Faşist Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın’ın Perşembe günü basına yansıyan yazılı açıklaması, sağcı bir burjuva partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) üzerinden Marksizme saldırması ve onu karalamaya çalışması nedeniyle ele alınmayı hak ediyor.
Küfürbazlığı ve saldırganlığıyla tanınan Yalçın, MHP’nin klasik söylemi doğrultusunda kaleme alınmış olan açıklamasında, görünüşte Canan Kaftancıoğlu’nun CHP İstanbul İl Başkanlığı’na seçilmesi üzerinden, “Maalesef CHP, … sözde demokrat ama aslında demokrasi düşmanıMarksist çevrelerin eline geçmiştir. CHP, artık tamamen Marksist-Leninist siyasi propaganda metotlarını tercih eden bir parti haline gelmiştir.” diyor.
Dahası var. Eli binlerce ilerici işçinin, gencin ve aydının kanına bulanmış olan MHP’nin genel başkan yardımcısı, aynı açıklamada, Marksizm ve işçi sınıfı düşmanı bir akım olan PKK’yi de “Marksist bir örgüt” ilan ediyor. Ona göre, “Kaset komplosundan sonra bölücü başının avukatını bünyesine dahil eden CHP, daha sonra bütün varlığıyla PKK’nın siyasi kanadının savunuculuğuna ve avukatlığına soyunmuştur. Çünkü PKK, Marksist bir örgüttür ve onun siyasi temsilcileri de aynı kafadadır.” [vurgular sonradan]
Aynı zamanda “Türkiye Cumhuriyeti Tarihi” alanında “profesör” olduğu belirtilen Yalçın’dan gelen bu açıklama, yalnızca bu ülkedeki üniversitelerin içler acısı durumunu ifade etmiyor. Yalçın’ın açıklaması, dudak uçuklatan bir hızla AKP’nin fiili iktidar ortağı konumuna gelmiş olan MHP’nin sadece tabanını koruma kaygısı ile de açıklanamaz.
MHP’den kopan politikacıların kurduğu, 16 Nisan 2017 anayasa referandumunda CHP ile birlikte “Hayır” kampanyasında yer alan ve liberal sağcı iddialarla kuruluş dönemindeki AKP’yi tekrarlamayı hedefleyen İYİ Parti’nin yükselişi, elbette yalanlarla dolu bu saldırganlıkta önemli bir rol oynuyor.
Bununla birlikte, MHP’nin genel başkan yardımcısının, sahte solcu bir liberalin CHP’nin İstanbul il başkanı olması üzerinden CHP’nin “Marksist çevrelerin eline geçtiğini” ve PKK’nin “Marksist bir örgüt” olduğunu ileri sürmesi, asıl olarak Marksizme yönelik bilinçli bir siyasi saldırıdır.
Gerçek şu ki, kuruluşundan beri Marksizm/sosyalizm düşmanı sağcı bir parti olan CHP, Kemal Kılıçdaroğlu’nun “yeni Ecevit” olma iddiasıyla partinin başına geçmesinden beri, her zamankinden daha fazla sağa kaymıştır. CHP, Türkiye egemen sınıfının NATO-AB yanlısı kesimlerinin çıkarlarını dile getiren emperyalizm ve savaş yanlısı, işçi sınıfı düşmanı bir partidir.
MHP, CHP’nin kendisiyle ve AKP ile milliyetçilik konusunda yarışa girmiş olmasından kaygılanmaktadır. Örneğin, CHP’nin Suriye’deki rejim değişikliği savaşından kaçan milyonlarca yoksul sığınmacıya yönelik yabancı düşmanı, faşizan söylemi, bu savaşın başlıca suç ortaklarından biri olan AKP’ninki ile karşılaştırılamayacak kadar sağcıdır.
CHP, Yunanistan ile geçtiğimiz aylarda bir kez daha gerilime yol açan Ege’deki adalar konusunda da artık AKP’nin faşist bir hizibi olma yolunda ilerlediği için mecburen ses çıkarmayan MHP’yi neredeyse aratıyor. Kılıçdaroğlu’nun, Ege Denizi’nde bulunan 18 adanın Yunanistan tarafından işgal edildiği iddiasının ortaya atılmasının ardından, “2019’da gelip o adaların hepsini alacağım” diye savaş çığlıkları atmasından bu yana daha bir ay bile geçmedi.
CHP’nin işçi sınıfı düşmanı tüm yasalar birer birer geçerken sahte bir muhalefet söylemi benimseyip gerçekte bu yasaları fiilen desteklediği ve yönetiminde olduğu belediyelerde uyguladığı da kimse için bir sır değil. Bu konuda başlıca ikiyüzlülük örneklerinden birisi, taşeron işçilik konusudur.
Hükümetin son yıllardaki tüm sınır ötesi harekat tezkerelerine MHP ile birlikte “evet” oyu veren, Kürt illerinde binlerce sivilin ölümüne yol açan operasyonları koşulsuz destekleyen ve seçilmiş milletvekillerinin tutuklanmasının önünü açan CHP, bırakalım “Marksist çevrelerin eline geçme”yi, tüm dünyadaki benzerleri ile birlikte hızla sağa kayan ve en temel demokratik hakları bile savunmaktan tümüyle aciz olan emperyalizm yanlısı sağcı bir yönetim altındadır. Kılıçdaroğlu, bugün (19 Ocak Cuma), “hava desteği sağlanması”, yani Rusya ile anlaşılması durumunda, Afrin’in işgalini destekleyeceklerini açıklamıştır.
MHP’nin Marksist ilan ettiği PKK’ye gelince… Stalinist-Maocu Kürt milliyetçisi bir program temelinde kurulmuş olan PKK işçi sınıfı ve sosyalizm düşmanı bir akımdır ve hiçbir zaman Marksist bir örgüt olmamıştır.
Bu örgüt, ABD emperyalizminin Irak’ı istilasını desteklemiştir ve bugün, “kardeş örgütü” PYD/YPG üzerinden onun Suriye’deki başlıca vekil gücü haline gelmiştir ve bununla açıkça övünmektedir. Emperyalizmin kara gücü işlevi gören bu partinin kapitalizme ve milliyetçiliğin bütün biçimlerine düşman olan Marksizmi savunduğunu iddia etmek, AKP’nin sol bir parti olduğunu iddia etmeye benzer.
“Türkiye Cumhuriyeti Tarihi” alanında profesör olan Yalçın, ABD ile yaşanan gerilimler üzerinden bir taşla birden fazla kuş vurma çabası içinde cahilce iddialarda bulunurken, kendi partisinin “komünizm tehlikesine karşı” bir Amerikan/CIA projesi olarak kurulduğunu ve başından beri emperyalizm yanlısı olduğunu gerçeğini de unutmuş görünüyor. Bugün AKP ile arasından su sızmayan aynı MHP, daha birkaç yıl öncesine kadar, Erdoğan’ı ve AKP’yi, PKK ile işbirliği yapmakla suçluyordu.
Bu “profesör”, Türkiye egemen sınıfının ABD emperyalizmi ile ittifak içinde 12 Eylül 1980 darbesine giden ortamı yaratırken ABD’de eğitim gören MHP’li faşistlerin bunda nasıl bir rol oynadığını ve hangi katliamlarda ne tür sorumluluklar aldıklarını da biliyor olmalı (özellikle de, kendisinin 1970’li yılların sonunda Gaziantep Ülkü Ocakları İl Sekreteri olarak görev yaptığı düşünülürse). Ona, “başbuğ”u Alparslan Türkeş’in, 12 Eylül askeri darbesi sonrasındaki “biz hapisteyiz ama fikirlerimiz iktidarda” sözünü anımsatmak yeter.
Özetle, emperyalizm yanlısı karakterleri açısından MHP ile PKK arasındaki mesafe ne kadar yakınsa, PKK ile Marksizm arasındaki mesafe de bir o kadar uzaktır. AKP ile PKK’yi birkaç yıl öncesine kadar işbirliği yapmaya iten de bu sınıfsal temeldi.
Bununla birlikte, Yalçın’ın bu asılsız savı, onun icadı değil. Bu noktada, tüm burjuva partilerinin ve medyanın aynı yalanı ileri sürebilmesinde son derece önemli bir rol, sahte sol tarafından oynanmaktadır.
Milliyetçi burjuva Kürt hareketine ve onun üzerinden emperyalizme yedeklenmiş olan sahte sol örgütler, on yıllardır, bu hareketin “Marksist, sosyalist” bir parti olarak kurulduğunu iddia ediyor ve bugün ABD emperyalizmi ile ittifak içinde, Suriye’de bir “devrim” gerçekleştirdiğini ileri sürüyorlar. Uzun süredir sahte bir “sosyalizm” söylemini bile terk etmiş olan ya da bunu yalnızca emperyalizm yanlısı politikalarını gizlemek için kullanan bu akımların başlıca işlevi, işçilerin ve gençlerin toplumsal eşitlik ve barış gibi özlemlerini manipüle edip onları egemen sınıfın şu ya da bu hizibine ve nihayetinde emperyalizme yedeklemektir. Böylece onlar, sosyalizmin adını lekelemek açısından son derece gerici bir rol oynuyorlar.
Sahte solun uzun süredir HDP’ye yedeklenmiş olan önemli kesimi, “barış süreci” yalanı altında AKP ile PKK arasında geliştirilmek istenen işbirliğinin 2015’te çökmesinin ardından artan devlet saldırısı ile birlikte Kürt milliyetçiliğinden uzaklaşmış ve yüzünü CHP’ye dönmeye başlamıştı. Bu süreç 15 Temmuz darbe girişiminin ardından hızlanmış ve sahte sol, 16 Nisan 2017 anayasa referandumunda, bir bütün olarak CHP’nin ve HDP’nin arkasında hizaya geçmişti. “Demokrasi İçin Birlik” adı altında CHP’li milletvekilleri ile bir araya gelmiş olan bu güçler, işçiler ve gençlik için CHP-HDP önderliğinde “sol” görünümlü yeni bir tuzak kurmaya çalışıyorlar.
Bu partilerin ve örgütlerin işçi sınıfına ve gençliğe ne vaat ettiğini görmek için, onların, Yunanistan halkının kemer sıkma karşıtı muhalefetini manipüle ederek iktidara gelen ve AB’nin talimatları doğrultusunda ülke tarihinin tanık olduğu en yoğun yoksullaştırma programını yaşama geçiren Syriza örneğine bakmak yeter. HDP’nin Yunanistan’daki kardeş partisi olan ve bugün Erdoğan hükümetiyle işbirliği içinde AB’nin sığınmacılara karşı bekçiliğini yapan Syriza, sahte solun ezici çoğunluğu tarafından desteklenmişti.
En son MHP’li Yalçın’ın başvurduğu ve daha önce siyaset kurumunun en tepesindeki kimi burjuva politikacıları ile köşe yazarları tarafından da yaşama geçirilmiş olan bu Marksizm/sosyalizm karşıtı saldırı, uluslararası bir eğilimin Türkiye ayağını oluşturmaktadır.
Şu sorunun sorulması gerekiyor: Neden en sağcısından “sol” görünümlüsüne tüm renklerden burjuva politikacıları yeniden Marksizmi ve sosyalizmi hedef alıyor ve karalamaya çalışıyor? Hem de Stalinist bürokrasinin SSCB’yi ortadan kaldırmasından çeyrek yüzyılı aşkın bir süre sonra ve ortada geçmişte olduğu gibi şu ya da bu şekilde “örgütlü” bir işçi hareketi yokken.
Bu sorunun yanıtı, sınıf mücadelesinin tüm dünyada yeniden canlanmasında ve işçi sınıfı ile gençliğin sol, sosyalist düşünceye yönelmeye başlamasında yatmaktadır. Bir süre önce yapılan kapsamlı bir kamuoyu araştırmasında, ABD gibi “komünizm karşıtlığı”nın devlet dini olduğu bir ülkede, gençlerin yarısından çoğu kapitalizm yerine sosyalist/komünist bir toplumda yaşamayı tercih edeceğini söylerken, yaklaşık bir milyon kişinin katıldığı bir diğer araştırmada Avrupalı gençlerin yarısından çoğu da mevcut düzene karşı kitlesel bir ayaklanmaya katılacağını ifade ediyordu.
Kapitalizmin çözümsüz çelişkileri, yalnızca savaşı ve diktatörlüğü değil ama aynı zamanda toplumsal devrimin koşullarını da yaratıyor. Kapitalist sistemin ve egemen sınıfın çıkarlarının savunucuları olan burjuva politikacıları ve medya, Türkiye’deki işçi sınıfı ve gençlik içinde alttan alta biriken toplumsal öfkenin farkındalar ve bu devrimci eğilimin Marksizm ile kesişmesi durumunda egemenler için gerçek bir tehdide dönüşeceğini çok iyi biliyorlar.
Geçtiğimiz yıl 100. yıldönümünü kutladığımız 1917 Ekim Devrimi, kapitalizmin savunucularının herhangi bir çözüme sahip olmadıkları toplumsal sorunların, yalnızca işçi sınıfının siyasi iktidarı ele geçirmesiyle çözülebileceğini göstermişti. 1917 Rus Devrimi’nin ve onun eseri olarak kurulan Sovyetler Birliği’nin yazgısının kanıtladığı bir diğer gerçek, işçi sınıfının savaşsız, sömürüsüz ve baskısız, eşitlikçi bir dünyayı yalnızca Marksist bir önderlik altında ve uluslararası alanda inşa edebileceğiydi.
Özetle, Karl Marx’ın doğumunun 200. yıldönümünde, dünyanın üzerinde yeniden “komünizm hayaleti” dolaşıyor.
İnsanlığın gerçek bir yıkım (dünya savaşı ve diktatörlük) tehlikesiyle karşı karşıya olduğu koşullarda, Marksizme yönelik saldırının hızla tırmanacağından kuşku duyulamaz. Marksizme yönelik saldırılara karşı teorik ve siyasi mücadele, işçi sınıfını kendi bilimsel dünya görüşüyle donatma ve yaklaşan toplumsal patlamalara hazırlanma açısından yaşamsal öneme sahiptir. Bu, aynı zamanda, hem emperyalizme hem de onların sahte solcu savunucularına karşı siyasi mücadelenin ayrılmaz bir parçasıdır.
Somut ifadesini her ülkede enternasyonalist devrimci işçi partilerinin (Sosyalist Eşitlik Partilerinin) inşasında bulan bu önemli tarihsel görev, dünya çapında, “Marksist” adını hak eden tek örgüt olan Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi ve onun yayın organı Dünya Sosyalist Web Sitesi tarafından yerine getiriliyor.