Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK), 18 Şubat’ta yayımlanan “Sosyalizm ve Savaşa Karşı Mücadele” başlıklı açıklamasında, sahte sol örgütlerin Rusya ile Çin’i emperyalist güçler olarak tanımlamak için koşturmalarının nedeniyle yakından ilgilenmektedir. [1]
Bu tanımlama, Rusya ile Çin’in yalnızca 25 yıl içinde bürokratik olarak yozlaşmış işçi devletleri olmaktan çıkıp emperyalist güçlere dönüştüğü tarihsel süreci açıklamaya yönelik hemen hiçbir girişimde bulunmaksızın uydurulmuştur.
Sadece Pekin’deki ya da Moskova’daki rejimlere yönelik siyasi muhalefetin ifade edilmesi söz konusu olsaydı, “emperyalist” sıfatını kullanmak gerekmezdi. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi, Rusya’daki ve Çin’deki kapitalist devletlerin, işçi sınıfı tarafından, dünya sosyalist devriminin asli bir bileşeni olarak devrilmesi çağrısı yapmaktadır…
Çin’e ve Rusya’ya ilişkin tanımlara “emperyalist” sözcüğünü ekleyerek hangi siyasi amaca hizmet edildiğini sormak gerekiyor. Bu, pratik siyaset açısından son derece belirli işlevlere hizmet etmektedir.
Bu, ilk olarak, Amerikan, Avrupa ve Japon emperyalizminin asli ve kesin karşı-devrimci küresel rolünü göreceleştirmekte ve dolayısıyla hafifletmektedir. Bu, sahte solun Esad yönetiminin Rusya tarafından desteklendiği Suriye’deki gibi rejim değişikliği operasyonlarında Amerika Birleşik Devletleri ile aktif işbirliğini kolaylaştırmaktadır. İkinci ve çok daha önemlisi, Rusya’nın ve Çin’in emperyalist (ve böylece, dolaylı olarak etnik, ulusal, dilsel ve dinsel azınlıkları ezen sömürgeci bir güç) olarak adlandırılması, sahte solun bu devletlerin sınırları içindeki emperyalist destekli “ulusal kurtuluş” ayaklanmalarına ve “renkli devrimler”e desteğini onaylamaktadır.
Bu değerlendirme, Beşinci Enternasyonal Birliği’nden (LIFI) ayrılan Devrimci Komünist Uluslararası Eğilim’in (RCIT) politikası eliyle doğrulanmaktadır. Hem RCIT hem de 1970’lerde Uluslararası Sosyalist Eğilim (IST) içindeki bir bölünmeden doğan LIFI, uzun bir Troçkizm karşıtlığı siciline sahiptir. Onların küçük-burjuva temsilcilerinin ayırt edici özelliği, sağcı burjuva güçlere pratik desteklerini maskelemek için yükselttikleri radikal görünümlü söylemdir.
RCIT ve şubeleri, bu tür politikaları en uç noktasına kadar götürüyorlar. RCIT’in uluslararası sekreteri ve önde gelen teorisyeni Michael Pröbsting tarafından yazılan dokümanlar, Marx’a, Lenin’e ve Troçki’ye yapılmış radikal görünümlü söylemle desteklenmiş göndermelere rağmen, emperyalist güçlerin dışişleri ve savunma bakanlıkları ile düşünce kuruluşlarında yazılan strateji belgeleri gibidir.
Pröbsting tarafından yazılan “Büyük Bir Emperyalist Güç Olarak Rusya” başlıklı bir broşür, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği tarafından organize edilen Ukrayna’daki sağcı darbeden sadece birkaç hafta sonra Almanya’da yayınlandı. Pröbsting, dokümanın ilk satırlarında, Rusya ile Çin’in emperyalist saldırganlar olduğunu ilan etmekte; dolayısıyla, üstü kapalı biçimde, onlara karşı mücadeleyi uluslararası politikanın merkezi konusu yapmaktadır.
Pröbsting, şöyle yazıyor:
Ukrayna’daki siyasi kriz ve Suriye’deki iç savaş, kısa süre önce, Rusya’nın emperyalist bir güç olarak önemini bir kez daha göstermiştir. Doğrusu, Rusya’nın ve Çin’in büyük emperyalist güçler olarak yükselişi, son on yılın dünya politikasındaki en önemli gelişmelerden birisidir. Bu, emperyalistler arası rekabeti önemli ölçüde arttırmıştır ve bu yüzden, çeşitli bölgesel çatışmaların ve iç savaşların yoğunlaşmasının arka planını oluşturmaktadır. Biz, özellikle, 2008’deki Gürcistan savaşına, Güney Çin Denizi’nde Çin, Japonya ve ABD arasında yaşanan çekişmeye, Suriye iç savaşına ve şimdi Ukrayna’daki olaylara dikkat çekiyoruz. [2]
Dolayısıyla, Pröbsting’e göre, Amerikan ve Avrupa emperyalizmi, son yıllardaki saldırganlığın ve büyük güçler arasında büyüyen bir savaş tehlikesinin arkasındaki itici güçler değildir. Aksine, asıl sorumluluk, “emperyalist sömürgeci güçler” Rusya ile Çin’e aittir. Pröbsting, şunu ilan ediyor:
Bizler, Rusya’nın (ve Çin’in) emperyalist karakterini görmezden gelmenin, kaçınılmaz biçimde, dünyadaki başlıca siyasi olayları değerlendirmede kafa karışıklığına ve hatta sınıf mücadelesindeki barikatların yanlış tarafını seçmeye yol açan ciddi bir hata olduğunu düşünüyoruz. [3]
Göreceğimiz gibi, Pröbsting tarafından ileri sürülen görüşler, onu, açık bir şekilde, “barikatların yanlış tarafındaki” güçler ile ittifakları meşrulaştırmaya götürmektedir.
Pröbsting, bu dokümanın “İmparatorluğun Yeniden İnşası: Putin’in Rus Emperyalizminin Egemenliğini Genişletme Yönelimi” başlıklı III. bölümünde, şunları belirtiyor:
Rusya, kendi sınırlarının içindeki ve dışındaki diğer ulusları ezmekte ve sömürmektedir. Rusya’nın nüfusunun yüzde 19,1’i, yani yaklaşık beşte biri etnik ve ulusal azınlıklara mensuptur. Bunların en önemlileri, Tatarlar (% 3,9), Ukraynalılar (% 1,2), Başkırlar (% 1,1), Çuvaşlar (% 1,1), Çeçenler (% 1), Ermeniler (% 0,9) ve diğer, daha küçük halklardır. Toplamda, Rusya’da yaşayan 185’ten fazla etnik grup var. [4]
RCIT, Rusya’dan ulusal ve etnik temelde ayrılma programlarını uygulamaya yönelik silahlı mücadeleyi onaylıyor. Pröbsting, şöyle yazıyor:
RCIT’in Çeçenistan savaşlarındaki ve benzeri bütün çatışmalardaki tutumu, ezilen ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının kayıtsız koşulsuz savunusudur. Eğer bir ulusal ya da etnik grup ayrılmak ve kendi devletini kurmak isterse, sosyalistler bu isteği desteklemeli ve onları, ezen devletin her türlü baskısına karşı savunmalıdırlar. [5]
Pröbsting’in dokümanı, bu programa etki kazandırmak için “Rusya’nın Etnik ve Ulusal Azınlıkları”, “Rusya’daki Özerk Bölgeler” ve “Rusya’daki Doğal Kaynaklar” haritalarına yer veriyor. Pröbsting, doğal kaynaklara ilişkin olarak şunları yazıyor:
Aşağıdaki rakamların gösterdiği üzere, Rusya’nın hammaddelerinin (petrolün ve doğalgazın öne çıktığı ama kesinlikle bunlardan ibaret olmayan hammaddeler) hatırı sayılır bir bölümü, ulusal azınlıkların önemli bir orana sahip olduğu bölgelerde bulunmaktadır. [6]
Hem Rusya’yı hem de Çin’i daha küçük, daha kolay bir şekilde sindirilebilir parçalara bölme, bu ülkelerin değerli doğal kaynaklarına egemen olma perspektifi, önde gelen jeo-stratejistler tarafından uzun süredir tartışılmaktadır.
Bunun bir örneği, Irak istilasının arkasındaki önde gelen ABD’li stratejistlerden ve planlayıcılardan biri olan Robert D. Kaplan’ın, Foreign Affairs’in güncel sayısında yayımlanan “Avrasya’nın Yaklaşan Anarşisi” başlıklı bir makalesinde bulunabilir. Kaplan, bu makalede, Rusya’daki ve Çin’deki ekonomik krizin köklü iç gerilimleri kışkırtacağını öngörüyor. Sonuç olarak, çeşitli etnik, dinsel ve dilsel azınlıklardan gelen ulusal özerklik talepleri yoğunlaşacak. [7]
Kaplan’a göre, Rusya, “karışıklığa” sürüklenecek ve “bir kez daha parçalanabilir.” O, “Rusya’nın Sibirya ve Uzak Doğu bölgelerinin yanı sıra, merkezden uzak ve kanlı politikaların sıkıntısını çekmiş ve bizzat Kremlin içinde istikrarsızlık olması durumunda Moskova ile bağlarını gevşetmeye başlayabilecek olan ağırlıklı olarak Müslüman Kuzey Kafkaslar”a dikkat çekiyor.
Kaplan, Çin ile ilgili olarak, “bu büyük ülkedeki etnik gerilimlerin artması”na ilişkin uyarıda bulunuyor ve ekliyor: “Hanların egemen olduğu Çin devleti, hepsi merkezin denetimine farklı düzeylerde direnen Moğolları, Tibetlileri ve Uygurları kapsayan bir uluslar hapishanesidir.” Kaplan, “Bugün, Uygur militanları, en yakın ayrılıkçı tehdidi temsil etmektedir.” sonucuna varıyor.
ABD emperyalizminin ve müttefiklerinin Suriye’deki İslamcı güçler ile işbirliklerini enerjik bir şekilde sürdürme kararlılıklarının, Rusya ile Çin’deki ayrılıkçı hareketlere askeri eğitim sağlamayı amaçladığı yönünde belirtiler söz konusudur. Geniş bir çevresi olan ABD’li gazeteci Seymour Hersh, geçtiğimiz Aralık ayında London Review of Books’taki bir yazıda, Washington’dan bir yetkilinin, “Recep Tayyip Erdoğan hükümeti Çin’deki mücadelelerinin yanında oldukları propagandası yaparken”, Türkiye, “Uygurları özel araçlarla Suriye’ye getiriyor.” dediğini aktardı. Hersh’in sözlerini aktardığı ABD’li yetkili, ayrıca, 800’den fazla Uygur savaşçısının “gizli hat” üzerinden Suriye’ye getirilmiş olduğunu ilan ediyordu. [8]
Bu politikanın tarihsel olarak gerici sonuçları, Çin örneğinde özellikle belirgindir. Çin’de 20. yüzyılın başında gelişen ulusal hareket, nesnel olarak, kendi yağmacı “Açık Kapı” programları yararına emperyalist güçler tarafından sürdürülen feodal bölünmüşlüklerin üstesinden gelmek için çeşitli dilsel ve etnik grupları birleştirme biçimindeki tarihsel olarak ilerici (bununla birlikte burjuvazinin önderliği altında çözülemeyecek olan) görevle karşı karşıyaydı. Eğer Pröbsting ve RCIT, Rusya’yı ve Çin’i bölmek için milliyetçi ve etnik merkezli hareketleri teşvik ediyorlarsa, onlar, Pröbsting’in yanlış bir şekilde ileri sürdüğü gibi Lenin’in ve Marksist hareketin enternasyonalist sosyalist geleneğinde değil, aksine emperyalizmin geleneğinde yer almaktadırlar.
Küçük-burjuva sahte sol gericiler, emperyalist destekli ayrılıkçı hareketlere desteklerini meşrulaştırmak için, zaman zaman, Lenin’in, yüz yılı aşkın süre önce, yani küresel kapitalist gelişmenin karşılaştırılamaz biçimde daha düşük bir seviyesinde yazılmış olan “ulusal sorun” üzerine çalışmasına başvuruyorlar. Onlar, her durumda, Lenin’in ulusal soruna ilişkin yaklaşımının daima “eleştirel” olduğunu görmezden geliyorlar. Afrika’nın, Ortadoğu’nun ve Asya’nın büyük bölümünün feodalizmin kalıntılarına ve emperyalist sömürgeci egemenliğe karşı demokratik mücadelenin daha ilk aşamalarında olduğu 1913’te yazan Lenin, ulusal baskıya karşı mücadelenin meşruluğunu kabul ediyordu. Ama o, kendi kaderini tayin hakkını desteklemeye katı sınırlar koymuştu. Kendi kaderini tayin hakkını destekleme görevi,
büyük ölçüde olumsuz bir destektir. Ancak bu, ötesinde milliyetçiliği güçlendirmeye çalışan burjuvazinin “olumlu” faaliyeti başladığı için, proletaryanın milliyetçiliğe destekte gidebileceği sınırdır… Ama burjuva milliyetçiliğine yardımda bu katı bir şekilde sınırlanmış ve kesin tarihsel sınırların ötesine geçmek, proletaryaya ihanet ve burjuvaziden yana olmak demektir. Burada, sıklıkla son derece ince ve Bundcular ile Ukraynalı milliyetçi-sosyalistlerin tamamen gözden kaçırdığı bir sınır çizgisi vardır. [9]
Lenin, 1913’te bile, ulusal ayrılıkçılık bayrağı altında çok sayıda küçük devletin kurulmasını desteklemeyi reddediyordu. “Sınıf bilinçli proletarya her zaman daha büyük devletin savunucusu olacaktır.” diyen Lenin, merkezileşmenin ekonomik önemini vurgulamıştı. [10] Bu satırlar, 103 yıl önce, kapitalist küreselleşmenin çok daha düşük bir seviyesinde; Ekim Devrimi’nden önce; ulusal ve etnik ayrılıkçılık sınıf bilinçli işçilerin sosyalist ve enternasyonalist özlemlerine karşı kapitalist-emperyalist savaşın en etkili silahı haline gelmeden önce yazılmıştı.
Teorik şarlatanlık ile tarihe ilişkin cehaleti birleştiren Pröbsting, kendi kaderini tayin hakkı sloganını, işçi sınıfını bölmek ve emperyalizm tarafından oluşturulup finanse edilseler bile tüm ulusal ve etnik ayrılıkçı hareketlere “koşulsuz” destek vermek için kullanmaktadır. RCIT, açık bir şekilde, “Silahlı biçimleri dahil, özgürlük hareketine koşulsuz destek!” çağrısında bulunuyor. Bu, “örneğin, sosyalist bir Tamil Eelam, birleşik bir İrlanda, birleşik bir Keşmir, bağımsız bir Kürdistan, Çeçenistan, Tibet vb.”yi içeriyor. RCIT, bu ayrılıkçı programı, “Çin’deki Uygurlara, Türkiye’deki, Irak’taki, İran’daki ve Suriye’deki Kürtlere, Rusya’daki Çeçenlere ve diğer Kafkas halkları”na genişletmektedir. [11]
Pröbsting ve RCIT, son derece farklı konuları, geçtiğimiz on yılların tarihsel deneyimlerini ve siyasi derslerini kavramaya bile çalışmadan, gelişigüzel bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu karmaşık süreçleri ayrıntılı bir çözümlemeye tabi tutmak bu makalenin görevi değil ama RCIT’in politikasının gerici karakterinin, en azından iki örnekle gösterilmesi gerekiyor.
Sri Lanka’da otuz yıldan uzun süren iç savaş, Tamil ayrılıkçılığının işçi sınıfı için bir çıkmaz olduğunu ve “sosyalist bir Tamil Eelam” uğruna mücadelenin yalnızca Sri Lanka genelinde sosyalizm uğruna mücadelede Sinhala ve Müslüman işçiler ile ittifak içinde başarılı olabileceğini kanıtlamıştır. Aynısı, Keşmir için de geçerlidir. “Bağımsız Keşmir” talebi, Hindistan’ın 1947’de dayatılmış dinsel ayrımlar temelinde bölünmüşlüğüne karşı sosyalist bir perspektif ve tüm Hint yarımadasındaki kitlelerin ortak mücadelesi olmaksızın, son derece gericidir.
Emperyalist güçler, Sovyetler Birliği’nin Stalinist bürokrasi eliyle tasfiye edilmesinden bu yana, kendi jeostratejik ve ekonomik çıkarlarını izlemek için, defalarca çatışmalar kışkırttılar ve ulusal ve etnik azınlıkları birbirlerine düşürdüler. Bununun kanlı bir örneği, Yugoslavya’nın, 1990’lardaki, yüz binlerce ölüm ve milyonlarca sığınmacı ile birlikte şiddet dolu parçalanmasıdır. Almanya ve ABD, birbirlerini katletmeleri için Sırpları, Müslümanları ve Hırvatları kışkırtmada başrolü oynamışlardı ve ancak bunun ardından askeri olarak bizzat müdahale edeceklerdi. Birçok sahte sol örgüt, burjuva milliyetçiliği zehrini yaymak için emperyalist güçler ile yakın işbirliği yaptı. RCIT, hala, “Boşnakların 1992-95’teki mücadelesi”ne ve “Kosovalı Arnavutların 1999’daki” mücadelesine verdiği destekle övünmeye devam ediyor. RCIT’nin eline, emperyalist güçlerin şimdiki savaş politikaları bağlamında da kan bulaşmıştır. O, tam da DEUK’un açıklamasında betimlenen rolü oynamaktadır.
Onlar, Suriye’de, “Suriye devriminin savunusu” adına CIA destekli rejim değişikliği savaşının propagandasını yapıyorlar.
8 Mart’ta yayınlanan “Suriye devriminin beşinci yıldönümü üzerine” başlıklı bir broşürde “Bugün, Esad rejimi, Rus yıldırım harekatının ve İran önderliğindeki binlerce askerin yardımıyla, Özgür Halep’i ortadan kaldırmakla tehdit ediyor.” deniyordu. [12] Onlar, geçtiğimiz Aralık ayındaki “Bütün Devrimci Örgütlere ve Eylemcilere Açık Mektup”ta, şöyle yazmışlardı: “Suriye’deki devrimci kurtuluş mücadelesi sürüyor ama devasa tehditlerle karşı karşıya. Beşar Esad’ın kanlı diktatörlüğü, hem Rus emperyalizminin hem de İran’ın büyük çaplı desteğiyle, kendi halkına karşı imha savaşına devam ediyor.” [13]
RCIT, aynı zamanda, Ortadoğu’nun emperyalist güçler tarafından paylaşılmasına ve yeniden sömürgeleştirilmesine karşı çıkan “sekter emperyalizm karşıtları”nı suçluyor.
Pröbsting, “Özgürlük Mücadeleleri ve Emperyalist Müdahale. Batı’daki sekter ‘emperyalizm karşıtlığı’nın başarısızlığı: Marksist bakış açısından bazı genel değerlendirmeler ve Libya’daki 2011 demokratik devrimi örneği” gösterişli başlığını taşıyan programatik bir yazıda, Libya’daki 2011 NATO savaşını bir devrim ve işçi sınıfı için bir zafer olarak selamlamayı reddeden herkese saldırıyor.
Pröbsting, şunları yazıyor:
Öte yandan, biz, Libya Devrimi’nin, burjuva-bonapartist Kaddafi rejimini yenilgiye uğrattığı için, işçi sınıfı ve ezilenler adına kısmi bir zaferle sonuçlandığını ileri sürüyoruz… Libya devriminin başka bir olumlu sonucu, Azawad Cumhuriyeti’ni kuran Mali’deki Tuareg halkının ulusal kurtuluş mücadelesinin ilerlemesidir. Bize göre, bu, Libya’daki demokratik devrimin ezilen halk için yararlı olduğunu göstermektedir. [14]
Bu değerlendirme, ipe sapa gelmez olduğu kadar da siniktir. Kaddafi rejimi, Libyalı işçilerin bağımsız bir siyasi hareketiyle değil; havadan atılan NATO bombalarıyla ve karadaki Batı destekli İslamcı vekil güçler eliyle “devrildi”. Bu “kısmi zafer”in sonucu, yıkıma uğramış bir toplum, on binlerce ölü, yüz binlerce sığınmacı ve emperyalist güçlerin yeni bir müdahale tehdididir.
Bu gelişme, Mali için hiç de “yararlı” değil; tersine, bir felaketti. Doğal kaynaklar bakımından zengin ülke, Libya savaşı ve komşusunun yıkımı eliyle krize sürüklendi ve istikrarsızlaştırıldı. Kuzeydeki Tuareg savaşçılarının ve İslamcıların isyanı, “kurtuluş”a değil; iç savaşa benzer koşullara, Bamako’da bir askeri darbeye ve eski sömürgeci güç Fransa ile onun ABD dahil emperyalist müttefiklerinin askeri müdahalesine yol açtı.
Sahte sol eğilimlerin çoğu siyasi olarak gerici güçlere uyarlanmalarını gizlemeye çalışmak için RCIT’ninkilere benzer görüşleri benimserken, RCIT, karşı-devrimci güçler ile işbirliğini stratejik bir kaçınılmazlık olarak meşrulaştırıyor.
RCIT, “Devrimci Komünist Manifesto”sunda, şunu ilan ediyor:
Bizler, böylesi bir yeni ulusal partinin ya da bir Beşinci Enternasyonal’in, yalnızca devrimci değil ama reformist ve merkezci güçleri de kapsayacağı için, mevcut koşullar altında çelişkili bir sınıf karakterine sahip olacağının elbette farkındayız. Bu, önderleri bir dizi sınıf mücadelesinde başarısız olacak ve hatta işçilere karşı barikatların diğer tarafından yer alacak bir Enternasyonal olacaktır. [15]
Bu akıl almaz açık ve kesin ifade, RCIT’in pratiğinde kökleşmiştir. RCIT, şubesinin bulunduğu ve siyasi olarak aktif olduğu her yerde, burjuva güçleri desteklemekte ve gerçekten de “barikatların diğer tarafında” yer almaktadır. RKO Kurtuluş (RKOB), Avusturya’da 2013’te yapılan son ulusal seçimler sırasında, kısa süre önce Viyana’da federal düzeyde muhafazakar Avusturya Halk Partisi (ÖVP) ve Burgenland eyaletinde aşırı sağcı, yabancı düşmanı Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) ile bir koalisyon kuran Sosyal Demokratlar’a (SPÖ) oy verme çağrısı yapmıştı.
Onun Afrika’daki ve Asya’daki destekçileri, aşırı sağcı milliyetçi güçler ile işbirliği yapıyor. RCIT, daha önce alıntı yaptığımız “Açık Mektup”ta, “işçiler ile reformistlerin ve popülistlerin etkisi altında olanları kapsaması gereken halk örgütlerinin kitlesel birleşik cephesi”ni savunmaktadır.
Bu sağcı, burjuva ve emperyalizm yanlısı yönelim, diğer sahte sol eğilimlerden destek görmüş durumda. Örneğin, Atina’da, Temmuz 2015’te, Dördüncü Enternasyonal’in Yeniden Kuruluşu İçin Koordinasyon Komitesi (CRFI) tarafından örgütlenen “Üçüncü Avrupa-Akdeniz Konferansı”nda konuşmuş olan Pröbsting, birçok sahte sol tartışma etkinliğinde memnuniyetle karşılanan bir konuktur. CRFI’ın üyeleri arasında, Arjantin’deki İşçi Partisi (PO) ve Yunanistan’daki, 1985’te DEUK’la ve uluslararası işçi sınıfı yararına her tür sosyalist perspektifle ilişkisini kesmiş olan Savas Michael-Matsas önderliğindeki İşçilerin Devrimci Partisi (EEK) yer almaktadır. [16]
RCIT, bu konferans üzerine raporunda, Rusyalı ve Ukraynalı temsilcileri, “Rus emperyalizmine muhalefetlerinde sık sık yumuşaklık sergiledikleri” için eleştiriyordu. CRFI’dan “yoldaşlar” ile “önemli siyasi farklılıklar” da söz konusuydu. RCIT, şunları yazmıştı:
RCIT Rusya’yı ve Çin’i emperyalist olarak nitelerken, bu yoldaşlar nitelemiyor. Dahası, RCIT, küçük-burjuva İslamcı önderliğine rağmen Suriye Devrimi’ni desteklemeye devam ederken, RedMed’deki yoldaşlar [RedMed ağı, CRFI’ın çevrimiçi bir platformu] desteklerini durdurmuş durumdalar ve şimdi bozguncu bir tutum alıyorlar. [17]
RCIT, bu farklılıklara rağmen, konferansı “faydalı” buluyordu.
14 Nisan 2016