21 Kasım Çarşamba günü Zonguldak’ın Kilimli ilçesindeki ruhsatsız bir maden ocağında meydana gelen patlama, üç işçinin ölümüne; iki işçinin ağır yaralanmasına neden oldu. Patlamada yaralanan Evren Cinemre ve Adem Alibaş mesai arkadaşları tarafından kurtarılırken, ocakta mahsur kalan Kenan Çavuş, Hasan Gençtürk ve Uğur Göktaş’ın daha sonra cenazelerine ulaşıldı. Madenin ruhsatsız olduğu ortaya çıkarken, ocağın sahibi İsmail Aygün tutuklandı ve sevk edildiği nöbetçi mahkemede “taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olmak” suçundan tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Hayatını kaybeden işçilerden Uğur Göktaş’ın babası da bir maden işçisiydi ve 2009’daki bir maden kazasında ölmüştü. Uğur Göktaş’ın ağabeyi Nazif Göktaş, basına yaptığı açıklamada, “Ben ocağı gördüm. Yetersiz makineler, havalandırmalar var. Devletin bir an önce bunu kapatmasını istiyorum ve cezaları varsa çeksinler. Kimse suçlu, cezasını bulsun. Devlet bunlara niye izin veriyor? 9 yıl önce babamı kaybettim aynı yerde. Evladını kurtardı, kendisi gitti. 9 yıl sonra da kardeşim gitti. Biraz yukarıdaydı ocak ama aynı arazideydi babamın öldüğü ocak. Devletin artık buna el atması gerekiyor. Başka canlar yanmasın.” dedi.
Kilimli’deki bu cinayet beklenmeyen bir şey değildi. Ruhsatsız madenlerin açılmasının yanı sıra, ruhsatlı madenlerde bile iş güvenliği kurallarının uygulanmaması bir sektör standardı haline gelmiş durumda. Madenlerde yaşanan bu durum devletin açıkça göz yumması sayesinde devam ediyor. Nazif Göktaş’ın yaşanan iş cinayeti sonrasında yaptığı açıklamalar da buna işaret ediyor. İşçilerin güvenliği için gerekli tedbirleri almayan patronlara karşı yaptırım uygulanmıyor, ancak işçiler öldükten sonra dava açılıyor.
Örneğin, 301 işçinin öldüğü Soma katliamından önce güvenlik sorunları biliniyordu (Bkz: Soma’da işçi katliamı: İktidar kitlesel öfke patlamasından korkuyor). Muhalefet partileri tehlikeli çalışma koşullarına ilişkin soruşturma çağrısı yapmış, ancak bu çağrı iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) tarafından reddedilmişti. Aynı günlerde bir AKP milletvekili Soma bölgesinin en güvenlikli yer olduğunu söylemişti. 13 Mayıs 2014’te 301 işçinin madende göz göre göre katledilmesi, durumun AKP’nin iddia ettiği gibi olmadığını göstermişti. Patrona karşı göstermelik yargılama süreci ancak işçiler öldükten sonra başladı.
Hükümetin her türlü olanağı sağladığı, kapitalistlerin dizginsiz kar dürtüsü uğruna 300’den fazla insanın ölüme gönderildiği o günden bu yana değişen fazla bir şey olmadı.
Zonguldak Kilimli’deki kaçak maden ocağı, devletin göz yummasıyla faaliyetlerine devam ederken, işçileri can güvenliğinden yoksun çalışma koşullara mahkum eden patronun suçlanması, ancak üç işçinin daha ölüme gönderilmesinden sonra gerçekleşti. Ancak bu yargılamalar inandırıcılıktan uzaktır. Hükümet yetkilileri, suçu kendilerinin ve savundukları kapitalist sistemin üzerinden atmak için işçilerin gözünü boyamaya çalışmaktadır.
Daha önce Soma katliamında da görüldüğü üzere, bizzat dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, egemen sınıfı ve siyaset kurumunu aklamak için kazaların kimsenin hatası olmadığını ve “bu işin fıtratında olduğunu” söylemişti. Soma davası da, bu doğrultuda görüldü ve holding başkanı beraat ettirilirken ceza verilen şirket yöneticilerine yalnızca “taksirli suçlar”dan cezalar verildi. Elbette, ne sorumlu bakanlık yetkilileri ne de bakanlar için herhangi bir ceza söz konusuydu.
21 Kasımdaki maden cinayeti ne ilktir, ne sondur, ne de kendine özgü beklenmeyen bir olaydır. Maden cinayetleri uluslararası işçi sınıfının karşı karşıya olduğu küresel bir sorundur. WSWS yazarlarından Jerry White, Soma Faciası’nın ardından yayınlanan Türkiye’deki felaket ve küresel madencilik mezbahası başlıklı yazısında şu satırları yazmıştı:
“Dünya çapında, her yıl, tahminen 12.000 madenci tavan çökmeleri, patlamalar, yangınlar, su baskınları ve başka yeraltı-yerüstü kazalar sonucunda öldürülüyor. Çok sayıda başka madenci de kömür işçisi pnömokonyozundan (CWP) yavaşça ve havasız kalarak ölüyor. Resmi raporlara göre, geçtiğimiz yıl, Çin’de maden kazalarında 1.049 kişi ölmüş.”
İş cinayetine kurban giden maden işçilerine, bir de diğer sektörlerde hayatını kaybeden işçileri eklediğimizde kapitalist sistemin işçiler için bir mezbahaya dönüştüğü görülmektedir. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi’nin açıkladığı rapora göre 2018’in ilk on ayında sadece Türkiye’de 62’si çocuk olmak üzere 1.640 işçi iş cinayetlerine kurban gitti.
Kapitalist sistemin ayrılmaz bir parçası olan iş cinayetlerinde dünya çapında yaşanan artış, işçi sınıfının yaşam ve çalışma koşullarına yönelik tırmanan kapitalist saldırının bir ürünüdür. Üretimin insan ihtiyaçları için değil, bir avuç asalağın kar hırsı için yapıldığı bir toplumda, iş cinayetlerinin önüne geçilemez.
Jerry White’ın Türkiye’deki felaket ve küresel madencilik mezbahası yazısında son derece net biçimde açıkladığı gibi:
“Dünyanın her yerindeki egemen sınıflar, 2008 küresel ekonomik krizinin ardından yoğunlaşmış bir doymak bilmez kar ve kişisel servet dürtüsüyle, zamanı geri çevirmeye; sanayi toplumlarında yüz yıldan uzun süre önce egemen olan vahşi sömürü, çocuk işçiliği ve iş katliamları koşullarına dönmeye kararlılar.
Buna verilebilecek tek yanıt, işçi sınıfının, çalışanların yaşamlarının kar sistemine tabi kılınmasına son vermek üzere üretim alanındaki ve siyasi seferberliğidir. Eğer madencilerin ve diğer sanayi işçilerinin güvenliği ve saadeti küresel şirketlerin kar yöneliminin önüne geçecekse, madencilik, bankacılık ve diğer önemli işkollarının kapitalist sahiplerinden alınıp dünyanın üreticilerinin, yani işçi sınıfının denetimi altına alınması gerekir.
Küresel madencilik sektörü, planlı sosyalist bir dünya ekonomisinin inşasının bir parçası olarak, kamu mülkiyetine dönüştürülmelidir. İşçi sınıfınınkiler dahil, bir bütün olarak toplumun çıkarlarının korunmasının tek yolu budur.”