Renault işçilerini savunun!

Geçtiğimiz yıl Mayıs ayındaki militan metal grevlerine öncülük eden Renault işçileri, bir süredir devam eden asgari ücret zam farkı talebi eylemlerinin ardından, bugün Bursa Valiliğinin ve Renault yönetiminin ortak saldırısına uğradılar.

İşçilerin Şubat ayı başında yaptıkları toplantı doğrultusunda 29 Şubat Pazartesi günü fabrika içinde “Sosyal Diyalog Komitesi” seçimleri yapma kararı almasının ardından, Renault yönetimi, Pazar gecesi üretime ara verdi ve ardından en az 10 işçiyi işten çıkardı. İşçiler buna karşılık dün fabrika önüne yürüdüler ve üretime başlamama kararı aldılar.

Bugün işçileri işbaşı yapmaya çağıran şirket yönetimi, 8/16 vardiyasına gelen işçilerin işten çıkarılan arkadaşlarının geri alınması talebiyle üretim yapmaması ve diğer vardiyalardaki işçilerin de fabrika önüne gelerek mücadeleye katılması yanıtıyla karşılaştı. Bursa-Mudanya karayolunu trafiğe kapatan işçiler polisin dizginsiz saldırısına uğradı ve 10’dan fazla işçi gözaltına alındı.

Hükümetin temsilcisi olarak Bursa Valiliğinin ve Renault yönetiminin başlıca amacı, bir süredir önüne geçmeye çalıştıkları öfkenin, Mayıs sürecindeki gibi, şirketlere ve onun suç ortakları sendikalara karşı, sınıfın diğer kesimlerine de yayılacak kitlesel militan bir patlamaya evrilmesinin önüne geçmektir.

Hükümet ve şirketler, bu çaba doğrultusunda, metal grevlerinin geri çekilmesinin ardından, öncü işçilere yönelik bir kıyıma giriştiler ve sendikaları devreye sokarak işçilerin mücadelesinin düzen sınırları dışına taşmasını engelleme yönünde önlemler almaya çalışmıştılar. Son işten çıkarma saldırısı da, yeniden patlamaya doğru giden mücadelelerin önünü kesme yönünde bilinçli bir adımdır. Bununla birlikte, Renault işçilerine yönelik bu saldırı, yeni bir mücadele dalgasını tetikleme potansiyeli taşıyor.

Asgari ücrete yapılan zammın diğer ücret gruplarına da yansıtılması meşru talebiyle harekete geçen Renault işçilerinin başını çektiği vardiya çıkışı eylemleri diğer fabrikalara da sıçramış ve kimi fabrikalarda üretimden gelen güçlerini kullanan işçiler şirket yönetimlerine geri adım attırmayı başarmışlardı.

Ancak Renault yönetiminin ve hükümetin tedirginliğinin tek başına ücret zammı talebinden kaynaklandığını düşünmek yanlış olacaktır. Sermaye sınıfı ve onun siyasi temsilcisi olarak hükümet, geçtiğimiz yıl patlak veren metal grevlerinden gerekli dersleri çıkarmıştır. Onlar, o eylemleri, doğru bir şekilde, sadece bir sendika değişikliği ve ücret zammı talebi olarak değil; kapitalist sömürünün ve gerici politikalarının geleceğini tehdit edecek tek güç olarak işçi sınıfı mücadelelerinin geri dönüşü olarak okudular.

Egemen sınıfların küresel kapitalist krizin yön verdiği saldırıları, tüm dünyada işçi sınıfının işlerini, ücretlerini, yaşam standartlarını, demokratik haklarını hedef alıyor. Çin’de sadece demir çelik sektöründen 500 bin civarında işçinin işten çıkarılacağı ve bu sayının milyonları bulacağı şimdiden açıklanmış durumda.

Dünyanın dört bir yanındaki işçiler bir süredir sosyal-ekonomik haklarına yönelik saldırılara karşı, giderek yaygınlaşan direnişler örgütlüyorlar. Geçtiğimiz yılki metal grevleri, Brezilya’da patlak veren benzer grevlerle, ABD’deki 140.000 otomotiv işçisinin mücadelesiyle, Çin’de bir önceki yıla göre ikiye katlanan grev ve protestolarla, Rusya’da ve Güney Afrika’da artan grevlerle ve diğer ülkelerdeki militan mücadeleler ile birlikte düşünüldüğünde, gerçek anlamını kazanmaktadır. Önümüzdeki döneme, bu mücadelelerin dünya çapındaki yükselişi damga vuracaktır.

Türkiye’de de son dönemde artan işten çıkarma saldırıları, birçok sektörde işçi mücadelelerini tetikliyor. Son olarak kıdem tazminatı ve özel istihdam büroları-kiralık işçilik biçiminde kendisini gösteren kapsamlı saldırı hazırlığı, savaşa ve sosyal, demokratik haklara yönelik saldırılara karşı tüm işçi sınıfı içindeki büyüyen öfkeyi daha da yoğunlaştırmış durumda.

Bu çerçevede, Renault işçilerinin başını çektiği mücadele, uluslararası işçi sınıfının Türkiye’deki kesiminin on yıllardır alttan alta biriken öfkesinin en açık dışavurumunu ifade etmektedir. Bu yüzden, Renault işçilerinin meşru mücadelesine yönelik saldırı, tüm işçi sınıfına yönelik açık bir saldırı ve gözdağıdır.

Bu saldırıya karşı, aynı Mayıs grevlerinde olduğu gibi, Tofaş, Ford ve diğer fabrikalardaki işçiler, Renault’daki sınıf kardeşlerini savunmak üzere harekete geçmelidir. Birçok fabrikadan Renault işçilerine ilan edilen destek mesajları, sendikaların aşılmasıyla fiili grevlere dönüşmelidir. Şirketlerin, siyasi iktidarın ve sendikaların işbirliğiyle daha büyük saldırılara başvurmasının önüne geçmenin tek yolu budur.

Bununla birlikte, sermaye sınıfının ve hükümetin saldırılarına karşı koyabilmek ve mücadeleyi ileriye taşımak için, başta metal işçileri olmak üzere, tüm sektörlerden işçi sınıfının, acil yanıtların ötesine geçerek, geçtiğimiz yılki metal grevlerinden ve uluslararası işçi mücadelelerinden gerekli siyasi dersleri çıkarması gerekiyor.

Uluslararası işçi sınıfı, halihazırda, birbirinden bağımsız ve ortak bir hedefe sahip olmadan, sermaye sınıfının ortak saldırısına karşı direnmeye çabalıyor. Türkiye’deki Renault, Ford veya Tofaş-Fiat fabrikalarında çalışan işçiler, bu şirketlerin diğer ülkelerdeki fabrikalarında aynı mücadeleyi veren işçilerden habersiz ve bağımsız bir şekilde mücadele ediyorlar.

Oysa ABD’de, Almanya’da, Fransa’da, Meksika’da, Brezilya’da, Çin’de, Rusya’da, Ukrayna’da ve diğer ülkelerdeki işçiler, Türkiye’deki işçilerle aynı saldırılarla karşı karşıyalar. Dahası, işçilerin direnişlerini bastırmak ve sistem sınırları içerisinde tutmak için tam bir koordinasyon içinde olanlar yalnızca şirketler değil. İşçi sınıfına azgın sömürü ve baskı koşullarını dayatma stratejisinde onların emrinde çalışan sendikalar da uluslararası ölçekte birlikte davranıyorlar.

İşçiler, bugüne kadarki bütün mücadelelerin gösterdiği üzere, kapitalist sınıfın saldırılarına, yalnızca, onları bölen ve yenilgiye uğratan şirket yanlısı sendikalardan bağımsız kendi taban örgütlenmeleri üzerinden diğer işyerlerindeki ve işkollarındaki kardeşleriyle birleşerek karşı koyabilirler. Daha önceki tüm işten çıkarma saldırılarında şirketlere -geçici de olsa- geri adım attıran şey, işçilerin sendikal boyunduruğu kıran birleşik direnişleri olmuştur.

Yoksulluğa, işsizliğe, toplumsal eşitsizliğe ve baskılara karşı başarılı bir mücadele için ihtiyaç duyulan şey, tüm fabrikalardaki işçileri ortak bir mücadele programı temelinde birleştirecek taban komitelerinin oluşturulmasıdır. Asgari ücret zammının tüm işçilere yansıtılması; kıdem tazminatını gasp etme ve kiralık işçilik köleliği dayatması hazırlığının kalıcı olarak geri çekilmesi; işten çıkarmaların durdurulması ve işten atılan tüm işçilerin işe geri alınması gibi yakıcı talepler, bütün işçilerin ortak talepleridir.

AKP iktidarının “terörle mücadele” bahanesiyle ülke içinde yüz binlerce insanı göçe zorlayan, yüzlercesi sivil bini aşkın insanın ölümüne yol açan yedi aylık savaşı, Artvin Cerattepe’de doğayı savunan emekçilere ve gençlere karşı polis ve asker şiddetine başvurması ve Renault işçilerine yönelik azgın polis saldırısı bir bütünün parçalarıdır. Dahası, bütün bu saldırılar, Ankara’nın Suriye’ye yönelik savaş planları ve istila hazırlıkları ile doğrudan bağlantılıdır.

Bu yüzden, mücadeleyi bir başına “ekonomik” talepler çerçevesinde ele almak; yani sözde “siyaset dışı” sendikal sınırlar içinde tutmak, gerçekte burjuva siyasete hizmet etmek ve yenilgiye zemin hazırlamak demektir. İnsanca çalışma ve yaşam koşulları uğruna mücadele, büyük bankaların ve şirketlerin çıkarları doğrultusunda işçi sınıfı düşmanı yasaları hazırlayan ve uygulayan hükümetlerin savaş politikalarına karşı mücadele ile birlikte ele alınmak zorundadır.

İşçi sınıfının yaşam ve çalışma koşullarının geriletilmesi, kitlesel işsizlik, yoksulluk ve artan toplumsal eşitsizlik, aynı zamanda dünya çapında yükselen militarizmin ve savaşların da yaratıcısı olan kapitalist sistemin doğrudan ürünleridir. Burjuvazi ve onların siyasi temsilcileri, kapitalist kar sisteminin derin krizinin bedelini işçilere ödetirken, aynı zamanda vergileri arttırarak ve sosyal harcamaları kısarak elde ettikleri devasa bir geliri savaş hazırlıklarına harcıyorlar. Yani yükselen militarizm, kitlesel yoksulluğu daha da derinleştirmektedir.

Mülk sahibi sınıfların bütün kesimleri, binlerce bağla emperyalist sisteme ve onun savaş arabasına bağlanmıştır. Bu yüzden, egemen sınıfın bu dizginsiz saldırısını durdurabilecek tek güç, işçi sınıfıdır.

İnsanlık, 20. yüzyılın iki dünya savaşının ardından, bir kez daha, “sosyalizm ya da barbarlık”, hatta insan uygarlığının topyekün ortadan kalkması ikilemi ile karşı karşıya. Ya kapitalist barbarlık baskın gelecek ve gezegenimiz gerçek bir yıkımla karşılaşacak ya da işçi sınıfı, bir avuç asalak kapitalistin çıkarlarına tabi olan ekonomik sistemi, kapitalizmi ortadan kaldıracak; sınırsız, sınıfsız ve sömürüsüz, sosyalist bir dünya toplumunu kurma yolunda insanlığa önderlik edecek.

Bu, işçi sınıfının, sermayenin bu küresel saldırısına karşı enternasyonalist sosyalist bir sınıf perspektifi üzerinde yükselen kitlesel taban örgütlenmeleri temelinde bir karşı saldırıya geçmesi demektir. Bu mücadelenin başarısı, dünya çapında böylesi bir mücadeleyi örgütleme çağrısı yapan ve bunu görev edinen tek örgüt olan Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin ve onun Türkiye şubesi olarak Sosyalist Eşitlik Partisi’nin inşasına bağlıdır.

İşten atılan işçileri savunmak üzere harekete geçin! Toplumsal eşitsizliğe, polis devleti inşasına, sosyal, demokratik haklara yönelik saldırılara ve savaşa karşı işçi sınıfının uluslararası sosyalizm mücadelesini örgütlemek üzere Sosyalist Eşitlik Partisi’ni inşa etme mücadelesine katılın!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir