Militarizme, kemer sıkmaya ve savaşa karşı yeni bir sosyalist hareket için

Sosyalist Eşitlik Partisi (Britanya) 2016 Kongre Kararları

Sosyalist Eşitlik Partisi (Britanya), Üçüncü Ulusal Kongre’sini, 28-31 Ekim tarihleri arasında Sheffield’da düzenledi. Kongre, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin 18 Şubat 2016 tarihli “Sosyalizm ve Savaşa Karşı Mücadele” başlıklı açıklamasını oybirliğiyle onayladı ve iki kararı daha kabul etti: “Militarizme, kemer sıkmaya ve savaşa karşı yeni bir sosyalist hareket için” ve “Jeremy Corbyn ve İşçi Partisi: Stratejik dersler.”

Aşağıda, “Militarizme, kemer sıkmaya ve savaşa karşı yeni bir sosyalist hareket için” başlıklı ilk kararın gözden geçirilmiş hali yer alıyor.

1. Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (Britanya) Üçüncü Ulusal Kongresi, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) 18 Şubat 2016 tarihli “Sosyalizm ve Savaşa Karşı Mücadele: Emperyalizme Karşı Uluslararası Bir İşçi Sınıfı ve Gençlik Hareketi İnşa Edin!” başlıklı kararını onaylar.

2. Kapitalizmin savunucularının, Sovyetler Birliği’nin Aralık 1991’de dağılmasını “tarihin sonu” ve serbest piyasa ile liberal demokrasinin nihai zaferi olarak göklere çıkarmalarından bu yana çeyrek yüzyıl geçti. Buna karşılık, yeni bir dünya düzeni kurma yönelimi, yalnızca, küresel kargaşa yaratmada başarılı olmuştur: sonu gelmeyen bir dizi savaş; ülkelerin mahvedilmesi; milyonlarca insanın öldürülmesi, sakat bırakılması ve/veya sığınmacı haline getirilmesi; faşizan eğilimlerin yeniden ortaya çıkması ve bir “kemer sıkma çağı”nda şiddetli sınıf savaşı politikaları izlenmesi.

3. ABD emperyalizmi, çoğu insanın farkında olduğundan çok daha hızlı bir şekilde, jeopolitik rakipleri ile doğrudan bir askeri çatışmaya hazırlanıyor. Ekim ayında Washington’da düzenlenen “Ordunun Geleceği” panelinde, ABD Kara Kuvvetleri Komutanı Mark A. Milley, ulus-devletler arasında savaş “neredeyse garanti. Ordumuz ve ulusumuz hazır olmalı.” diye ilan etti. Atlantik Konseyi düşünce kuruluşu, ABD’nin, Rusya ve Çin olarak tanımlanan “büyük güçler” ile “büyük ve ölümcül” savaşlara girme hazırlıklarının “yüksek düzeylerde ölüme ve yıkıma” ve “bir nükleer çatışma” olasılığına yol açacağını ileri sürüyor.

4. Suriye’de büyük bir askeri tırmanma yönündeki planlar, Washington’ın Avrasya kara parçası üzerinde egemenliği güvenceye almaya yönelik saldırganlığının ayrılmaz parçasıdır. Bu jeo-stratejik amacı gerçekleştirme, Rusya’nın parçalanmasını ve yarı-sömürge konumuna indirgenmesini gerektirirken, ABD’nin “Asya’ya dönüş”ü ekonomik bir rakip olarak Çin’i kuşatmayı ve etkisizleştirmeyi hedefliyor. Sonuç olarak, tüm dünya bir barut fıçısı haline gelmiş durumda. Şu anda 60 ülkenin dahil olduğu Suriye iç savaşı, Ortadoğu’da daha geniş bir çatışmanın parlama noktası haline gelme tehlikesi oluşturuyor. Aynı zamanda, Uzak Doğu, Japonya ve Avustralya gibi bölgesel ve emperyalist güçler arasında bir askeri çatışma alanı olurken, NATO güçleri Rusya sınırlarına doğru ilerliyor. Washington’ın, kendi Çin karşıtı Asya’ya dönüşüne yedeklemek amacıyla Hindistan’a stratejik ayrıcalıklar yağdırması, Güney Asya’nın “dehşet dengesi”ni altüst etmiş ve alt kıtanın 1947’deki topluluksal bölünmesi eliyle yaratılmış olan nükleer silahlı rakip devletler Hindistan ile Pakistan arasındaki gerilimleri büyük ölçüde şiddetlendirmiş durumda.

5. ABD, bu militarizm patlamasının en ön safında ama aynı eğilimler her ülkede mevcut. Britanya’nın 23 Haziran’da Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılma yönündeki oyu, şiddetlenmiş ticaret savaşı önlemlerini ve militarizmi haber verecek şekilde, Avrupa’yı paramparça eden ulusal gerilimlerin yeniden canlanmasında bir dönüm noktasıdır. Büyük Avrupalı güçlerin her biri, kendi rakip ulusal hedefleriyle, Suriye’de çatışmada yer alıyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’da var olan tüm ilişkiler sorgulanmaya başlanmış durumda. Britanya’nın ABD ile “özel ilişki”sinin sürdürülebilir olup olmadığı, Almanya’nın kendi çıkarlarına aykırı bir ABD hegemonyasını kabul etmekten hoşnut olup olmayacağı ve kıtadaki büyük güçler arasındaki kesin saflaşma, henüz belirlenmiş değil. Ancak, olaylar nasıl gelişirse gelişsin, kesin olan şey, uluslararası işçi sınıfının bağımsız müdahalesinin olmaması durumunda, yeni bir dünya savaşının kaçınılmaz olduğudur.

6. Savaşa gidiş, bir dünya sistemi olarak kapitalizmin baş edilemeyen krizinin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Üretimin küreselleşmesi ile üretim araçlarının özel mülkiyetine ve sınıf sömürüsüne dayalı kapitalist ulus devlet sistemi arasındaki temel çelişki, toplumsal ve siyasi hoşnutsuzluğu körüklüyor, geleneksel egemenlik mekanizmalarını istikrarsızlaştırıyor, burjuva politikasını bir altüst oluş içine sokuyor ve küresel bir felaket hazırlıyor. Bu tehlike, savaşın kaynağı olan kapitalist kar sisteminin derinleşen krizi eliyle daha da yakın bir hale getirilmiştir.

7. 2008 mali iflasının üstesinden -banka kurtarmaları ve kemer sıkma yoluyla- gelmeye yönelik tüm çabalar, başarısız olmakla kalmayıp, sınıfsal gerilimleri şiddetlendirmiş ve yeni bir ekonomik çöküşün yolunu hazırlamıştır. Uluslararası Para Fonu’na (IMF) göre, toplam küresel borç, şu anda, 152 trilyon dolar seviyesinde ve dünya GSYİH’sinin yüzde 225’ine eşit (insanlık tarihindeki en büyük borç balonu). ABD Merkez Bankası (Fed), Bank of England, Avrupa Merkez Bankası ve Japonya Merkez Bankası tarafından uygulamaya konan parasal genişleme programlarından, ezici çoğunlukla süper zenginler yararlanmıştır. Dünya merkez bankalarının bilançoları, 2007’deki 6 trilyon dolardan, bugün, 21 trilyon dolara yükselmiş durumda. Bu borç balonunun çökmesi, bütün ekonomileri iflasa götürecektir.

8. Burjuvazi, buna hazırlanmak için, siyasi bir yeniden düzenleme yapmaya çalışıyor: her şeyden çok korktuğu şeye, egemenliğine meydan okuyacak uluslararası işçi sınıfının birleşik bir mücadelesine karşı önleyici bir saldırı gerçekleştirme girişiminde bulunuyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde, faşizan demagog ve emlak milyarderi Donald Trump, başkanlık seçimini, Wall Street’in ve ordu-sanayi bloğunun gözdesi Demokratik Partili rakibi Hillary Clinton’ın, toplumsal kaygıları, gerici ırksal ve cinsel politikaların yükseltilmesi yararına küstahça görmezden geldiği ve Rusya’ya savaş açmaya karşı olduğunu belirtmesi üzerinden Trump’a sağdan saldırdığı koşullarda kazanabildi. Avrupa’da ise, Fransa’daki Ulusal Cephe gibi faşizan ve yabancı düşmanı partilerin yükselişine, Yunanistan’daki Syriza, İspanya’daki Podemos ve Britanya’daki Jeremy Corbyn gibi güçlerin sözde bir “sol” alternatif olarak teşvik edilmesi eşlik ediyor.

9. İşçiler ve gençler arasında, örgütlü bir ifade bulamayan güçlü bir barış ve toplumsal eşitlik arzusu var. Bilinçli bir savaş karşıtı hareketin inşası, işçi sınıfının, “kendi” burjuvazisinin ve onun rakiplerinin politikalarına yön veren ekonomik ve sınıfsal çıkarlara ilişkin titiz bir değerlendirme temelinde, krizin nesnel kökenlerine ilişkin bilimsel bir kavrayış geliştirmesini gerektirmektedir. İşçi sınıfı, ancak o zaman, burjuvazinin savaşın ideolojik temeli olarak “ulusal birlik”i yükseltmesine uzlaşmaz karşıtlık içinde, bütün dünyadaki sınıf kardeşleri ile dayanışma içinde, kendi bağımsız sınıf çıkarlarını belirleyebilecektir.

Brexit ve milliyetçiliğin/ulusalcılığın yükseltilmesi

10. Bu, Britanya’nın Avrupa Birliği üyeliği üzerine Haziran ayında düzenlenen referandumdan çıkarılacak temel derstir. Küresel ekonominin 2008’i izleyen krizi, egemen seçkinler içinde, AB üyeliğini kendi ekonomik ve siyasi çıkarlarını yükseltmek için yaşamsal olarak görenler ile AB’nin Alman hakimiyeti altında daha fazla bütünleşmeye doğru gitmesinin, Londra finans merkezini (City of London) ve onun Çin gibi yeni ekonomik büyüme merkezlerini sömürme beceresini tehdit ettiğini düşünenler arasındaki anlaşmazlıkları şiddetlendirdi. Dönemin Başbakanı David Cameron’ın AB üyeliği üzerine bir referandumu kabul etmesi, Muhafazakar Parti içindeki AB karşıtı düşünceleri yatıştırmaya ve Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi’nin (UKIP) yükselişine karşı koymaya yönelik bir girişimdi. Amaç, toplumsal hoşnutsuzluğu sağa doğru yönlendirmek için AB ve göçmen karşıtı söylemden yararlanmak ve AB’den, daha sıkı ekonomik ve siyasi birlik yönündeki planları engelleyecek tavizler koparmaktı. Milyonlarca kişinin mevcut kurumlara yabancılaşmasını önemsemeyen egemen sınıf, mali çöküş ve ekonomik güvensizlik uyarıları üzerine kurulu “AB’de Kalma” oyu lehindeki savları kaybedecek bir şeyi olmadığını hissedenler arasında çok az destek gördüğünde, neye uğradığını şaşırdı.

11. Sosyalist Eşitlik Partisi, referandumun aktif boykotu çağrısı yoluyla işçi sınıfı için bağımsız bir siyasi perspektif ileri sürme konusunda tek başınaydı. Sınıfsal güç dengesinin ve tarihin, özellikle de 1930’ların Almanya’sının derslerinin ciddi bir değerlendirmesine dayanan SEP’in hareket noktası, sadece Britanya’daki değil, Avrupa’daki ve diğer yerlerdeki işçilerin de çıkarlarını savunan bir politika belirlemekti. Hem “Kalma” hem de “Ayrılma” kamplarının işçi sınıfına eşit ölçüde düşman olduğunu açıklayan SEP, kemer sıkma politikalarını uygulamada, “Avrupa Kalesi” politikası yoluyla göçmenlere yönelik saldırıları kolaylaştırmada ve kıta genelinde militarizmi desteklemede büyük güçlerin bir aracı olan AB’ye yönelik uzlaşmaz muhalefetini ortaya koydu. SEP, aynı zamanda, “ulusal egemenlik”i emekçilere karşı saldırının derinleşmesine dayanan bir ticaret savaşı bayrağı olarak gören sağcı yabancı düşmanlarının ve Thatchercıların yön verdiği Ayrılma kampanyasına her türlü desteği de reddetti.

12. En önemlisi, SEP, referandumun, İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa’nın birleşmesi projesinin başarısızlığının en ileri ifadesi olduğu uyarısında bulundu: bu proje, “egemen seçkinlerin, kıtayı 20. yüzyılda iki kez savaşa sürüklemiş olan temel çelişkiyi (üretimin Avrupa’daki ve küresel ölçekteki bütünleşmiş karakteri ile kıtanın düşman ulus-devletlere bölünmüşlüğü) çözme yönündeki bir girişimiydi … Ama kapitalizm çerçevesi içinde birleşme, asla, en güçlü ülkelerin ve şirketlerin kıta ve onun halkları üzerindeki egemenliğinden başka bir anlama gelemezdi. Ulusal ve toplumsal uzlaşmazlıklar, hafifletilmenin aksine, çok daha kötücül biçimler almıştır.” SEP, şunu vurguladı: “AB parçalanıyor ve yeniden canlandırılamaz. Kıtanın geniş üretici güçleri, yalnızca, bir dünya sosyalist devletler federasyonunun ayrılmaz bir parçası olarak kurulmuş Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri’nin yaratılmasıyla herkesin yararına kullanılabilir.”

13. Referandum kampanyası, bu tehlikeleri vurgulayacak şekilde, Silahlı Kuvvetler’in ve güvenlik örgütleri MI5 ile MI6’nın görülmemiş bir müdahalesine tanık oldu. Her iki taraf da, NATO’ya bağlılıklarını ve Rusya ile Çin’e karşı saldırganlıklarını ilan etti: Kalma kampı Britanya’nın AB üyeliğinin NATO’yu güçlendirdiğini savunurken, Ayrılma kampı bir Avrupa Ordusu’nun kurulması yönündeki planların ABD önderliğindeki ittifakın altını oyacağını duyurdu. ABD Başkanı Barack Obama’nın, Dışişleri Bakanı John Kerry’nin ve beş eski NATO genel sekreterinin yanı sıra, üst düzey ordu ve güvenlik şeflerinin desteğini arkasına alan Cameron, AB üyeliğini, “yeni saldırgan Rusya” ile mücadele etmek için gerekli gördüğünü açıkladı. Obama, Britanya’nın üyeliğinin, “AB’yi açık, dışa dönük ve Atlantik’in diğer tarafındaki müttefikleri ile yakından bağlantılı” tutmada, NATO’nun “Afganistan’dan Ege’ye kadar deniz ötesi taahhütlerini” yerine getirmesini sağlamada ve “Rus saldırganlığı konusunda haklı olarak kaygılı olan müttefiklere güven vermek” için son derece önemli olduğu uyarısında bulundu. AB’den çıkma kampanyası ise, AB’yi, “Rusya ile yakın ilişkileri nedeniyle güvenilmez olan çok sayıda üye” içerdiği için bir güvenlik tehdidi olarak tanımlayan, 1982’deki Falkland Adaları/Malvinas savaşına önderlik eden Tümgeneral Julian Thompson ile birlikte bir düzine eski üst düzey ordu subayı tarafından desteklendi.

14. SEP’in ilkeli yaklaşımı, hem Kalmayı desteklemede İşçi Partisi’ne ve sendikalara katılan Sol Birlik gibi sahte solcu AB savunucularından hem de Sosyalist İşçi Partili (SWP), Britanya Komünist Partili (CPB) ve Sosyalist Partili (SP) “Sol Ayrılma” yanlılarından farklı olarak, gerçekten sosyalist, enternasyonalist bir bakış açısını betimliyordu. SEP, “Mevcut durumdaki en büyük siyasi tehlike, sözde bir ‘sol milliyetçilik’in benimsenmesi temelinde sınıf bayraklarının karıştırılmasıdır.” diye vurguladı. Bu [sınıf bayraklarını karıştırma] politikasının siyasi olarak canice karakteri, sol-sağ “birlikte uygun adım yürüyüş” çağrısı yapmak için UKIP lideri Nigel Farage’ın yanında boy gösteren George Galloway tarafından açıkça ortaya kondu. SEP’in belirttiği gibi, Sol Ayrılma savunucuları, “Ayrılma kampanyasının kuvvetlendirmekte olduğu asıl güçlere tamamen kayıtsızlar. Gerçekte, onlar, işçi sınıfını, siyasi yaşamı çok daha milliyetçi bir yörüngeye kaydırmayı amaçlayan bir girişime tabi kılıyor; böylece, işçi sınıfının siyasi savunmasını zayıflatırken, Britanya’da ve Avrupa genelinde aşırı sağı güçlendiriyor ve teşvik ediyorlar. Britanya milliyetçiliği cininin şişeden çıkartılmasına yardım eden bu güçler, onun sonuçlarından siyasi olarak sorumludur.”

Brexit bir gericilik karnavalı başlatıyor

15. Bu uyarı, son derece isabetliydi. Ayrılma yönündeki yüzde 52’lik oy, Muhafazakar Parti’nin en sağcı kesimleri tarafından, Thatchercı toplumsal karşı-devrimi tamamlamak için bir fırsat olarak değerlendirildi. Cameron’ın yerini, AB’de kalma kampanyası yürütmüş ancak sonradan “sert bir Brexit” savunucusu olarak ortaya atılmış olan Theresa May aldı. “Sol Ayrılma” yanlısı sahte solun düzmece iddialarını yineleyen May, sonucu, “sıradan, işçi sınıfı insanlarının uluslararası seçkinlere karşı” isyanı olarak tanımladı ve onu, “yurtseverlik”e başvurmanın ve Britanya milliyetçiliğini kışkırtmanın temeli olarak kullanıyor. Onun hükümeti, Ulusal Sağlık Hizmeti’ndeki yabancı doktorların ve hemşirelerin istihdamının aşamalı olarak kaldırılması çağrısı ve diğer göçmen karşıtı kirli önlemler dahil, tüm önemli konularda UKIP’in politikalarını benimsemiş durumda. Sterlindeki çöküş, bu sağcı kundakçılar tarafından, yaşam standartlarını daha da düşürmenin bir aracı olarak memnuniyetle karşılandı. Londra gazetesi Evening Standard’daki bir yorum, “Brexit, şu anlama gelir: Daha Sıkı Çalış.” “İronik bir şekilde, şimdi hepimizin daha çok göçmenler gibi olmayı öğrenmemiz gerekecek… Eğer Britanyalı işlerin Britanyalı işçiler için olmasını istiyorsak, seçici olmayı bırakmak zorundayız.” vurgusunu yaparken, onların gündemlerine işaret ediyordu.

16. Brexit’e muhalefet, hem Britanya egemen sınıfının güçlü kesimlerinin hem de ABD’nin desteğine sahip olmayı sürdürüyor. Muhafazakarlar içindeki bir azınlık görüşü (referandum sonucunu düzeltme ya da mümkünse, tersine çevirme arzusu), İşçi Partisi’nin çoğunluğunu, Liberal Demokratları, İskoçya Ulusal Partisi’ni (SNP), Galler Partisi’ni (Plaid Cymru) ve Yeşiller’i birleştirmektedir. Parlamentonun, Britanya’nın AB’den resmi çıkışını başlatacak olan 50. Madde’yi harekete geçirecek herhangi bir anlaşmayı oylayarak reddetmesine temel oluşturmak ve/veya ikinci bir referandumu ya da bir genel seçimi zorlamak için, yasal işlemlerle desteklenen düzenli çabalar harcanıyor. Ayrıca, AB yanlısı “ilerici” bir ittifakın ve hatta yeni bir partinin kurulması tartışılıyor.

17. Britanya’nın dağılması tehdidi oluşturan anayasal bir krizin yeniden alevlendirilmesi, bu durumu daha da ağırlaştırmıştır. İskoçya’nın bağımsızlığı üzerine 2014 referandumunun yenilgisinden sadece iki yıl sonra, SNP yönetimi, sert bir Brexit olması halinde ikinci bir referandum düzenleyeceğini söylüyor ve AB’den çıkışı engellemek ya da sınırlamak için, Galler’in ve Kuzey İrlanda’nın yetkilendirilmiş yönetimlerindeki çeşitli partiler ile bir ittifak peşinde koşuyor. Öte yandan, İrlanda, mezhepsel çatışma tehdidi altında. Kuzey İrlanda yüzde 56 oyla AB’de kalma oyu verdi. Demokratik Birlik Partisi Brexit’i savunurken, buna karşı çıkan daha küçük Ulster Birlikçi Partisi tüm-Britanya oylama sonucunu savunacağını söylüyor. Ama Sinn Fein, Sosyal Demokrat Parti, İşçi Partisi ve İttifak Partisi, AB’de kalmayı savunuyor; bunun ekonomik etkisi ve kuzey ile güney arasında yeniden katı bir sınırın kurulması olasılığına ilişkin kaygıları dile getirmede İrlanda Cumhuriyeti hükümeti ile birleşiyorlar. Bu, aynı zamanda, 1998 Hayırlı Cuma Anlaşması’nın altını oyacak ve geçtiğimiz yüzyılda bir iç savaşın ve onlarca yıllık şiddetli çatışmanın yaşandığı İrlanda’nın bölünmesi konusunu bir kez daha gündeme getirecektir.

18. Bu “ilerici ittifak”ın gerçek ölçüsü, Britanya’daki şirketlerin ve bankaların Tek Avrupa Pazarı’na erişimi sağlandığı sürece, işçi sınıfı içinde bölünmeleri teşvik etmesidir. Onların Brexit yanlısı seçmenleri “ayak takımı” olarak suçlamaları ve referandumu tersine çevirme yönündeki girişimlerin anti-demokratik karakteri, işçi kesimlerini UKIP’in ve diğer sağcı unsurların kollarına itme tehlikesi oluşturmaktadır. Dahası, bu burjuva hizbin siyasi başarısı, milliyetçi gericiliğin ve militarizmin işçi sınıfı için doğurduğu tehlikeleri azaltma konusunda hiçbir şey yapmayacaktır. Avrupa birliğinin sözde “altın çağı”na geri dönüş mümkün değildir.

19. Bloktan çıkışın Tek Pazar’a erişimi kaybetme anlamına geleceği uyarısında bulunan büyük güçler, diğer ülkelerde AB karşıtı düşüncelerin yükselmesini önleme çabası içinde, Britanya’yı ayrılma oyu için cezalandırma tehdidinde bulundular. Buna, büyük Avrupalı güçlerin bir Avrupa Ordusu kurma ve kendi iç güvenlik güçlerini kuvvetlendirme planlarını hızlandırmaları eşlik ediyor. Almanya, Fransa ve İtalya tarafından hazırlanan politika raporlarına göre, önerilen ordunun, tüm dünyada, “gerektiğinde özerk hareket edebilmesi” gerekiyor.

20. Ancak mesele, bu tür bir güce kimin komuta edeceğidir. Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier, Almanya’nın, “küresel politikalar konusunda kenardan yorum yapamayacak kadar büyük” olduğunu ilan etmiş durumda. Ancak Berlin’in kıta üzerinde egemenliğini iddia etme çabaları, yalnızca, AB’nin Kuzey, Güney ve Doğu biçiminde rakip güç bloklarına parçalanmasını derinleştirecektir. Almanya, bir Benelüks, Kuzey ve Baltık ülkeleri ittifakının doğal merkezi olarak görülüyor. Fransa, Alman egemenliğine bir karşı ağırlık olarak, İtalya’yı, İspanya’yı, Portekiz’i, Yunanistan’ı, Kıbrıs’ı ve Malta’yı kapsayan bir güney bloğunun önderliğine oynuyor. Bu arada, Macaristan ve Polonya çevresinde bir doğu bloğu gelişiyor.

21. Britanya’daki burjuvaziyi Avrupa’daki burjuvazilerle birleştiren şey, göçmenleri acımasızca bastırma, Müslüman karşıtı duyguları kışkırtma, içeride polis devleti önlemlerini arttırma ve dışarıda emperyalist savaş konusunda hemfikir olmalarıdır. Batının saldırganlığının, evlerinden kaçmaya ve Avrupa’ya sıkça ölümcül bir yolculuğa girişmeye zorlanmış olan kurbanlarının barınmasından kimin sorumlu olduğuna ilişkin tiksindirici savlar, İslam’ı, Hristiyanlığın duaları veya Aydınlanma’nın laik idealleri üzerine kurulu Avrupa uygarlığına yönelik varoluşsal bir tehdit olarak sunmaya yönelik bir gerekçedir. Batı Avrupa’da aşırı sağ Avusturya Özgürlük Partisi henüz cumhurbaşkanlığını alamamış olsa da, aşırı sağ partiler Macaristan ve Polonya gibi Doğu Avrupa ülkelerinde hükümet kurmuş durumda. Almanya İçin Alternatif partisi önümüzdeki yıl yapılacak Almanya seçimleri için İslam karşıtı bir bildirge benimsedi; Fransa’da ise, Marine Le Pen’in Ulusal Cephe’sinin Mayıs ayındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turuna kalması neredeyse kesin. Avrupa’nın resmi partilerine gelince (ister ismen muhafazakar isterse sosyal demokrat olsun), onlar, aşırı sağın büyümesinden, kendi politikalarını da aynı yöne kaydırmak için yararlanıyorlar.

Britanya’nın emperyalist militarizminin yeniden canlanması

22. Zorlu toplumsal, siyasi ve ekonomik sorunları zaptetmeye çalışırken hiçbir ilerici çözüme sahip olmayan Britanya’nın egemen seçkinleri, bir savaş yolunda ilerliyorlar. Burjuvazi, çıkarlarını, geçmişte olduğundan bile daha çok, uluslararası gerilimleri manipüle ederek ve rakip güçleri birbirine düşürerek korumayı umuyor. Bu tür bir dengeleme eylemi, sürdürülebilir değildir. May hükümetinin İngiltere’deki Hinkley Point nükleer reaktörünün yapımına Çin’in katılımıyla devam etme kararı, Britanya’nın Pekin’in esin kaynağı olduğu Asya Altyapı Yatırım Bankası’ndaki öncü rolünden kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte, Britanya kapitalizminin gerilemesine karşı koymanın bir aracı olarak Çin ve diğer yükselen güçler ile daha yakın ekonomik ilişkiler, Britanya’nın ABD’ye olan tarihsel bağımlılığı ile bağdaşmamaktadır.

23. Bu, özellikle, AB’den ayrılma oyunun Britanya’nın Washington için kullanım değerinin; dolayısıyla Britanya’nın dünya arenasında kendinden üstün bir güçle aşık atma becerisinin altını şiddetli bir biçimde oyduğu koşullar altında söz konusudur. Almanya’nın -Britanya’nın ayrılmasının ardından-Avrupa egemenliğini pekiştirmesi olasılığı, ABD dış politikasının etkili bir üyesi ve ABD’nin 2003 Irak istilasının mimarı olan Robert D. Kaplan’ı, Wall Street Journal’da şu uyarıda bulunmaya itti: “Geri dönen jeopolitik kaos, kimi açılardan, 1930’lara benzemektedir… Brexit, Britanya jeopolitikasının yüzlerce yıl geriye uzanan, tek bir gücün Kıta’ya hakim olmasını engelleme biçimindeki en önemli hedefinin altını oymuştur. Ancak henüz Almanya bunu yapacak güce sahip değil. Almanya, Rusya ile ayrı bir uzlaşmaya varabilir ya da içe, popülist milliyetçiliğe dönelebilir. Büyük Britanya, Amerika ile ittifakını canlandırmalıdır. İki ulus, birlikte hareket ederek, hala, Rusya’nın kapılarına kadar Avrupa anakarası üzerinde güç oluşturabilir.”

24. Dünyadaki en büyük beşinci nükleer güç ve NATO bütçesine en fazla katkıda bulunan ikinci ülke konumunu bir koz olarak kullanmaya çalışan Britanya, zaten, Rusya ile gerilimleri yoğunlaştırmada başrol oynuyor ve bir Avrupa Ordusu planları konusunda Almanya ve Fransa ile açık çatışma içinde. Ancak onun nükleer kapasitesi yalnızca ABD teknolojisi ve savaş başlıkları ile çalıştırılabilir ve Britanya’da şimdiye kadar inşa edilmiş en büyük uçak gemileri olan yeni Queen Elizabeth ile Prince of Wales, ABD yapımı F-35 hayalet uçakları ve Apache savaş helikopterleri için platform olacaklar. Britanya’nın ABD ile ittifakı, onun, daha da amansız şekilde dünyanın herhangi bir yerindeki askeri çatışmalara çekileceği anlamına gelmektedir. Bu, Avrupa’da, onu, Almanya ile bir çatışma olasılığını yükseltecek ve iki dünya savaşına yol açmış olan fay hatlarını yeniden açacak şekilde, ABD’nin Moskova’ya karşı yığınağının cephe hattına yerleştirmektedir.

25. Militarizmdeki bu hızlı tırmanmanın sürekli artan külfeti işçi sınıfına yüklenecektir. Hükümet, 2016’da, altı yıl içinde ilk kez, askeri harcamaları 2020/21 için öngörülen 39,7 milyar sterline arttırdı. Nihai maliyetinin, Ulusal Sağlık Hizmeti’nin neredeyse iki yıllık harcamasına denk olan 205 milyar sterline ulaşması beklenen Trident nükleer programının yenilenmesi buna dahil değil. Bu, yalnızca başlangıçtır. Savunma Bakanı Michael Fallon’a yazdığı bir mektupta “ne Britanya anavatanı ne de konuşlandırılmış bir kuvvet… düzenli bir Rus hava saldırısından korunabilir durumda.” diye yakınan Emekli General Sör Richard Barons, Britanya’nın askeri becerilerinin kapsamlı biçimde arttırılması çağrısında bulundu.

Sahte solun emperyalizm yanlısı politikası

26. Brexit referandumu, sahte sol grupların burjuva eğilimler olduğunu doğrulamıştır. Referandumun ardından, “Başka Bir Avrupa Mümkün”ün Kalma yanlısı destekçileri, parlamentonun Brexit’in koşullarını belirleme konusundaki yetkisini yeniden ileri sürmesi taleplerinin arkasında saf tutuyor ve Liberal Demokratlarla ve diğerleri ile birlikte AB yanlısı gösterilerde yer alıyorlar. Sosyalist Parti ise, kendi payına, Jeremy Corbyn önderliğinde bir İşçi Partisi hükümetini destekleme temelinde “sosyalist, enternasyonalist bir Brexit”i sağlamak için bir kampanya çağrısı yapıyor. Ancak sahte solun kapitalist egemenlik mekanizmaları ile bütünleşmesinin en yozlaşmış ifadesi, onların militarizme ve savaşa verdikleri destektir. Onların bu konularda yazdıklarını empeyalist hükümetlerinin yazdıklarından ayırt edecek hiçbir yan bulunmuyor. Sosyalist Direniş’in üyesi Gilbert Achcar, Suriye’deki ABD-Rusya ateşkesine yönelik son bir saldırıda, sahte sol grupların geniş bir kesimi adına konuştu. Achcar, Batı yanlısı muhalif grupların uçaksavar füzeleri ve diğer silahlar ile donatılması çağrısı yaptı.

27. Savaşı Durdurun Koalisyonu (STWC), sahte solun militarist politikasına bir alternatifi temsil etmemektedir. Karşı Ateş (Counterfire – SWP’den kopan bir grup) ile Britanya Komünist Partisi’nin (CPB) bir ittifakı olan STWC, savaşa karşı mücadelenin, sınıf mücadelesinin dışında ve ondan bağımsız yürütülebileceği ölümcül yanılsamasını teşvik etmektedir. STWC, bu temelde, küçük-burjuva pasifist çağrıları, emperyalizm karşıtı değil, Amerikan karşıtı bir perspektifle birleştiriyor. Onun örgütleyicisi Lindsey German, “Biz, bir hareket olarak, yıllardır, hedeflerimizden birinin, Britanya’nın dış politikasının her adımında ABD’yi izlemekten kopması gerektiğini söylüyoruz.” diye ilan etmişti. STWC, 2003’te, Irak işgaline karşı kitlesel protestoları, Washington’a karşı çıkmak için Birleşmiş Milletler’e, Fransa’ya ve Almanya’ya yapılan çağrılara tabi kılmıştı. CPB, bugün, açıkça Esad yanlısı olmakla ve Rusya’yı, hem ABD emperyalizmine ve IŞİD merkezli terörizme karşı bir siper olarak resmetmekle sivriliyor.

28. SEP, sahte sol grupların Rusya’yı ve Çin’i emperyalist devletler olarak adlandırmasını reddeder. Tüm tarihsel bağlamından koparılmış bu yanlış tanımlama, onların, bu bölgeleri doğrudan kendi kontrollerine tabi kılmayı amaçlayan ABD ve Avrupa saldırganlığını meşrulaştırmaya çalışmalarında son derece önemli bir araçtır. Ancak, bizim bu adlandırmayı reddedişimiz, Moskova’daki ve Pekin’deki sağcı kapitalist yönetimlere asla destek ifade etmez. Her iki ülkede de kapitalizmin geri getirilmesi, Stalinist bürokrasi eliyle gerçekleştirildi. Bu, dünya sosyalist devrimi perspektifinin reddi ve Lenin’in Bolşevik Parti’sinin, esas olarak Troçki’yi ve Sol Muhalefet’i hedef alan bir dizi kanlı temizlikte imha edilmesi ile başlayan bir toplumsal ve ekonomik karşı-devrimin nihai ürünüydü.

29. Asalak bir oligarklar tabakasının çıkarlarını temsil eden Rusya ve Çin burjuvazileri, emperyalizmden herhangi bir gerçek bağımsızlığa sahip değildir ve ABD ile Avrupa’nın entrikalarına yönelik ilkeli muhalefetten tümüyle acizdir. Her ikisinin de diplomatik manevraları ve askeri müdahaleleri, işçi sınıfının vahşi sömürüsünü sürdürme becerilerini koruyacak şekilde (ki bu, bu toplumların belirleyici özelliğidir), emperyalizmle bir uzlaşma sağlamayı hedeflemektedir. Vladimir Putin’in, Xi Jinping’in, onların silahlı kuvvetlerinin ve nükleer cephaneliklerinin hayranları, yalnızca, işçi sınıfının kafasını karıştırmakta, onun bağımsız seferberliğine engel olmakta ve yıkıcı bir savaşın yolunu hazırlamaktadır.

30. Sahte solun sağa doğru yalpalaması, hatalı düşüncelerin veya şu ya da bu bireyin çürümüş politikasının ürünü değildir. Emperyalizm kampına böylesine geniş bir siyasi kaymanın derin toplumsal kökleri bulunmaktadır. 1999’da, Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin uluslararası yayın kurulu başkanı David North, şöyle yazmıştı:

“Hisse senedi piyasalarının uzun süreli büyümesinin nesnel işleyişi ve toplumsal sonuçları, emperyalizmin, üst orta sınıfın kimi kesimlerinden yeni ve adanmış bir taban toplamasını mümkün kıldı. ABD’de ve Avrupa’da hüküm süren, (medya tarafından teşvik edilmiş ve büyük ölçüde köle ruhlu ve yozlaşmış bir akademisyenler topluluğu tarafından uyum sağlanmış) gerici, konformist ve sinik entelektüel ortam, nüfusun, yeni elde edilmiş zenginliklerinin ekonomik ve siyasi temellerine ilişkin eleştirel bir araştırmayı teşvik etmede hiçbir çıkarı olmayan son derece ayrıcalıklı bir tabakasının toplumsal bakış açısını yansıtmaktadır.” [A Quarter Century of War: The US Drive for Global Hegemony 1990-2016 (Savaşla Geçen Çeyrek Yüzyıl: ABD’nin Küresel Egemenlik Dürtüsü 1990-2016)]

31. 2007/08 mali krizi, dışarıda askeri saldırganlığa ve içeride kemer sıkmaya tabi şekilde, bankaları ve süper zenginleri kurtarmak için toplumsal servetin yağmalanması, yalnızca, sahte solun emperyalizme bağlılığını sağlamlaştırmaya hizmet etmiştir. Bu gruplar, en tepedeki yüzde 10’luk servetten daha büyük bir pay kapmak ve şirket seçkinleri, sendika aygıtı ve devlet içinde daha fazla etki ve güç isteyen orta sınıfın ayrıcalıklı kesimleri adına konuşmaktadır.

Militarizme ve savaşa yönelik muhalefetin devrimci merkezi olarak DEUK

32. Sosyalist Eşitlik Partisi, orta sınıf, sahte sol politikanın tüm biçimlerine karşı, kendisini, işçi sınıfının merkezi ve önder rolü perspektifine dayandırmaktadır. İşçi sınıfı, emperyalist güçlerin kapitalist düzeni savaş yoluyla kurtarma çabalarına karşı koymak için kendi stratejisini benimsemek zorundadır. O, emperyalist ulus-devlet jeopolitikasının değil, uluslararası ölçekte güçlerini toplumsal devrim için birleştirme ve harekete geçirme temelindeki kendi stratejisine dayanan sınıf mücadelesinin haritasını izlemelidir.

33. Bu tür bir mücadelenin nesnel koşulları hızla ortaya çıkıyor. Burjuvaziyi vahşi kemer sıkma uygulamaya, otoriter yönetim biçimlerine yönelmeye ve gezegeni ve kaynaklarını askeri güç yoluyla yeniden paylaşmaya iten küresel kriz, aynı zamanda, sınıf mücadelesinin patlamasının koşullarını da yaratıyor. Ancak bunun kapitalist sınıfa ve onun devlet mekanizmasına karşı bilinçli bir siyasi saldırı haline gelmesi, emperyalist savaşa yönelik muhalefetin devrimci, küresel merkezi olarak Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’ni (DEUK) inşa etmeyi gerektirmektedir.

34.  DEUK, dört asli ilke temelinde, savaşa karşı kitlesel bir hareketin inşasının sorumluluğunu üstlenmektedir:

* Savaşa karşı mücadele, nüfusun bütün ilerici unsurlarını kendi arkasında birleştiren, toplumdaki büyük devrimci güç işçi sınıfı üzerinde yükselmelidir.

* Mali sermayenin diktatörlüğüne ve militarizm ile savaşın temel nedeni olan ekonomik sisteme son verme uğruna mücadele etmeksizin savaşa karşı ciddi bir mücadele söz konusu olamayacağı için, yeni savaş karşıtı hareket, kapitalizm karşıtı ve sosyalist olmak zorundadır.

* Dolayısıyla, yeni savaş karşıtı hareket, zorunlu olarak, kapitalist sınıfın bütün siyasi partilerinden ve örgütlerinden bütünüyle ve tartışmasız biçimde bağımsız ve onlara düşman olmalıdır.

* Yeni savaş karşıtı hareket, her şeyden önce uluslararası olmalı, işçi sınıfının muazzam gücünü emperyalizme karşı birleşik küresel bir mücadelede harekete geçirmelidir. Burjuvazinin sürekli savaşına, işçi sınıfı tarafından, stratejik hedefi ulus-devlet sisteminin ortadan kaldırılması ve bir dünya sosyalist federasyonunun kurulması olan sürekli devrim perspektifi ile yanıt verilmesi gerekmektedir. Bu, küresel kaynakların akılcı ve planlı geliştirilmesini ve bu temelde yoksulluğun ortadan kaldırılmasını ve insanlık kültürünün yeni doruklara yükseltilmesini mümkün kılacaktır.

35. Savaşa karşı kıta çapında bir mücadeleyi ileriye taşımak için, SEP’in stratejik yönelimi, bir Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri’nin parçası olarak işçi hükümetleri uğruna mücadele olmalıdır. 1917’de, Birinci Dünya Savaşı’nın doruğunda ve Ekim Devrimi’nden sadece aylar önce bu talebin önemini açıklayan Troçki, şunları yazmıştı:

“Avrupa Birleşik Devletleri, içine girmiş olduğumuz devrimci çağın sloganıdır. Savaş operasyonları sonradan ne hal alırsa alsın, mevcut savaştan çıkarılacak diplomasi bilançosu ve devrimci hareketin yakın gelecekteki ilerleme temposu ne olursa olsun, Avrupa Birleşik Devletleri sloganı, her durumda, Avrupa proletaryasının iktidar uğruna mücadelesinin siyasi formülü olarak muazzam bir anlam taşıyacaktır. Bu programda, üretici güçlerin gelişmesi için bir çerçeve olarak, sınıf mücadelesinin ve dolayısıyla da, bir devlet biçimi olarak proletarya diktatörlüğünün bir temeli olarak, ulus devletin ömrünü doldurmuş olduğu gerçeği ifade edilmektedir. Bizim ‘ulusal savunma’yı, proletarya için zamanını doldurmuş bir siyasi program olarak reddetmemiz, yalnızca çağdışı ulusal anayurdun muhafazakar savunusuna karşı ilerici görevi, yani devrimin, Avrupa cumhuriyetinin daha yüksek ‘anayurdu’nun yaratılması ilerici görevini koymamız durumunda bütünüyle negatif bir ideolojik-siyasi öz savunma eylemi olmaktan çıkar ve proletaryanın tüm dünyayı devrimcileştirmesini ve yeniden örgütlemesini sağlayacak  tam devrimci içeriğini edinir.” [Lev Troçki, The Programme of Peace [Barış Programı], 1917, Fourth International, Eylül 1944, syf. 279-86]

36. SEP, milliyetçiliğin ve yabancı düşmanlığının tüm biçimlerine karşı işçi sınıfı içinde kararlılıkla mücadele edecektir. Partimiz, kapitalizmin yıkılmasının ve gerçek barışın sağlanmasının gerekli önkoşulu olan uluslararası dayanışma bağlarını geliştirmeye yönelik siyasi ve örgütsel mücadele yoluyla, patlayacak olan sınıf mücadelelerini genişletmek ve güçlendirmek için çalışacaktır. Bu çalışmanın merkezinde, her şeyden önce Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin etkisini ve okur kitlesini geliştirme yoluyla Avrupa’nın her yerinde DEUK’un şubelerini inşa etmek için Almanya’daki ve Fransa’daki yoldaşlarımızla işbirliğinin derinleştirilmesi yer alacaktır.

14 Kasım 2016

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir