Resmi rakamlar ve artan toplumsal eşitsizlik

Bir devlet düşünün ki kurumlarının açıkladığı resmi rakamlar arasında büyük farklılıklar olsun ve bu fark, yine devlet eliyle belgelensin. Daha sonra da başbakandan diğer bakanlara kadar birçok sorumlu kişi kendi denetimleri altında olan bu kurumların neden bu kadar farklı verilere sahip olduklarını sorgulamak yerine, bu çarpık rakamlar üzerinden “ekonomi güzellemesi” yapmaya, herkesin içinde yaşadığı toplumsal felaketi tozpembe göstermeye çalışsın.

Sözünü ettiğimiz devlet Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve onun resmi kurumları. Burjuva basındaki çok sayıda yazar, daha önceki yıllarda da özellikle ekonomiye ilişkin (enflasyon, kişi başına düşen milli gelir vb.) resmi rakamlarda yaşanan çarpıklıkları ortaya koymuşlardı.

Bu yazıda, resmi kurumların açıkladığı rakamlar arasındaki çelişkileri değil, bir bakanlığın raporunu ele alacağız. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, geçen yılın ortalarında ‘Türkiye’de Aile Yapısı Araştırması 2011’ başlıklı bir rapor yayımlamıştı. Kısa adıyla TAYA 2011 adlı bu rapor, yaklaşık 12 bin aile üstünden yapılan kapsamlı bir araştırmanın sonuçlarını içeriyordu.

Bu araştırma ile ilgili olarak 18 yaş üstü 10 bin 362 erkek, 13 bin 17 kadın olmak üzere toplam 23 bin 379 kişi ile görüşme gerçekleştirilmiş. 18 yaş altı 9 bin 356 erkek, 6 bin 703 kadın olmak üzere toplam 16 bin 59 kişinin demografik bilgisi alınmış. Araştırmada gelir düzeyi, konut durumu, eğitim düzeyi, aile içi ilişkiler, aile hayatına ilişkin değerler son derece ayrıntılı olarak ele alınırken, raporun en önemli kısmını oluşturan “hane halkı gelirleri” bölümünde ilginç veriler göze çarpıyordu. Türkiye genelinde yedi gelir grubu oluşturan bu raporda, oldukça geniş bir “orta sınıf” oluşturma çabası içine girilmiş.

“Kümeleme analizi ile tespit edilen ayrımlara göre en düşük gelir kümesi aylık 430 TL’den daha düşük gelire sahip hanelerdir. Bu hanelerde asgari ücretli dahi bulunmamakta, söz konusu haneler büyük ölçüde geçici, mevsimlik veya marjinal işler yapan bireylerden oluşmaktadır…

İkinci küme, geliri 450-810 TL aralığında olup, en az bir asgari ücretli bireye veya birden fazla gelir getiren üyeye sahip hanelerdir. Bu küme ülkedeki en kalabalık grup olup, neredeyse hanelerin üçte birini kapsamaktadır.

Hemen bir üstte bulunan 812-1.200 TL gelir aralığı ise ülkedeki ikinci en kalabalık grup olarak tüm haneleri dörtte birinden azını içermektedir.

Sırasıyla 1.250-1.870 TL gelir grubu ve 1.900-3.060 TL grubu üçüncü ve dördüncü kalabalık kümeleri oluşturmaktadır. Öte yandan 3.200-5.500 TL gelir aralığı en küçük ikinci kümeyi oluşturmakta, en küçük küme ise aylık hane geliri 5.600 TL ve üzerinde olan haneleri kapsamaktadır. Küme sıralaması aynı zamanda indeks değeri olarak kullanılmıştır.”

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) gayri safi yurtiçi hâsıla (GSYİH) verileri ile hane halkı sayısı ve gelirinin sağlaması yapıldığında, buradan çıkan verilerle hane halkı geliri arasında 2006-2010 yılları arasında % 51 ile % 45 arasında bir sapma olduğu görülüyor. Daha önce birçok yazarın da vurguladığı, rakamlar arasındaki bu fark Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın TAYA 2011 raporunda “…Öncelikle belirtilmesi gereken husus, ülkemizde yapılan araştırmalarda birçok hanede beyan edilen gelirin gerçek hane gelirinin altında kalıyor olmasıdır. Ancak bu durum beyan edilen gelir bilgisinin çeşitli analiz ve hesaplarda kullanılmasına engel değildir.” sözleri ile açıklanıyor. Böylece yapılan çalışmaların ne kadar “gerçekçi ve bilimsel” olduğu bir kez daha anlaşılıyor.

Toplumsal eşitsizlik artıyor

Bir tarafta devletin araştırması dururken diğer tarafta Türk-İş tarafından her ay düzenli olarak yapılan ve amacı çalışanların geçim koşullarını ortaya koymak ve temel ihtiyaç maddelerindeki fiyat değişikliğinin aile bütçesine yansımalarını belirlemek olan “açlık ve yoksulluk sınırı” araştırmasının 2013 Ocak ayı sonuçları açıklandı.

Tablo 1: Dört Kişilik Ailenin Açlık ve Yoksulluk Sınırı (TL/Ay)

* Gıda harcaması tutarı, yuvarlama nedeniyle, toplamda farklı olabilmektedir.

Yapılan araştırma dört kişilik bir ailenin ‘Açlık Sınırı’ dediğimiz sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken gıda harcaması tutarının 1.002,52 liraya, ‘Yoksulluk Sınırı’ adını verdiğimiz gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer harcamaların toplam tutarının ise 3.265,55 liraya çıktığını ortaya koydu.

Türk-İş’in araştırmasına göre, TÜİK’in 1. 2. ve 3. gruplarda topladığı ailelerin tamamı yani nüfusun % 61,6’sı açlık sınırının, % 94,9’u ise yoksulluk sınırının altında; 800 TL’nin biraz üzerinde aylık alan asgari ücretliler de açlık sınırının bile altında yaşamaktadır.

Araştırmanın “Gelir Kümeleri ve İndeks Puanları” başlıklı tablosu (Tablo 17), Türkiye’de yaşayan ailelerin %6,4’ünün 430 TL ve altında gelire sahipken; %1,2’sinin 5.600 TL ve daha üzerinde bir gelire sahip olduğunu gösteriyor. TAYA 2011 başlıklı raporda “refah içerisinde yüzdüğü” kabul edilen en üstteki dilime baktığımızda, bakanlığın, nitelikli işçi olarak iki kişinin çalıştığı aileleri bu kapsama soktuğunu görüyoruz. Yani rapora göre Sabancı ya da Koç Holding’de çalışan bir beyaz yakalı çift ile onların milyarder patronları aynı gelir grubunda yer alıyor.

Oysa 2012 yılında açıklanan bilgiler doğrultusunda, Türkiye’de 19,7 milyon aile bulunduğunu ve bunlar içerisinde en zengin 100 ailenin 216 milyar doları bulan servetiyle, toplam milli gelirin yaklaşık %30’unu aldığını, geriye kalanların ise % 70’i bölüştüğünü biliyoruz. Lütfen dikkat! Söz konusu olan, 20 milyona yakın aileden yalnızca 100 tanesidir. Buna, milyonlarca emekçinin daha da yoksullaştığı son bir yıl içinde patronların servetinin % 25 arttığı gerçeğini ekleyelim.

Toplumsal eşitlik için

Kapitalist sömürünün son on yıl içindeki muhafızı AKP iktidarının bir bakanlığının yaptığı bu araştırma, toplumsal eşitsizliğin tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de devasa bir boyut aldığını ortaya koymaktadır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, gelir durumu, toplumsal sınıfları belirleyici bir ölçüt değildir, o, yalnızca ipuçları verir. Rakamlar, hızla geliştiği iddia edilen orta sınıfın gerçekte hızla eridiğini göstermektedir (Türkiye’de çalışanların dağılımına ilişin rakamlar da, ücretli olarak çalışmayanların, toplam çalışanlar içerisinde beşte birden az bir yer kapladığını gösteriyor).

Araştırma, kapitalist sömürüye, yoksulluğa, açlığa ve toplumsal eşitsizliğe son verecek güç olan işçi sınıfının toplumun ezici çoğunluğunu oluşturduğunu gösterdiği gibi; aynı zamanda onun neden bu köhne düzeni yıkmak zorunda olduğunu da ortaya sermektedir.

Üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanan kapitalist sömürü ve kâr sistemi var oldukça toplumsal eşitsizlik daha da artacak; dünya nüfusunun ezici çoğunluğu, bugünkünden de ağır sefalet koşullarına itilecektir; bu, mülk sahibi küçük bir azınlığın elinde devasa toplumsal servetin birikmesini sağlayan kapitalist sistemin bir sonucudur. Kapitalizm iyileştirilemez, tüm toplumun insanca bir hayat sürmesi ve toplumsal eşitlik yalnızca onun ortadan kaldırılmasıyla sağlanabilir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir