Dün Manisa’nın Soma ilçesindeki bir kömür madeninde “trafo patlaması nedeniyle” çıktığı iddia edilen yangında ölen işçilerin sayısı, bu yazının sayfaya konduğu saatlerde 274’e ulaştı, 80 işçi ise yaralandı. Ocakta hala kaç işçinin olduğu bilinmiyor ama açıklanan rakamlar, 120 ile 300 arasında değişiyor. Bu, ölü sayısının çok daha fazla olacağı anlamına geliyor.
Başbakan Erdoğan, katliamın hemen ardından yaptığı açıklamada, ölenlere “Allah’tan rahmet”, yaralılara ise “acil şifalar” dilemekle yetindi ve Soma’ya gitti. Onu, Kılıçdaroğlu başkanlığındaki bir CHP heyeti ve başka burjuva politikacıları izledi.
Erdoğan, Soma’da yaptığı ve dinsel referanslar üzerine kurulu konuşmada, “sorumlu” ve “sağ duyulu” davranan medyaya ve siyasi partilere teşekkür etti. Hemen belirtelim ki, Başbakan’ın bu teşekkürünün nedeni, medyanın uyguladığı otosansürdür.
Erdoğan, konuşmasında, halkı, “bu durumdan yararlanmak isteyen bazı aşırı uçlar” karşısında uyarmayı da ihmal etmedi. Gerek Başbakan’ın gerekse diğer bakanların “bazı aşırı uçlar” ile ilgili bu uyarıları, iktidarın Soma’daki katliamın Gezi Parkı eylemleri benzeri kitlesel bir tepkiye yol açmasından duyduğu korkunun ürünüdür.
Nitekim Başbakan, Soma ilçesini ziyareti sırasında yüzlerce kişinin protestosuna uğradı ve tepkiler üzerine korumalar eşliğinde bir markete sığındı. Ayrıca bölgeye giden İçişleri Bakanı da dahil resmi görevliler, işçilerin ve işçi yakınlarının sert tepkisiyle karşılaştılar.
İktidarın korkusunu doğrular şekilde, başta İstanbul olmak üzere, ülkenin birçok yerinde, binlerce işçi ve genç protesto gösterileri düzenliyor. Başbakanı markete sığınmak zorunda bırakan Soma’daki öfkeli işçilere müdahale edemeyen polis ise bu gösterilere, her zaman olduğu gibi barbarca saldırıyor.
İktidar şirketin avukatlığını yapıyor
Başta Başbakan Erdoğan olmak üzere hükümet yetkililerinin açıklamalarında dikkat çeken başlıca nokta, onların hepsinin şirketin avukatlığına soyunmalarıdır. Şirketin ve kendisinin katliamdaki sorumluluğunu örtbas etmeye çalışan yetkililer, onu her yerde her zaman olabilecek sıradan bir şey ya da bir tür “takdir-i ilahi” gibi gösteriyorlar.
Nitekim Başbakan Erdoğan, Soma’da yaptığı konuşmada, birçok ülkeden yüz yıl öncesine kadar uzanan çok sayıda “maden kazası” örneğini sıraladı ve “bu işin doğasında var” dedi.
Şirketin suçunu hafifletme, mümkünse örtbas etme yönündeki ilk girişim, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ndan geldi. Bakanlık, facianın hemen ardından yaptığı açıklamada, madeni işleten Soma Kömürleri A.Ş.’nin 2012 ve 2013 yıllarında ikişer kez denetlendiğini, madende en son “13-14 ve 17-18 Mart 2014 tarihlerinde teftiş yapıldığını” ve “mevzuata aykırı bir durum görülmediğini” belirtti.
Oysa, 2013 yılında Soma’da 5 bin “iş kazası” olmuş ve bunların yüzde 90’ı madenlerde gerçekleşmişti. Yine, bir sendikanın madencilik sektöründeki “iş kazaları”na ilişkin raporu, 2013 yılında Soma’da gerçekleşen ve 95 maden işçisinin öldüğü “iş kazaları”nın önemli bir bölümünün, bakanlığın “mevzuata aykırı bir durum görmediği” Soma Kömürleri A.Ş.’de gerçekleştiğini ortaya koyuyor.
12 bin kadarı yeraltında olmak üzere, yaklaşık 15 bin işçinin çalıştığı Soma’daki madenlerde yaşanan iş kazaları, muhalefet partileri tarafından, çok değil, birkaç hafta önce, TBMM’nin gündemine de getirilmişti. Ama Soma’daki maden ocaklarında yaşanan iş kazalarına ilişkin bir araştırma komisyonu kurulması önerileri, bizzat AKP’li milletvekillerinin oylarıyla reddedildi.
“Kaza”ya ilişkin en sinik ve mide bulandırıcı açıklama ise yanlışlıkla “profesör” etiketi taşıyan birinden, Orhan Kural’dan geldi. Kural, katliamın hemen ardından çıktığı bir televizyon programında, karbonmonoksitten boğularak ölmenin “tatlı bir ölüm” olduğunu söyledi. Anımsanacağı gibi, bundan dört yıl önce, Zonguldak’taki Karadon maden ocağında gerçekleşen ve 30 maden işçisinin öldüğü bir diğer katliamın ardından, dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer de “madencilerimizin bedeninde herhangi bir yanık yoktu, güzel öldüler” demişti.
İşçilerin ve işçi sınıfından gençlerin sermayenin kar çıkarları uğruna ölmesi söz konusu olduğunda ölüme yapılan bu güzellemeler, kuşkusuz, Kural’ın ya da Dinçer’in kişisel duygu ve düşünceleri olmaktan çok, bir bütün olarak egemen sınıfın içinde bulunduğu hastalıklı ruh halini ifade etmektedir.
Bu açıklamalar, sürekli daha fazla kar peşinde koşan ve bu uğurda insan yaşamını hiçe sayan burjuvazinin işçi sınıfına ve gençliğe verebileceği olumlu hiçbir şey olmadığının, bilinçsizce de olsa, yalın bir itirafıdır.
İktidar suç ortağıdır
Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun (TTK) ardından ülkenin en büyük kömür üreticisi olan Soma Kömürleri A.Ş. enerji ve gayrımenkul alanlarında da faaliyet gösteren “bağımsız” bir şirket olmakla birlikte; gerçekte, çıkardığı kömürün tamamını TTK’ye satan taşeron konumunda bir şirkettir.
Dolayısıyla, Soma’da yaşanan işçi katliamı, başka sektörlerde de yaşanan diğerleri gibi, taşeronlaştırma politikaları ile yakından bağlantılıdır. Kapsamlı taşeronlaştırma sayesinde maden şirketlerin karları sürekli artarken, Türkiye, üretilen kömüre oranla maden işçisi ölümlerinde, çokuluslu şirketler için ucuz emek platformu haline getirilmiş olan Çin’i bile kat kat aşmış durumda.
Her türlü iş güvenliği ve işçi sağlığı önlemini “gereksiz masraf” sayan şirketler, işçileri insanlık dışı ağır koşullarda ve uzun süre çalıştırarak daha fazla kar elde etmeyi tercih ediyorlar. Bu dizginsiz sömürünün yol açtığı katliamların başlıca suç ortakları, şirketlerin en fazla kar ve sömürü hedeflerine ulaşmalarına yardımcı olacak yasal çerçeveyi hazırlayan ve onların suç oluşturan faaliyetlerini görmezden gelen AKP hükümetidir.
Sendikaların ikiyüzlülüğü
Bununla birlikte, Soma’da yaşanan bu katliam ile ilgili bir davanın sanıklar bölümünde, şirket sahipleri ve yöneticileri ile burjuva politikacıların yanında, başta orada örgütlü Türkiye Maden İşçileri Sendikası (TMİS) olmak üzere, sendika bürokratlarına da özel bir yer ayrılması gerekiyor. Çünkü, aynı diğerlerinde olduğu gibi, Soma’daki madendeki çalışma koşullarının nasıl olması gerektiğine şirket yöneticileri ile birlikte karar vermiş olanlar TMİS bürokratlarıdır.
TMİS bürokratları, aynı daha önce yaşanmış katliamlarda olduğu gibi, yine timsah göz yaşları döküyorlar. Açıklamalarına “şu anda faciadan can kurtarma zamanı” diyerek başlayan bu bürokratların şirketler karşısındaki uşak ruhu öylesine güçlü ki, bu açık katliam karşısında, göstermelik de olsa dik duramıyorlar. Onlar, ancak, “ilerleyen günlerde bir ihmal varsa, bir kusur saptanırsa” hesap soracaklarını söylüyorlar. (TMİS’nin açıklaması)
TÜRK-İŞ yönetiminin “tepkisi” de görünürdeki “sert” vurgusuna karşılık, en az TÜMİS’inki kadar sinik ve iki yüzlüydü. TÜRK-İŞ, yönetimi yaptığı açıklamada,15 Mayıs 2014 Perşembe günü (yarın) “tüm işyerlerinde 1 gün süreyle işi durdurma” kararı aldı ve “1 hafta boyunca tüm işyerlerinde üç dakika süreyle işin durdurulacağını” belirtti. (TÜRK-İŞ’in açıklaması)
AKP’nin “işçi kolu” HAK-İŞ’in Genel Başkanı Mahmut ARSLAN’ın Soma’daki katliamın ardından yaptığı “Acımız Büyük” başlıklı açıklama ise sıradan bir “üzüntü” ve “temenniler” dizisinden ibaretti. (HAK-İŞ’in açıklaması)
Katliama yönelik en “sert” tepki, beklendiği üzere, CHP’nin “işçi kolu” DİSK ile KESK’ten ve onların yol arkadaşı meslek örgütlerinden (TMMOB, TTB) geldi.
DİSK Yönetim Kurulu’nun, “Katliamın faillerini biliyoruz: Dünya insana yatırım yaparken, AKP iktidarı ölüme yatırım yapıyor” başlıklı ilk açıklaması, yedeğinde yürüdüğü burjuva muhalefetin politikalarına uygun olarak, AKP karşıtlığı üzerine kuruluydu (DİSK’in açıklaması).
DİSK’in bu açıklamasını, dört örgütün (DİSK, KESK, TMMOB ve TTB) “Bu Bir İş Kazası Değil, Cinayet! Öfkeliyiz, Hesap Soruyoruz, İş Bırakıyoruz!” başlıklı ortak açıklaması izledi. AKP karşıtı burjuva muhalefetin işçi sınıfı ve meslek sahipleri içindeki temsilcileri olan bu “solcu” örgütler, “tüm işçi sınıfını, emekçileri ve emek dostlarını, Soma’daki işçi kardeşlerimiz için ayağa kalkmaya” çağırdılar. Onlar, 15 Mayıs sabahı (yarın) saat 9’da “tüm işyerlerinde 3 dakikalık saygı duruşu” düzenledikten sonra iş bırakıp “Çalışma ve Sosyal Güvenlik Müdürlükleri”ne yürüyeceklerini açıkladılar. Bu dört örgüt, ayrıca, halka, “siyah giyinmeye, siyah kurdeleler takmaya, evinin, işyerinin balkonuna, aracına siyah bezler asmaya” çağrısı yaptı. (Dört örgütün ortak açıklaması)
Mücadelenin önderliğini işçiler almalı
Başta bu tür katliamlarda yüzlerce kayıp vermiş olan madenciler olmak üzere, Türkiyeli işçiler ve gençlik, bu tür açıklamalarla ilk kez karşılaşmıyor. Sendika bürokratları, bugüne kadar yaşanmış olan işçi katliamları karşısında da benzeri açıklamalar yapmış ve kimisi çok daha “militan” eylem kararları almışlardı. Ama bütün bu açıklamalar ve eylem kararları, çalışma koşullarında hiçbir kalıcı iyileştirmeyle sonuçlanmadığı gibi, her defasında işçilerin öfkesinin bastırılmasına ve sermayenin yeni saldırılarına hizmet etti.
Çünkü, asıl işlevleri bu kar ve sömürü düzeninin devamını sağlamak olan sendika bürokrasileri, söz konusu kararları, bu iş cinayetlerindeki suç ortaklıklarını örtmek ve işçi sınıfının düzen karşıtı bir öfke patlamasını engellemek için almaktadırlar. Dahası, bu işçi gardiyanları, bu eylem kararlarını alırken, önce şirket yöneticilerine ve yakın işbirliği içinde oldukları burjuva politikacılarına danışıyorlar.
Kapitalistler, burjuva politikacıları ya da sendika bürokratları, işçi sınıfından bahsettiklerinde ve onun çıkarlarını savunuyor gibi göründüklerinde, bunu yalnızca siyasi rakiplerine karşı mücadelede işçileri kendilerine yedeklemek için yaparlar.
Bütün bu nedenlerden dolayı, işçilerin çalışma ve yaşam koşulları, şirket patronlarının ve yöneticilerinin ya da onların hizmetindeki burjuva politikacıların ve sendika bürokratlarının “sağduyu”suna terk edilemez. Bu insanlık dışı koşullara karşı mücadele bizzat işçi sınıfının işidir.
Soma’daki katliam, insanlığı hızla yeni bir emperyalist savaşa sürükleyen kapitalizmin insanlık ve akıl dışılığını; onun işçi sınıfına sunabileceği tek şeyin sefil bir yaşam ve ölüm olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir.
İşçi sınıfının, son örneğini Soma’da yaşadığımız katliamlara gerçekten son vermesi için, onların nedeni olan kar ve özel mülkiyet üzerine kurulu kapitalist sömürü sistemini hedefleyen enternasyonalist sosyalist bir perspektifle donanması; bütün burjuva güçlerden bağımsız devrimci siyasi bir özne olarak harekete geçmesi gerekiyor.