Geçtiğimiz günlerde çeşitli internet sitelerinde yayınlanan “İnternetin ölüm tarihi: 22 Ağustos 2011” başlıklı haberin ardından, uzunca bir süreden beri tartışmalı olan internet yasakları bir kez daha gündeme geldi. Günlerdir, birçok medya organında, uzmanlar ve tartışmanın tarafları konu üzerine fikir beyan ediyor; çoğu zaman asıl meselenin üzerinden atlayıp, neyin güvenli olduğunu, neyin olmadığını, sansürün nerede gerekli, nerede gereksiz olduğunu anlatıyorlar. Oysa internet yasakları, her şeyden önce egemenlerin toplum tahayyüllerinin bir dışavurumu olarak değerlendirilmeli.
Nedir Bu “Güvenli İnternet”?
Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) tarafından 22 Şubat 2011 günü alınan “İnternetin Güvenli Kullanımı” başlıklı karar ile internet, “standart” ve “güvenli” olarak ikiye ayrılıyor. “Güvenli” paket kapsamında, kullanıcılara “aile”, “çocuk” ve “yurt içi” filtre seçenekleri sunulurken, “standart” paketi seçen kullanıcıların, internet hizmetini bugün kullandıkları şekilde kullanmaya devam etmeleri öngörülüyor.
Bu filtre uygulaması yüzeysel olarak bakıldığında yararlıymış gibi görünüyor ama işin içyüzü öyle değil. 22 Ağustos’tan itibaren, erişim kısıtlaması ve site kapamaları gibi önceki uygulamalara yeni “önlemler” ekleniyor. Hatırlayacağınız gibi, uzun süre tartışılan “youtube yasağı” Başbakan’a sorulduğunda, “Ben girebiliyorum, siz de girin!” demişti. İnternet kullanıcıları, o dönemde farklı Proxy ve DNS ayarları kullanarak mevcut sansürü aşabiliyordu; ama 22 Ağustos tarihi itibariyle, artık bu da mümkün olmayacak ve bu konudaki denetimler de arttırılacak. Özetle, 22 Ağustos’tan itibaren, tüm kullanıcılar, yalnızca erişimi engellenmemiş sitelere ve yine BTK’nın uygulayacağı filtre üzerinden erişebilecekler.
BTK, 22 Ağustos’ta uygulamaya başlanacak kararın gerekçesini Tüketici Hakları Yönetmeliği’ne dayandırıyor ve amacın ailelerin, çocukların ve gençlerin pornografi, fuhuş ve kumar gibi zararlı içeriklerden korunması olduğunu iddia ediyor. Oysa egemenlerin, “güvenlik” ve “koruma” olarak ifade ettikleri hassasiyetler, yalnızca, onların meselenin özünü gözlerden ırak tutmak için sığındıkları bir bahaneden ibaret. Zira çocuklar ve aileler, hem internet altyapı hizmeti veren yer sağlayıcılar tarafından hem de bilgisayarlara yüklenen koruma programlarıyla “zararlı” pornografi, çocuk pornosu, kumar ve fuhuş gibi- içeriklerden korunabiliyorlar.
Amaç ne?
Türkiyeli egemenlerin, dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi, giderek muhafazakârlaştığını; sömürü düzenini din, aile vb. kurumları yücelterek korumaya çalıştıkları hiç kimse için sır değil. Burjuvazinin, maddi temelleri bizzat kapitalist ilişkiler eliyle ortadan kaldırılan bu kurumları kutsallaştırma çabasının gerçekte akıntıya karşı kürek çekmekten başka bir anlam taşımaması bir yana, 22 Ağustos’ta yürürlüğe girecek olan uygulamanın ailenin ve çocukların korunmasıyla da bir ilişkisi bulunmuyor.
İktidarın internete erişimi bütünüyle devlet denetimi altına alan uygulamasının gerçek amacı, bu “özgürlük alanının” toplumsal muhalefet tarafından kullanılmasını engellemektir. 5651 sayılı kanunla birlikte uzunca süredir internet üzerinde “terör” estiren siyasi iktidar, sansürün bahanesi olarak kullandığı çok sayıda porno, kumar vb. sitesine erişimi engellerken, aynı zamanda aralarında çok sayıda haber portalının da bulunduğu muhalif web sitelerini de susturdular. Fıratnews, Azadiyawelat, RojaMed, Atılım, Özgür Gündem, Keditor ve Koxuz gibi politik muhalefet siteleri; ünlü bilim adamı Richard Dawkins’in web sitesi ve İstanbul İndymedia siteleri bu yasaklara örnek olarak gösterilebilir.
İnternetin son dönemde Ortadoğu’da yaşanan toplumsal alt-üst oluşlarda ve dünyanın farklı coğrafyalarında toplumsal muhalefet gruplarının örgütlenmesinde oynadığı rol, Türkiyeli egemenlerin kendi geleceklerini görmelerine neden olmuş ve onları internet üzerindeki denetimlerini arttırmaya itmiştir.
Daha önceki uygulamalar asıl olarak site kapatmaya yönelik iken, 22 Ağustos’tan sonra bununla yetinilmeyecek; ilgili kurumların tepelerine çöreklenmiş bürokratlar tarafından keyfi olarak belirlenen “zararlı” -siz onu muhalif diye okuyun- sitelere girecek olan kullanıcılar da tespit edilecektir.
“Yerli internet” maskaralığı
Buraya kadar olan bölümde, daha çok bu yasanın yasakçı yanına değindik. Fakat bu yasada dikkat çeken bir başka nokta daha var: “Yurt İçi” paketi! Bu pakete üye olan kullanıcılar sadece Türkiye içinden servis sağlayan sitelere ulaşabilecekler!
Üretken sermayenin küresel düzeyde gerçekleşmesinin teknolojik altyapısını ifade eden internetin kitlesel kullanımı, aynı mal ve para sermaye alanında olduğu gibi, sosyal alandaki ulusal sınırların / ulus devlet denetiminin kaldırılmasını temsil eder. Bu yüzden ortaya çıkışının ve yaygın olarak kullanıma açılmasının ardından başlıca “devrimci” atılımlardan biri olan internet, ilerleyen yıllarda, özellikle, görece güçsüz sermaye grupları tarafından bir tehdit olarak algılanmaya başlandı. İnternet üzerindeki ulusal denetim, elbette, güçsüz sermaye gruplarının rakiplerine karşı sarıldığı ulusal korumacılıkla sınırlı değil. İnternet kullanımı, 11 Eylül saldırıları sonrasında görüldüğü üzere, küresel sermayenin başlıca jandarması olan ABD’de bile “terörle mücadele” kapsamında sınırlandırıldı. Özetle, derinleşen krizle ve yükselen muhalefetle birlikte, “ulusal internet” hayalleri de hızla canlanıyor.
Yukarıda, özellikle Ortadoğu’daki bir dizi baskıcı rejime karşı yükselen muhalif hareketlerin ve isyanların, Türkiye’de de egemenleri tedirgin ettiğini söyledik. Burjuva medya, internetin otoriter ve totaliter rejimlerin alaşağı edilmesinde alternatif bir haberleşme ve bir araya gelme aracı olarak oynadığı rol üzerinde fazlasıyla duruldu. İnternetin bir diğer işlevi de, tek tek ülkelerde yaşanan toplumsal hadiseleri dünya kamuoyu ile paylaşma olanağı sunmasıdır. İnternete sansür uygulaması, bu yüzden, kitleleri yeniden ulus-devlet sınırları içine hapsetmek ve oluşabilecek bir toplumsal muhalefeti daha rahat kontrol altına almak için atılan bir adım olarak değerlendirilmeli.
Bütünün parçası olarak internet sansürü
Sonuç olarak internet sansürü, AKP iktidarının son dönemde yaygınlaşan anti-demokratik uygulamalarından bağımsız değildir. AKP hükümeti, iki dönemdir işçi sınıfına karşı kapsamlı bir saldırı sürdürürken, ezilenlerin ve sömürülenlerin hoşnutsuzlarını ifade etmelerini engellemek için basın-yayın organları üzerindeki denetimini ve baskısını da arttırmaya başladı. İnternette sansür uygulaması, daha basılmadan el konular kitaplar, sürekli olarak aleyhlerinde dava açılan sosyalist ve devrimci yayınlar, yıkılan sanat eserleri vb. biçimler altında sürdürülen bu saldırıların bir parçasıdır.
Bütün bu nedenlerden dolayı, işçi sınıfı ve sosyalistler, internet kullanımı üzerinde uygulanmak istenen devlet denetimine ve yasaklara karşı seslerini yükseltmek durumundadır. En gelişkin iletişim teknolojisini ifade eden internete yönelik saldırılar, kapitalist egemenlerin işçi sınıfına yönelik saldırısının önemli bir parçasıdır. Bu yüzden işçi sınıfı devrimcileri, AKP iktidarının internet kullanımını denetim altına alma girişimine karşı geniş bir mücadele hattı örmek için kolları sıvamalılar.