti. Avni, Erdoğan’ın muhalif medya kurumlarına yönelik kapsamlı bir saldırıya girişeceğini ve bu işe Gülen / Hizmet hareketine yakın şirketlerden başlanacağını yazmıştı. O zamanlar başbakan olan Erdoğan’ın, 17-25 Aralık 2013 rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasından bu yana, eski işbirlikçisi ve ortağı olan Hizmet hareketine karşı savaş açtığını biliyoruz. [1]
AKP ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Hizmet hareketi arasındaki çatışma, 2014 yılı başında, IŞİD’e silah taşıyan “MİT TIR’ları” soruşturması [2] ile birlikte iyice kızışmış; iktidar, meclisten geçirdiği yasa değişiklikleri eşliğinde, yargı ve güvenlik bürokrasisi içinde, “paralel yapı” olarak adlandırdığı Hizmet hareketine karşı kapsamlı bir tasfiyeye girişmişti. Birkaç ay sonra ikinci yılını dolduracak olan bu saldırılarda, çok sayıda yargı ve güvenlik bürokratı görevden alındı, sürgüne gönderildi, hatta tutuklandı. Tutuklananlar arasında, Samanyolu Yayın Grubu’nun yöneticisi Hidayet Karaca gibi gazeteciler de bulunuyordu.
Koza İpek Grubu’na yönelik baskınların gerçekleşmesiyle aynı gün, Bugün gazetesi, silah yapımında kullanılan malzemelerin Akçakale sınır kapısından IŞİD’e sevkiyatını manşetten belgeliyordu. Anımsanacağı üzere, IŞİD’e silah ve mühimmat sevkiyatı, Mayıs sonunda Cumhuriyet gazetesi tarafından manşete çıkartılmış ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, gazetenin yayın yönetmeni Can Dündar’ı “ağır bir bedel ödetmekle” tehdit etmişti. Dündar, bu tehdidin aynı zamanda bir talimat olduğunu anlayan savcıların talebi üzerine yargılanıyor.
Koza İpek Holding’e bağlı medya organlarına yönelik baskın, gazeteci örgütlerinin yanı sıra burjuva politikacılar tarafından da, “anayasa dışı” ve erken seçimlerde AKP’nin oylarını arttırma amaçlı olarak kınandı. Onlar, “basın ve girişim özgürlüğü”nün önemini vurguladılar ve ülkedeki yatırımların duracağı ve sermaye çıkışının daha da hızlanacağı uyarısında bulundular. CHP’nin genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin dünyanın gözünde rezil edildiğinden söz ederken, HDP’li AB Bakanı Ali Haydar Konca, tüm dünyanın Türkiye’nin demokratik bir ülke olduğu konusunda kaygılı olduğunu anlattı. Sahte solun içinde yer aldığı ya da “dışarıdan” desteklediği HDP, burjuva partiler içinde, AKP’nin seçim hükümetine katılan tek parti.
Burjuva muhalefetin ve “dünya”nın, yani Ankara’nın emperyalist müttefiklerinin ilgilendiği şey, demokrasi değil; Ortadoğu’daki ve Türkiye’deki çıkarlarıdır. Dolayısıyla, bu partilerin Avrupalı emperyalistlerin ve ABD’nin “demokratik” desteğine umut bağlaması, tam bir cahillik değilse açık bir yalandır. ABD ve Avrupalı emperyalistler, CHP ve HDP ile burjuva muhalif medyanın açıkça karşı çıkmak bir yana desteklediği İncirlik üssünün kullanımı ve Türkiye’nin Suriye’deki operasyonlara aktif katılımı karşılığında, AKP iktidarına açık çek vermiştir.
Küçük-burjuva solunun desteklediği HDP’nin de dahil olduğu burjuva muhalefetin emperyalist devletlerden “demokratik” beklentileri, onların “hukukun üstünlüğü”ne yaptıkları göndermeler ve Erdoğan’ın “keyfiliği”, “çılgınlığı” ve “akıl tutulması” üzerine ettiği bütün laflar, daha önce olduğu gibi, işçi sınıfı ile gençliğin kafasını karıştırmaya hizmet eden içi boş söylemlerdir.
Anayasaya aykırı biçimde Erdoğan tarafından yönetilen AKP hükümeti, 2013 Haziranındaki Gezi Parkı protestolarından bu yana “dış güçlerle bağlantılı kriz ve faiz lobisi” hakkındaki açıklamalarda görmüş olduğumuz gibi, alttan alta derinleşen ekonomik, toplumsal ve siyasi kriz için bir günah keçisi bulmaya ve iktidarını sürdürmeye çalışmaktadır. AKP ve burjuvazinin onun yaratmış olduğu bir kesimi, yolsuzlukların ve Ortadoğu’daki savaş suçlarının hesabını vermek durumunda kalabileceklerini çok iyi biliyorlar. Öte yandan, Türkiye egemen sınıfının, kendisi de hükümetin tehdidi altında kalabilecek olan ana ve geleneksel kesimleri de, büyük karlar elde etmeye devam ettikleri ve gerçekten yıkıcı bir ekonomik kriz henüz patlak vermediği için, iktidarın bütün anti-demokratik uygulamaları karşısındaki sessizliklerini sürdürüyorlar.
Mevcut baskı dalgası, tek başına müflis AKP gericiliğinin iktidarını sürdürme çabası olarak değil ama Suriye ve Irak’ta tırmanan emperyalist müdahalenin ve Türkiye’de uzun süredir adım adım yaşanan rejim değişikliği operasyonunun bir parçası olarak anlaşılabilir. Türkiyeli işçiler ve gençlik, Türkiye’yi kaosa sürükleyen şeyin Erdoğan’ın “çılgınlığı” değil; onu yaratan ve iktidara yükselten kapitalist kar sisteminin krizi olduğu gerçeğini kavramak zorundadır. Egemen sınıfın ve bütün burjuva partilerin, taktiksel muhalefetlerine rağmen, AKP’nin bütün pervasız hamleleri karşısında bu denli sessiz ve çaresiz olmasının nedeni budur. Onlar, bir yandan “Erdoğan’ın savaş ve totaliter rejim yönelimi” konusunda ikiyüzlü bir şekilde sızlanırken, hükümete etkili bir şekilde meydan okuyabilecekleri meclisi toplantıya bile çağırmıyorlar.
Öte yandan, PKK ile artan çatışmalar ve Suriye’deki savaşın tırmanması, 1 Kasım’da yapılacak olan seçimlerin ertelenmesini bile gündeme getirebilir ki bu olasılık şimdiden tartışılmaya başlandı. Bu olasılık gerçekleşmese bile, mevcut çatışma koşullarının devam etmesi durumunda yapılacak bir seçimin demokratik olması mümkün olmayacaktır.
Kolluk güçleri ve ordu ile PKK arasında süren ve bütün olarak Ortadoğu’da yaşanmakta olan emperyalist-kapitalist paylaşımdan bağımsız bir şekilde ele alınamayacak olan bu çatışmalarda yüzlerce kişi yaşamını yitirmiş, Kürt illeri ve kasabaları devlet tarafından açık savaş alanı haline getirilmiş durumda. Çok sayıda sivilin katledildiği faili meçhul cinayetlerin hızla tırmandığı bu çatışma, işçi sınıfını etnik temelde bölerek ve Türk şoven milliyetçiliğini tırmandırarak, büyük ölçüde AKP iktidarına hizmet etmektedir.
Yalnızca emekçi çocuklarının can verdiği bu gerici savaşın tırmandırılması ile yıllardır “barış” maskesi altında devam eden polis devleti inşası süreci, Ortadoğu’daki emperyalist müdahaleler ile küresel ekonomik kriz eliyle biçimlenen burjuva egemenliği madalyonunun iki yüzüdür. Gerçek ve kalıcı bir barış uğruna mücadele, Lenin’in yüz yıl önce ifade ettiği şu cümlede özetlenmektedir: “Bir dizi devrim olmaksızın, sözde demokratik barış bir orta sınıf ütopyasıdır.”