“Bir toplumun, geçmişindeki karanlık bölümler hakkındaki rahatsız edici gerçeklerin üzerine gitmesi cesaret ister. Bizzat kendi liderlerimizin işlediği suçlarla yüzleşmek… tüm yurttaşlarına saygı gösteren bir ülkede barışçıl ve müreffeh bir gelecek inşasına ilerlemek için gereklidir.”
Bunlar, ABD destekli General Jorge Videla’nın ölüm saçan diktatörlüğünü iktidara getiren askeri darbenin 40. yıldönümü olan 24 Mart’ta Buenos Aires’te düzenlenen bir törende konuşan Başkan Barack Obama’nın, Arjantin’in sağcı yeni devlet başkanı Mauricio Macri’yi överkenki sözleriydi.
Obama, basbayağı, Amerika Birleşik Devletleri’nin Arjantin halkına ve Latin Amerika’nın diğer halklarına karşı işlediği suçlardan bahsediyor olabilirdi. Fakat onun Washington’ın suçlarını örtbas etmeyi amaçlayan açıklamalarından arta kalanlar, onun politikalarının barışa, refaha ve temel haklara dayanan bir toplum inşa etmeye değil ama doymak bilmez bir kapitalist oligarşinin servetini ve iktidarını korumaya yönelik olduğunu açıkça ortaya koymuştur.
Obama, cunta yönetimi altında öldürülmüş ve “kaybedilmiş” 30.000 Arjantinli işçiye, öğrenciye ve solcuya adanmış olan Buenos Aires’teki Parque de la Memoria’yı kısa ziyaretinde, küçük bir Gizli Servis ajanları ordusuyla etrafı çevrildi, keskin nişancılarla ve helikopterlerle korundu ve yıldönümünü anmak için sokaklara dökülen yüz binlerce Arjantinli işçiden ve gençten güvenli bir uzaklıkta tutuldu. Ona, temel politikaları eski cuntanınkilerle süreklilik içinde olan Macri eşlik ediyordu.
Arjantin’deki kanlı olaylardaki Washington’ın kendi rolü açısından, Obama’nın yüzleşmeyi seçtiği “rahatsız edici gerçekler” ve “karanlık … geçmiş” neydi? O, ABD’li yetkililerin, “temsil ettiğimiz ideallere uygun yaşamayı” başaramamış olduğunu ve “insan haklarını dile getirmekte ağır kaldığını” söyledi.
Bir Amerikan başkanından gelen daha samimiyetsiz ve ikiyüzlü sözcükler hayal etmek zordur.
Eğer Washington 1970’lerde Arjantin’de “insan haklarını dile getirmekte ağır kalmış” ise, bunun nedeni, onun siyasi, askeri ve istihbarat yetkililerinin, hem 1976 darbesini hem de onu izleyen ve siyasi bir soykırıma varmış olan son derece vahşi baskıyı hazırlamak, yönlendirmek ve desteklemek ile oldukça meşgul olmasıydı.
Arjantin’deki faşizan cuntayı kurmuş olan generaller, aynı dönem süresince Brezilya’da, Uruguay’da ve Şili’de askeri darbelere önderlik etmiş olan mevkidaşları gibi, ABD ordusunun o zamanlar Panama’da bulunan Amerikalar Okulu’nda (School of the Americas) eğitilmişlerdi. Onlara, geniş ABD askeri misyonları ve CIA üsleri tarafından danışmanlık yapıldı. Pentagon ve CIA, kitlesel baskı becerisi ve 100.000’i aşkın Arjantinli üzerinde uygulanacak olan işkence teknikleri konusunda doğrudan eğitim sağladı.
ABD hükümeti içindeki üst düzey yetkililer kitlesel baskıyı biliyor ve onaylıyordu. Daha önce gizli olan Dışişleri Bakanlığı belgeleri, ABD Dışişleri Başkanı Henry Kissinger ile onun Latin Amerika’dan sorumlu müsteşarı William Rogers arasında, Videla’nın iktidarı almasından sadece iki gün önceki bir yazışmayı belgelemektedir. Rogers, Kissinger’e, “Arjantin’de, çok yakında, bir hayli kan” beklediğini söylüyordu. O, gelen cunta, “yalnızca teröristlere değil ama sendikalardaki muhaliflere ve onların partilerine de saldırmak zorunda olacak.” diyordu. Kissinger’in yanıtı, ABD’nin diktatörlüğe tam desteğini emrediyordu.
Darbeyi ve onu izleyen katliamı yalnızca Dışişleri Bakanlığı, CIA ve ordu değil, Arjantin’de faaliyet gösteren ABD’li şirketler de desteklemişti. Ford Motors gibi şirketler, güvenlik güçlerince öldürülmeleri için militan işçileri ele verdiler ve gizli polisin, kendi tesislerinde gizli tutuklama ve işkence merkezleri kurmasına izin verdiler.
Kuşkusuz, Obama, bu olayları, Washington’daki yeni “insan hakları” yönetimiyle ilgili olmayan eski tarih olarak savacaktır. O, Buenos Aires’teki basın toplantısında, ABD’nin diktatörlüğün desteklenmesindeki rolü hakkındaki soruya, “Amerika Birleşik Devletleri’nin geçtiğimiz yüz yılda Latin Amerika’daki her faaliyetini” tartışmakla ilgilenmediğini söyleyerek yanıt verdi.
Obama, uzak geçmişi tartışmak bir yana, ilk olarak, bizzat kendi yönetiminin suçları hakkında konuşmaya başlayabilirdi. Onun yönetimi, 2009’da, Honduras’ın seçilmiş devlet başkanı Manuel Zelaya’yı deviren bir darbeyi destekledi ve karşıtlarına yönelik sistematik katliamı yöneten bir hükümet getirdi. Peki ya Ortadoğu’daki ABD politikasının asli ayakları ve Amerikan askeri mühimmatının başlıca alıcıları olan Mısır ile Suudi Arabistan’daki yönetimler? Suudi Hanedanı muhaliflerinin kafasını keserken, General Sisi’nin Mısır yönetimi 40 yıl önceki Latin Amerika diktatörlükleriyle aşık atacak şekilde kitlesel tutuklamalar, işkenceler ve cinayetler gerçekleştirmiştir.
Her durumda, Obama’nın Arjantin ziyaretinin esas amacı, “insan hakları”nı övmek değil, Aralık ayında göreve başlamış olan Arjantin’in devlet başkanı -eski milyoner iş adamı- Macri’nin siyasi ve ekonomik gündemini desteklemekti.
Daha önce bir “sola dönüş” olarak tanımlanan şeyin parçası olan hükümetler, emtia ve gelişmekte olan piyasa büyümesinin çöküşü eliyle birbiri ardına derin bir kriz içine sürüklenirken, Washington, Latin Amerika’da bir “sağa dönüş” başlatan Macri’nin yükselişine bel bağlıyor. ABD, bu krizleri, Çin’e karşı giderek artan ölçüde düşmanca meydan okumasını ilerletmek üzere kendi çıkarına kullanmaya kararlı. Çin, Güney Amerika’nın başlıca ticaret ortağı olarak ABD’yi gölgede bırakmış durumda.
ABD başkanının Küba ve Arjantin ziyaretleri, Washington’ın uzun zamandır “kendi arka bahçesi” saydığı bölgede ABD emperyalizminin başlıca küresel rakibinin stratejik üstünlük elde etmesini önlemeyi hedefleyen, önde gelen Pentagon stratejistlerinin bir “Latin Amerika’ya dönüş” olarak tanımladıkları şeyin siyasi bir tezahürüdür.
Obama, Macri’yi, “söz verdiği çok sayıda reformu yerine getirdiği” için övdü. ABD başkanının oldukça göz alıcı bulduğu “reformlar” neler mi?
Macri, kamu sektöründe en az 50.000, özel sektörde de 75.000 işi ortadan kaldıran toplu işten çıkarmalara başkanlık etti. O, pesonun değerini hızla yüzde 30 düşürecek ve Arjantinli işçilerin reel ücretlerinde sert bir kesintiye yol açacak şekilde, döviz kontrolünü rafa kaldırdı.
Elektrik sübvansiyonlarını yüzde 300’lük bir zamma yol açarak kaldırırken, eğitimde ve sağlık hizmetlerinde kapsamlı kesintiler uygulamaya başladı.
Aynı anda, sağ siyasetin arkasındaki başlıca kesim olan Arjantin’in büyük toprak sahiplerini etkileyen vergileri düşürdü ve Arjantin’in kuruşuna kadar çekip aldıkları temerrüde düşmüş borçlarına yaptıkları asıl yatırımın 10-15 katını kazanacak olan Wall Street “akbaba” serbest yatırım fonlarıyla milyarlarca dolarlık bir anlaşmaya vardı.
Macri, ABD emperyalizminin Latin Amerika’daki stratejik yörüngesine doğru keskin bir dönüşün yanı sıra, servetin, Arjantinli işçi kitlelerinden ülkenin ve ABD’nin egemen oligarşisine büyük çaplı bir aktarımını yürütüyor. Bu, genel hatları itibariyle, Videla diktatörlüğünün toplu katliam ve işkence ile yürüttüğü ekonomik gündemle aynıdır. Macri, aynı zamanda Peroncu ve korporatist sendika bürokrasisinin bir kesiminin desteğine güvenmekle birlikte, sağcı politikalarını uygulamak için bir dizi kanun hükmünde kararnameden yararlandı.
Macri’nin yaşam standartlarına yönelik saldırılarının Arjantinli işçilerin kitlesel kabarışlarını kışkırtması durumunda, Arjantin hükümetinin eski baskı yöntemlerini canlandıracağından ve Obama’nın insan hakları için endişelenme maskesini hızla çıkarıp atacağından şüphe duyulamaz.