Öcalan’dan “Misak-ı Milli” çerçevesinde “eşitlik ve özgürlük” formülü

PKK’nin hapisteki önderi Abdullah Öcalan’ın Newroz mesajı, 21 Mart günü Diyarbakır’da düzenlenen kutlamada okundu. Öcalan, mesajında, “artık yeni bir Türkiye’ye, yeni bir Ortadoğu’ya ve yeni bir geleceğe uyanıyoruz,” dedi ve “silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine” geçildiğini vurguladı. Öcalan, Başbakan Erdoğan’ın “artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun” talebini yineleyen mesajında, “silahlı unsurların sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelindiğini” ilan etti.

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’dan, Öcalan’ın mesajına beklendiği üzere olumlu tepki geldi. Karayılan, Kamışlı’da düzenlenen Newroz kutlamasına gönderdiği mesajda, “Apo’nun başlattığı süreci kararlı bir şekilde hayata geçireceğiz… Önderliğimiz bu yeni süreçte Kürt sorununu tüm parçalarda çözmek istiyor,” dedi.

Yine beklendiği üzere, Öcalan’ın mesajına, Kürt hareketinin yasal siyasal alandaki temsilcileri de tam destek verdi. BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “Biz BDP olarak, Sayın Öcalan’ın uzattığı bu dostluk, kardeşlik ve barış elinin havada kalmaması için üzerimize düşen her şeyi yapmaya hazır olduğumuzu ifade ediyoruz,” diyerek, üzerlerine düşeni yapacaklarını vurguladı.

Mardin Bağımsız Milletvekili ve DTK Eş Başkanı Ahmet Türk, Diyarbakır’daki kutlamalarda yaptığı konuşmada, “Öcalan’ın yolu bizim yolumuz, siyaseti bizim siyasetimizdir,” dedi. Van Bağımsız Milletvekili ve DTK Eş Başkanı Aysel Tuğluk da, Abdullah Öcalan’ın mesajını bir “Özgürlük ve demokrasi manifestosu” olarak tanımladı ve “sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu çağrıyı sonuna kadar destekliyoruz,” dedi.

Hükümet memnun

Öcalan’ın mesajını zaten birkaç gün öncesinden bilen hükümet cephesinden oldukça olumlu açıklamalar yapıldı. Başbakan Erdoğan, Kopenhag’da yaptığı basın açıklamasında, Öcalan’ın Newroz mesajını memnuniyetle karşıladığını belirtti ve “çağrı en kısa zamanda karşılık bulmalı,” dedi. Erdoğan, “uygulamayı görmek” gerektiğinin altını çizdi.

Aralarında Başbakan’ın da bulunduğu kimi yetkililer Diyarbakır’daki kutlamada Türk bayrağı olmamasını eleştirirken, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Siyasi Başdanışmanı Yalçın Akdoğan oldukça açık konuştu: “Öcalan’ın örgütün ezberlerini bozduğunu, yeni bir perspektifle topluma mesajlar verdiğini görüyoruz. Bence bu bir tarihi yön. Örgüt ilk başta çıktığında bağımsız bir devlet hedefi vardı. Bugün gelinen noktada bu hedefin değiştiğini görüyoruz.”

Emperyalistler destekliyor

Öcalan’ın açıklaması, Batılı emperyalistler tarafından büyük bir memnuniyetle karşılandı. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland, yaptığı açıklamada, Öcalan’ın mesajını “olumlu bir adım olarak memnuniyetle karşıladığını” belirtti: “ABD, Türkiye halkının sonunda bu meseleyi çözmek ve daha aydınlık bir geleceğe ilerlemek konusundaki çabalarını desteklemeye devam edecektir.”

AB Genişleme Komiseri Stefan Füle ve AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Tesilcisi Catherine Ashton, yaptıkları ortak açıklamada, “PKK’ye bugün yapılan silah bırakma ve Türkiye sınırlarının dışına çekilme çağrısını ve buna yönelik olumlu tepkileri memnuniyetle karşılıyoruz. Bu, … devam eden süreçte yeni bir önemli ileri adımdır. Bunun somut takibini ve uygulanmasını bekliyoruz,” dedi. Aynı açıklamada, AB’nin barış sürecine tam destek verdiği ve sürece katkı yapmaya hazır olduğu da belirtildi.

Şoven Türk milliyetçi tepkiler

TBMM’nin 21 Mart günü yapılan toplantısına, Diyarbakır’daki Newroz kutlamalarına ve Öcalan’ın mesajına yönelik şoven Türk milliyetçisi tepkiler damgasını vurdu. MHP’li milletvekilleri, sıralarda bulunan mikrofonlara Türk bayrağı astı, partinin grup başkan vekillerinin oturduğu sıraların önünde de PKK ile savaşta ölen askerlerin fotoğraflarını yerleştirdi. MHP, Diyarbakır’daki Newroz kutlamasını ve Öcalan’ın mesajının okunmasını, MHP Grup Başkanvekili Mehmet Şandır’ın sözleriyle, “Türk milletine ve devletine meydan okunması” olarak algılıyor.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise Diyarbakır’da düzenlenen Newroz mitingine ve Öcalan’ın mesajına ilişkin yazılı bir açıklama yaptı. Bahçeli, açıklamasında, Öcalan ile Başbakan’ın söyleminin ortak olduğunu belirttikten sonra, bilinen Türk şovenisti düşüncelerini tekrarladı. Ona göre, “Kürdistan çağrıları her tarafı sarmış ve hainlikler kara bulut gibi mübarek vatanımızda dolaşmış”tı.

MHP’nin şoven Türk milliyetçisi tavrı, çeşitli “ulusalcı sol” partiler ve köşe yazarları tarafından da paylaşıldı. Onlar, “emperyalistlerin planları”ndan ve “Türk vatanının” bölündüğünden söz ettiler.

Ana muhalefet CHP ise sessizliğini korudu. Partinin içinde bulunduğu kargaşanın ifadesi olan bu sessizliği bozan tek açıklama, CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin’den geldi. Tekin, “Bizim muhatabımız iktidardır. Recep Tayyip Erdoğan bir şey söylemeden, yorum yapmayız,” diye konuştu.

Yeni Osmanlıcılık”

Öcalan’ın, “barış”, “hoşgörü”, “özgürlük” ve “demokrasi” gibi hiç kimsenin karşı çıkmayacağı kavramlarla donanmış olan “Newroz mesajı”nda, Erdoğan’ın “artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun” talebini yinelemesi, basit bir “iyi niyet jesti” değildi. Öcalan’ın mesajı, yalnızca, “silahlı birliklerin sınır dışına çıkması”yla ya da PKK’nin silahlı mücadeleye son vermesiyle de sınırlı değildi.

PKK’nin kurucusu ve önderi Öcalan, “artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor” gibi kulağa çok hoş gelen ifadeler içeren mesajında, ilk kez 1999’da yakalandığı sırada ifade ettiği ve uğrunda elinden geleni yapmaya hazır olduğunu söylediği “Büyük Türkiye” projesini yeniden öne sürmektedir. Elbette, hızla değişen bölgesel koşullara uygun İslami renklere bürünmüş şekilde.

Öcalan’ın “bin yıla yakın, İslam bayrağı altında” birlikte yaşamışlığa, “Çanakkale’de omuz omuza şehit düşmüş” olmaya ve “1920 meclisini birlikte açmaya” yaptığı göndermeler, ilk bakışta, Kürt halkını “cumhuriyetin kurucu unsurlarından biri” olarak Türkler ile eşitlemeyi amaçlayan; “kardeşliği” vurgulayan ifadeler gibi görünüyor. Ama öyle değil.

Öcalan’ın bütün bu göndermeleri, Türk burjuva devriminin bütün kazanımlarını yok saymakta; dahası, onları, “kapitalist modernite”nin günahları olarak topyekûn reddetmektedir. Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin, emperyalizm çağında gerçekleşen bütün burjuva ulus devlet inşaları gibi etnik, kültürel, dinsel vb. baskılarla, zorla asimilasyonlarla, sürgünlerle ve katliamlarla; en çok da işçilerin ve yoksul köylülerin azgın sömürüsüyle, Kürt halkının inkârıyla, hapislerle, işkencelerle vb. damgalandığı ortadadır. Ama bunların hiçbiri, çağdışı teokratik bir devlet olan Osmanlı İmparatorluğu’ndan modern ve laik bir burjuva cumhuriyete geçişin kazanımlarını yok saymanın, hatta onları birer “suç” ilan etmenin gerekçesi olamaz.

Oysa Öcalan, mesajında, Cumhuriyet’in kazanımlarına herhangi bir olumlu gönderme yapmak şöyle dursun, “İslam bayrağı”na sarılarak, Çanakkale’deki emperyalist savaşı ve Osmanlı İmparatorluğu’ndaki “barış”ı ve “kardeşliği” kutsamaktadır. Öcalan, “Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları, kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır,” diyor ama Ortadoğu ve Afrika halklarının söz konusu “İslam bayrağı”nın altına zor yoluyla girmiş olduğunu söylemiyor. O, yeni Osmanlıcı yöneliminden dolayı, Çanakkale Savaşı’nın emperyalist I. Dünya Savaşı’nın bir parçası olduğunu; orada savaşan Türklerin ve Kürtlerin Alman Mareşal Liman Von Sanders komutası altında ve Alman emperyalizminin emrinde öldüklerini de unutuyor. Öcalan’ın “unuttuğu” bir diğer olgu da, 1920 Meclisi’nin Osmanlı sultanı ve halife VI. Mehmet’e bağlılık yemini etmiş ve kurtuluş savaşını “din ve hilafet uğruna” vermiş olduğudur (Mustafa Kemal önderliğinin, Meclis’i, ordudaki Osmanlı generallerini ve halkı savaşmaya ikna etmesinin tek yolu buydu).

Öcalan’ın “kapitalist modernite”nin yerine önerdiği “demokratik modernite”nin ise kapitalizmi karşısına alan bir içeriğinin olmadığı biliniyor. Onu “demokratik” olarak ifade etmek, yalnızca onun burjuva sınıf egemenliğine dayalı kapitalist içeriğini gizlemeye yarıyor. Bugün, Türk burjuva devletinin inşasından ve Mustafa Suphiler’in bunu ilk olarak ortaya koyduğundan beri geçerliliğini koruyan tek devrimci program, “kapitalist modernite”ye karşı, tüm Ortadoğu’da burjuva devletleri ve ulusal sınırları ortadan kaldıracak sosyalist işçi-emekçi iktidarlarıdır.

Misak-ı Milli”: Yeniden “Büyük Türkiye”

Öcalan’ın, mesajında, “Misak-ı Milli”ye (Milli Yemin) gönderme yapması, onun, ilk elde Irak’ın kuzeyindeki Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin denetiminde olan toprakların “Büyük Türkiye”ye dahil edilmesini amaçladığını gösteriyor. Bilindiği gibi, Misak-ı Milli, İstanbul’daki Osmanlı Mebusan Meclisi tarafından –Ankara’ya danışarak– 28 Ocak 1920’de oybirliği ile kabul edilmişti ve Irak’taki Kürt topraklarının yanı sıra Batı Trakya (Yunanistan) ile Bulgaristan’ın önemli bir kesimini de kapsıyordu.

Öcalan, “Misak-i Milli’ye aykırı olarak parçalanmış ve bugün Suriye ve Irak Arap Cumhuriyeti’nde ağır sorunlar ve çatışmalar içinde yaşamaya mahkûm edilen Kürtleri, Türkmenleri, Asurîleri ve Arapları”, Türkler ile Kürtlerin eşit kurucu unsurları olacağı “Büyük Türkiye”nin önderliği altında birleştirme çağrısı yapmaktadır. “Yakın tarihte Misak-ı Milli çerçevesinde Türklerin ve Kürtlerin öncülüğünde gerçekleşen Milli Kurtuluş Savaşı’nın daha güncel, karmaşık ve derinleşmiş bir türevini” yaşadığımızı ifade eden Öcalan, bu hedefe ulaşmak için, elbette açıkça savaşalım demiyor. Tersine, o, söz konusu halkları “birleşik bir ‘Milli Dayanışma ve Barış Konferansı’ temelinde kendi gerçeklerini tartışmaya, bilinçlenmeye ve kararlaşmaya çağırıyor.” Yani bu halklar (daha doğrusu onların egemen burjuvazileri), özgür tartışmalar içinde bilinçlenecek ve Osmanlı’nın sahip olduğu bütün baskıcı, gerici değerleri benimseyerek “İslam bayrağı”nı yeniden yükseltecek olan “Büyük Türkiye”ye katılmaya karar verecekler!

Öcalan, aynı AKP iktidarı altında canlanan yeni Osmanlıcılar gibi, Osmanlı döneminde yerel egemen sınıflar dolayımıyla uygulanmış olan barbarlığın ve yağmanın, onlar yetmediğinde merkezi ordusu eliyle gerçekleştirilen katliamların, söz konusu halkların kolektif belleğinden silinmiş olduğunu düşünüyor olabilir. Bununla birlikte, bilinçli yaşamının neredeyse tamamı siyasi mücadele içinde geçmiş olan ve bölgedeki en uzun süreli silahlı Kürt direnişlerinden birine önderlik eden Öcalan’ın, böylesi kapsamlı dönüşümlerin “tartışma, bilinçlenme ve karar verme” gibi “demokratik” yollarla değil ama bugün olduğu gibi emperyalist müdahaleler, savaşlar ve katliamlar yoluyla gerçekleştiğini, bunu durdurmanın tek yolunun ise bölgedeki tüm emekçilerin birleşmesi ve burjuva egemenliklerine son vermesinden geçtiğini bildiğini düşünüyoruz.

Emperyalist yağmadan pay kapma çabası

Abdullah Öcalan’ın Newroz açıklaması, AKP iktidarının “açılım” adını verdiği sürecin başından beri vurguladığımız şu gerçeği bütün çıplaklığıyla ortaya koymuştur: Bu süreç, küresel sermayenin ve onun emrindeki emperyalist ve kapitalist devletlerin bölgesel (Ortadoğu ve Kafkasya) egemenlik planları ile bağlantılıdır; demokrasi, barış, özgürlük vb. kavramlar, bu planların gerici karakterini örtmeye yarayan propaganda malzemeleridir.

Türkiyeli kapitalistlerin ve onların çıkarlarını savunan AKP iktidarının, Ortadoğu’nun emperyalist yağmasından daha fazla pay kapabilmek ve emekçileri daha azgın sömürebilmek için, en başından itibaren, başını ABD’nin çektiği saldırgan emperyalist kampta yer aldığını biliyoruz. Onun ABD emperyalizmi ile birlikte geliştirdiği “açılım” planının uluslararası ayağı, önce Ermenistan’da, ardından da Suriye’de çöktü. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun “komşularla sıfır sorun” adlı masalının kısa süre içinde çökmesi, hükümetin “stratejik” sığlığını gözler önüne sermekle kalmadı; aynı zamanda, dış politikanın hayaller değil ama somut ekonomik dinamikler üzerinde yükseldiğini de gözler önüne serdi: Kapitalist dünyada, sahip olduğunuz sermaye ve üretiminiz ne kadarsa, o kadar etkili olursunuz!

Özellikle son otuz yıldır tüm dünyada yaşananlar, mülk sahibi sınıfların bütün kesimlerinin, yazgılarını uluslararası bankaların ve şirketlerin çıkarlarına tabi kılmış ve II. Dünya Savaşı sonrası kabaca 30 yıllık döneme damgasını vuran bütün ulusal kalkınmacı bağımsızlık programlarını çöpe atmış olduğunu gösteriyor.

Kemalist yönetim altında, korumacı ulus devletin kucağında büyüyüp gelişmiş olan Türk burjuvazisi, bu adımı, kendisini yeterince palazlanmış hissettiği 1980’lerde atmaya başlamış ve 2000’li yıllarla birlikte, küresel bankalarla şirketlerin uzantısı yerel taşeronlar haline gelmişti. Onlarca yıl boyunca büyük Türk bankalarının ve şirketlerinin, temsilcileri, küçük ortakları ya da müşterileri olarak faaliyet gösteren Kürt mülk sahipleri de benzeri bir evrimden geçti. Onlar da, uluslararası sermaye ile Türk kapitalistlerinin kurdukları türde bir ilişki kurdular. Ama bu ilişkiler İstanbul’daki “Türk” bankaları ve şirketleri ile Ankara’daki siyasi iktidar üzerinden; dolayısıyla, sömürüden onlara da bir pay (çoğu zaman aslan payı) verecek şekilde kuruluyordu.

Bu durum hızla değişti. Son 10-15 yıl içinde, iç piyasanın hızla liberalleşmesi ve Irak’taki KBY topraklarındaki faaliyetleri sayesinde kendisini yeterince güçlenmiş hisseden Türkiyeli Kürt kapitalistler, artık, “kendi” bölgelerine daha fazla yatırım yapılmasını ve bunun da Ankara’nın denetimini iyice azaltarak gerçekleşmesini istiyorlar. Hem hammadde ve ucuz işgücü, hem de enerji kaynakları bakımından son derece zengin olan bölgede yatırımlar yapmak için can atanlar arasında, uluslararası bankalar ve şirketler var ve onlar da bölgedeki yatırımlarını Ankara’nın denetimi altında değil de yerel yönetimler (Kürt burjuvazisi) ile doğrudan ilişki kurarak gerçekleştirmek istiyorlar. Kürt burjuvazisinin AB Yerel Yönetim Özerklik Şartı’ndaki ısrarının ardında yatan neden budur.

Ama bunu yalnızca Kürt burjuvazisinin istediğini düşünmek hata olur. Başta TÜSİAD olmak üzere, Türkiye burjuvazisinin örgütleri ile AKP ve CHP gibi büyük burjuva partileri de tüm Türkiye için AB Yerel Yönetim Özerklik Şartı’nı programında savunuyor. Özetle, bu programla yapılmak istenen, Türkiye’nin demokratikleştirilmesi değil daha da liberalleştirilmesi; küresel sermaye ve yerli burjuvazi için dikensiz gül bahçesi yaratmak ve işçi sınıfını dizginsizce sömürmektir.

Gerçek ve kalıcı bir barış için

Okurlarımız, Toplumsal Eşitlik’in, “Kürt açılımı” ya da “barış süreci” adı verilen gelişmelere ilişkin bütün değerlendirmelerinde, kapitalizmin uluslararası / bölgesel dinamiklerinden yola çıktığını ve onu işçi sınıfı eksenli enternasyonalist bir perspektifle ele aldığını hatırlayacaktır. Dolayısıyla, başını AKP iktidarının çektiği bu süreç, Türkiye ile sınırlı olmadığı gibi, bütünüyle küresel sermayenin taleplerine tabi biçimde ve ABD önderliğindeki Batılı emperyalist koalisyonun çıkarları doğrultusunda yaşanmaktadır. Daha önceki yazılarımızda, PKK’nin ve BDP’nin Kürt burjuvazisinin taleplerine uygun olarak izlediği siyasi çizginin hem Kürt halkının hem de bir bütün olarak bölge işçilerinin ve yoksul köylülerinin çıkarlarına aykırı olduğunu vurgulamıştık.

Öcalan’ın Newroz mesajı, onun önderliğindeki Kürt hareketinin, kendi yazgısını, yalnızca, Kürt burjuvazisinin çıkarlarına tabi kılmakla kalmadığını; aynı zamanda büyük Türk burjuvazisi ile birlikte Ortadoğu’da yayılmacı maceralara girişme niyetini de açıkça gözler önüne sermektedir. “İslam bayrağı” ve “Misak-ı Milli” söylemi, “Kürtlerin merkezinde yer alacağı ve milyonlarca insanın yaşamını altüst edecek yeni savaşlar”a çıkarılmış açık bir davetiyedir. Dolayısıyla, “Başta Kürtler olmak üzere, Türkiyeli emekçiler, Türk devleti ile PKK arasında sağlanacak olan ‘barış’ın, … Ortadoğu’daki emperyalist paylaşım planlarının bir parçası olmasına izin vermemelidir.”1

Önümüzdeki dönem, ezilenlerin demokratik hakları, eşitlik ve barış özlemlerinin tek tutarlı savunucusu olan Marksist devrimcilere büyük görevler yüklemektedir. Eğer bölge işçi sınıfı, bu döneme devrimci önderliğinden ve birlikten yoksun olarak girerse, süreci bir kez daha sermaye sınıfı belirleyecek; emekçiler ise toplumsal eşitliği sağlamak üzere tarihe yön veremeyeceklerdir. Bu, Türk, Kürt, Arap, Musevi, tüm kimliklerden emekçilerin, emperyalistlerin ve onların yerel taşeronu mülk sahibi sınıfların boyunduruğu altında yaşaması ve “Misak-ı Milli”, “Ortadoğu barışı”, “yeni Ortadoğu düzeni” gibi burjuva planlar doğrultusunda birbirlerine karşı cepheye sürülmeleri anlamına gelecektir.

 

Dipnotlar:

1 Toplumsal Eşitlik Yayın Kurulu, “Emek eksenli devrimci Newrozlar için,” 20 Mart 2013.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir