Geçtiğimiz birkaç ay içinde, önce Marksist Tutum’un Ağustos 2012 tarihli 89. sayısında, ardından da Marksist Bakış’ın (Sürekli Devrim Hareketi) Ekim 2012 tarihli 26. sayısında, her ikisi de yeni (beşinci) bir “Enternasyonal”in kurulması gerektiğini öne süren iki yazı yayımlandı. Birincisi Elif Çağlı’nın (Enternasyonal Sorunu), diğeri ise Veli Umut Arslan’ın (Yeni Bir Dünya Örgütü: 5. Enternasyonal) imzasını taşıyan bu yazılar –içerdikleri kimi maddi yanlışlıklar da dahil– ortak özellikler taşıyor.
Bunları şöyle sıralamak mümkün: teoriye ve kuramsal bütünselliğe önem vermeme; kimi Marksist (Troçkist) tezlere sahip çıkıyor görünürken bile onu küçümseme ve değersizleştirme; “yeni” bir enternasyonalin kurulması gereğini ilan ederken, Marksist bir işçi hareketinin önündeki başlıca engel olan sendikacılık, Stalinizm, sosyal demokrasi, “yeni sol” vb. akımlara değil ama IV. Enternasyonal’in kişiliğinde Marksizme saldırma; nihayet, bütün bunların altında yatan ve Marksizmin yöntemine bütünüyle yabancı olan idealist bir tarih anlayışı. Özetle, Çağlı’nın ve Arslan’ın yazılarında sergiledikleri pozisyonlar, merkezciliğe harfi harfine uymaktadır.
Çağlı’nın ve Arslan’ın IV. Enternasyonal’e yönelik düşüncelerinin (söz konusu yazılarda “eleştiri” diyebileceğimiz tek bir değerlendirme bile bulunmadığını anımsatalım) yanlışlığını ve “V. Enternasyonal’in inşası” düşüncesini üzerine kurdukları zeminin çürüklüğünü göstermeye çalışacağımız bu yazıda, bu arkadaşların yöntemlerini ve pozisyonlarını gözden geçirmelerine yardımcı olabileceğimizi umuyoruz.
Her ikisi de “Marksist” sıfatı taşıyan bu iki çevrenin “yeni –beşinci– bir enternasyonal” çağrısına geçmeden önce, yönteme ilişkin birkaç noktayı anımsamakta yarar var.
Biz Marksistler, genel olarak tarihi, herhangi bir kişisel meraktan dolayı değil ama bugünü anlamamızı ve yarını kurmamızı sağlayacak sistematik bilgiye ulaşmak için inceler; tarihin birbirinden kopuk ya da rastlantısal olarak bir araya gelmiş olaylar yığını olmadığını düşünür ve onu bütünsel bir süreç olarak ele alırız. Bize göre tarihsel süreçlerin ardında üretici güçler ile üretim ve mülkiyet ilişkileri arasındaki çelişkiler (maddi yaşamın üretimi ve yeniden üretimi) ve bu maddi temel üzerindeki sınıf mücadeleleri yatar; bütün hukuksal, siyasal, ideolojik, manevi, estetik vb. olgular / süreçler bu maddi temel üzerinde biçimlenir ve –son tahlilde– ona tabidir (bu, elbette, söz konusu üstyapısal oluşumların altyapı üzerinde hiçbir etkisi olmadığı anlamına gelmez).
Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere, Marksistler, dünyaya, tarihe ve olaylara, mekanik maddeci temelde yaklaşmaz; doğada ve toplumda olup biten her şeyi diyalektik bir yaklaşımla ele alırlar. Dolayısıyla, bize göre, “toplum”, “devlet”, “parti”, “insan”, “birey” vb. değil ama belirli tarihsel-toplumsal koşullardaki belirli bir toplum, devlet, parti, insan, birey vb. vardır. Marksizme toplumsal gelişmenin yasalarını bulma olanağını sağlayan bu yöntem, aynı zamanda, bizim geçmiş kuşakların yaşantılarına ilişkin bilgileri, bugünü anlayıp yarını kurma yolunda bir birikim haline getirmemize olanak sağlar.
Yönteme ilişkin bu kısa değinmenin ardından, Elif Çağlı’nın yazısına geçebiliriz.
Çağlı’nın idealist tarih yazımı
Çağlı’nın yazısında kimin “enternasyonalinden” söz ettiğinin ve gerçekte nasıl bir enternasyonali savunduğunun belli olmadığını söylemek gerekiyor. O, genel anlamda “enternasyonal”den söz ederken hem “Leninist”, “Bolşevik”, “devrimci öze sahip” vb. sıfatları kullanmakta hem de “işçi enternasyonali” gibi Uluslararası İşçiler Birliği’ni (UİB) anıştıran vurgular yapmaktadır. Sıra, gerçek, somut bir örgütlenme olarak enternasyonale geldiğinde ise, Çağlı’nın, işçi hareketinin bütün önceki uluslararası örgütlenmelerini öznel, izlenimci ve idealist bir tarih yorumuyla ele aldığını; bütün önceki uluslararası örgütlenmelerin toplamından daha uzun bir süredir, 74 yıldır var olan IV. Enternasyonal’e ilişkin tek bir satır olsun, siyasi bir değerlendirme yapmadığını görüyoruz.
Çağlı, somut bir gerçekliğin üzerinden atlama ya da onu yok sayma çabası içinde, Marksist hareketten habersiz ya da art niyetli bir küçük burjuva gazetecisi gibi, görüntülerle ilgilenmekte; IV. Enternasyonal’de cisimleşen Marksist devrimci perspektifleri ve programı değersizleştirmek için, kendilerine “Troçkist” diyen bütün çevrelerin ve örgütlerin IV. Enternasyonal’i oluşturduğunu ileri sürmektedir. Oysa Marksistler, kişileri, çevreleri ya da partileri, onların kendilerine hangi sıfatları layık gördüklerine değil; yöntemlerinin, perspektiflerinin ve politikalarının sınıflar mücadelesinde nereye denk düştüğüne ve neye –hangi sınıfın çıkarlarına– hizmet ettiğine bakarak değerlendirirler.
Ama Çağlı bunu yapmıyor. Çünkü tersi durumda, IV. Enternasyonal’in burjuvaziye, Stalinist bürokratik diktatörlüklere, faşizme ve onların Marksist hareket içindeki hizmetçilerine karşı 74 yıldır savunduğu dünya devrimi programıyla hesaplaşmak zorunda kalacaktı. Marksizm ile böylesi bir hesaplaşmaya giremeyen Çağlı, yazısı boyunca Troçkizmin bir parçasıymış gibi göstermeye çalıştığı revizyonistlerin ve oportünistlerin IV. Enternasyonal’e karşı mücadelede kendisinden çok önce başvurmuş olduğu izlenimci, idealist yönteme sarılıyor.
Çağlı’nın bu Marksizm dışı yöntemi, “Marx ve Engels’in de içinde yer aldığı ilk enternasyonal örgütlenme çabaları”ndan söz ettiği ilk satırlardan başlayarak, bütün yazıya damgasını vurmaktadır. Gelin, onun, Uluslararası İşçiler Birliği’ne (UİB-Birinci Enternasyonal) ilişkin şu tespitlerinden başlayalım:
“Önce 1847 yılında Komünistler Birliği adlı örgüt kurulmuş ve daha sonra ise 1864 yılında Birinci Enternasyonal olarak da adlandırılan Uluslararası İşçi Birliği vücut bulmuştu. Her iki örgütlenme de Marx ve Engels’in başa aldığı enternasyonal mücadele perspektifini yansıtıyordu… Marksizmin kurucuları gerek teorik ve politik alandaki katkıları gerek oluşumu için ter akıttıkları Birinci Enternasyonal örgütlenmesiyle, aslında işçi hareketinin dünyaya gözlerini yeni açmakta olduğu erken dönemlerden itibaren mücadelenin yolunu aydınlatmışlardır. Marx ve Engels sayesinde zenginleşen Birinci Enternasyonal deneyimi, proleter mücadelenin enternasyonal düzeyde gerekli ilkelerini ortaya koymuş ve programatik, stratejik, taktiksel açılardan sağlam bir tarihsel temel oluşturmuştur… Birinci Enternasyonal, ne yazık ki 1871 Paris Komünü yenilgisini takiben çeşitli iç tartışmalar ve bölünmeler temelinde güç yitirmeye başlamış ve parçalanmaya yüz tutmuştu. Bu noktada Marx ve Engels’in, enternasyonalin devrimci işçi mücadelesine aykırı politik eğilimler tarafından çürütülüp lime lime edilmesine izin vermeyen ve daha sağlıklı bir enternasyonal örgütlenmenin yaratılabilmesi için birinci deneyi sona erdiren yaklaşımları eğiticidir. Onların bu tutumu, enternasyonal örgüt sorununun devrimci içeriğin yaşayıp yaşamadığından bağımsız bir biçime ya da tabuya dönüştürülemeyeceğini anlatan son derece önemli bir tarihsel derstir. Sonuç olarak vurgulamak gerekirse, Birinci Enternasyonal örgütsel açıdan yeterli olgunluğa ve kitleselliğe ulaşamasa da işçi sınıfının tarihsel mücadelesini başlatan bir ön deneyim olmuştur.”
Çağlı, Marx ile Engels’in 1847’de uluslararası bir örgütlenme olarak kurmuş olduğu Komünist Partisi (Komünistler Birliği) ile Britanyalı ve Fransız sendikacılar önderliğinde, bütünüyle ulusalcı ve reformist temelde kurulmuş olan UİB arasındaki niteliksel farklılığı yok saymaktadır. Komünistler Birliği, Komünist Manifesto adlı programıyla ve tüzüğüyle komünistlerin uluslararası partisi iken, UİB, Genel Konsey’inde sendikacıların, radikal burjuvaların ve küçük burjuvaların egemen olduğu bir kitle örgütüydü. Marx’ın ve izleyicilerinin önce radikal burjuvazinin ve küçük burjuvazinin (Jakoben, Proudhoncu, anarşist vd.) temsilcilerine, ardından da sendikacılara karşı yıllar süren mücadeleler sonucunda ideolojik-siyasi bir üstünlük sağladığı UİB’in “1871 Paris Komünü yenilgisini takiben … güç yitirmeye başlamış ve parçalanmaya yüz tutmuş” olması da, Çağlı’nın yazdığı gibi, “çeşitli iç tartışmalar ve bölünmeler temelinde” gerçekleşmemişti. Bizzat bu bölünmelerin “temelinde”, UİB’i oluşturan sınıflar koalisyonunun (radikal demokrat burjuvazi, kent ve kır küçük burjuvazisinin farklı tabakaları ve işçi sınıfı) dönemin ekonomik-siyasi gelişmelerine uygun şekilde parçalanması yatıyordu. Uluslararası İşçiler Birliği kitabından aktaralım:
“Dönemin radikal burjuvalarını ve yıkıma uğrayan orta sınıfların ‘sol’ temsilcilerini modern sanayi proletaryasıyla bir araya getirmiş olan bir uluslararası birliğin, bu kesimlerden birinin kaçınılmaz biçimde dahil olacağı –savaş, devrim vb. – ilk büyük toplumsal altüst oluşta parçalanmasından daha doğal bir şey olamazdı. Uluslararası İşçiler Birliği’ni çöküşe sürükleyen de Prusya-Fransa savaşı ve Paris Komünü oldu. (İşçi aristokrasisiyle bürokrasilerinin güçlendiği ve proletarya ile yan yana var olduğu ‘ikinci’ ve ‘üçüncü’ enternasyonaller de benzer biçimde, savaşlar, devrimler ve karşıdevrimler sırasında çökecekti) Marx ve Engels, bu iki tarihsel gelişmeden gerekli sonuçları çıkartıp bilimsel sosyalist dünya görüşünü geliştirip zenginleştirirken, Uluslararası İşçiler Birliği içindeki siyasi rakiplerinin tutuculuğu da o denli netleşti. Sonuçta, Birlik’in en sağlıklı unsurlarını –ki bunların sayısı son derece sınırlıydı– kazanan Marx ve Engels, ona Marksist bir program kazandırmayı başardı. Ama hem Marksizm siyasi bir akım olarak daha yolun başındaydı hem de Uluslararası İşçiler Birliği’nin –göründüğünün tersine son derece cılız olan– bünyesi onun ‘beynine’ yapılan bu Marksist ‘doku nakli’ne uyum sağlayacak durumda değildi.
“Marksizmin –parti, devrim ve işçi devleti gibi– birçok alanda bugün sahip olduğu programatik bütünselliğini sağlaması için, Marksistlerin, savaşlar, devrimler ve karşıdevrimlerle damgalanacak olan iki büyük uluslararası örgütlenme deneyiminden daha geçmesi gerekecekti.”1
Dahası, UİB’in topu topu 12 yıllık “resmi” tarihi, yukarıda değindiğimiz gibi, aynı zamanda, Marx ile Engels’in, işçi sınıfının bütün bu mülk sahibi sınıflardan ideolojik, siyasi / örgütsel bağımsızlığını sağlama uğruna, önce radikal burjuvaziye ve anarşizme, ardından da sendikacılığa karşı uzlaşmaz mücadelesinin ve bu mücadeleler içinde Marksizmi biçimlendirmesinin tarihiydi. Dolayısıyla, UİB’in “güç yitirmeye başlamış ve parçalanmaya yüz tutmuş” olması, biz Marksistler için, “ne yazık ki” diyerek hayıflanacağımız bir durum değildir.
Modern komünizmin kurucularının UİB’in “oluşumu için ter akıttıkları” tezi de yanlıştır (bu yanlış, Marksist Bakış’tan Arslan’ın yazısında da “Marks ve yoldaşları tarafından kurulan 1.Enternasyonal” denilerek ifade ediliyor). Gerçekte ise Marx ile Engels, bu örgütlenmenin oluşumunda hemen hiçbir rol oynamamıştı. UİB’in kurulduğu “toplantıya, İngiliz sendikal çevrelerinde tanınan ve saygı duyulan sosyalist bir yazar olarak davet edilen Marx, Engels’e yazdığı 4 Kasım 1864 tarihli mektupta platformda sessiz bir figüran olarak bulunduğundan söz eder.”2 Marx ile Engels, UİB’e Marksist bir kimlik kazandırmaya çalışmışlardı ki, bu çabalar, Çağlı’nın “yazık” bulduğu parçalanmanın hızlanmasında son derece etkili olmuştur.
Çağlı, “işçi sınıfının tarihsel mücadelesini başlatan bir ön deneyim” olarak tanımladığı UİB’ten –Marx ve Engels’in çalışmaları dışında– günümüze hiçbir şey kalmazken, ondan 16 yıl önce kurulmuş olan Komünist Parti’nin (Komünistler Birliği) Marx ve Engels tarafından yazılmış olan programının (Komünist Parti Manifestosu) nasıl olup da günümüzde bile güncelliğini koruyabildiği üzerine düşünmeli. Çağlı’ya, bu konuda düşünürken şu soruyu da atlamamasını öneriyoruz: Komünist Manifesto’da ifade edilen perspektifleri kendisinde cisimleştirmiş ve uluslararası düzeyde örgütlenmiş olan Komünistler Birliği’ni programından kopartarak unutturmaya çalışan bütün oportünistler neden ısrarla UİB’i “işçi sınıfının ilk uluslararası örgütlenmesi”, ”ilk enternasyonal” olarak göklere çıkarıyor ve her kriz döneminde “Marksist” bir makyajla donatıp gündeme getiriyor? (UİB hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyen okurlara, Prinkipo Yayıncılık’tan çıkmış olan “Uluslararası İşçiler Birliği – Birinci Enternasyonal” adlı kitabı okumalarını öneririz.)
Çağlı, 1889 yılında, Marx ile Engels’in düşüncelerinden derinden etkilenmiş olan sosyal demokrat ve sosyalist partilerin / örgütlerin kurduğu Sosyalist (II.) Enternasyonal’e de aynı izlenimci gazeteci anlayışıyla yaklaşıyor. Çağlı’ya göre, Sosyalist Enternasyonal, “çeşitli Avrupa ülkelerinin o dönemlere özgü sosyal-demokrat partilerini kucaklayarak bir kitleselliğe ulaşmış”. Belirtmek gerekir ki bu sav yanlıştır ve süreci tam tersten okumanın ifadesidir. Hiçbir zaman bir programa ve merkezi bir örgütlenmeye sahip olmayan Sosyalist Enternasyonal, ulusal sosyal demokrat partileri “kucaklayan” bir uluslararası örgütlenme değildi. Kuruluşunda ve bütün yaşamında Alman Marksistlerinin belirleyici rol oynadığı Sosyalist (II.) Enternasyonal, ulusal işçi kitle partilerinden oluşan gevşek bir federasyondu. Bu ulusal işçi partilerinin birer “halk partisi”ne dönüşmesinin ve reformistleşmesinin altında da, bütün ülkelerde –özellikle de Almanya’da– son derece çarpıcı biçimde yaşanan ekonomik büyüme yatıyordu. Çağlı’nın “devrimci öz”e, “reformist politik eğilimlerle sulandırılmış bir kitleselliğe” ya da “gerek ulusal gerek enternasyonal mücadele alanında sınıfın devrimci mücadele çizgisi temelinde bir kitleselliğe” vb. yaptığı göndermeler, dönemin tarihsel maddeci yorumunun yokluğunda, anlamsız kategoriler olarak kalmaktadır.
Çağlı’nın tarihsel kurgusuna bağlı kalındığında, Sosyalist (II.) Enternasyonal’in kurulmasında belirleyici rol oynayan Alman Marksist devrimcilerinin nasıl olup da birkaç on yıl içinde birer oportünist haline geldiğini açıklayamaz; hem “Bolşevik örgütlenme ve mücadele anlayışı”nın hem de “Üçüncü Enternasyonal”in hangi maddi ve ideolojik zemin üzerinde nasıl biçimlendiği konusunda bilimsel sonuçlara ulaşamazdık.
İdealist yüzeysellik
Çağlı, yazısının devamında Komünist Enternasyonal’i değerlendirirken, öznel-izlenimci gazeteci yöntemini, idealist bir “devrimci öz” kategorisiyle süsleyerek sürdürüyor:
“Birinci emperyalist savaş döneminin yakıcı devrimci ihtiyaçları hatırlanacak olursa, Üçüncü Enternasyonalin inşa faaliyetinin biraz geciktiğini söylemek yanlış olmaz… Üçüncü Enternasyonalin yine de kısa sürede kurulabilmiş olması, doğrudan Ekim Devriminin şevklendirici ateşi sayesinde mümkün olabilmiştir… Üçüncü Enternasyonal deneyimi, işçi sınıfının mücadele tarihinde ilk kez olarak hem devrimci öze hem de kitlesel boyuta sahip bir enternasyonalin yaratılabildiğini gözler önüne serer. Ne var ki bu deneyimi de sanki eksiksiz ve mükemmel bir noktaya ulaşmışçasına idealize etmemek gerekir. Ne yazık ki Üçüncü Enternasyonal, çeşitli ülkelerde sabırlı ve azimli bir hazırlık çalışmasının ürünü olarak biçimlenen sağlam seksiyonlar üzerinde yükselememiştir… Taşıdığı bu gibi zaaflara rağmen Üçüncü Enternasyonalin genel hatlarıyla devrimci bir işçi enternasyonali olarak vücut bulması, Ekim Devriminin yarattığı haklı siyasal otorite ve Bolşevik Partisinin enternasyonalist yardımları sayesindedir. Ancak Lenin tarafından da önemle altı çizildiği üzere, bu özellik Üçüncü Enternasyonalin bileşenlerini fazlasıyla Rus örneğine ve Bolşevik Partisine bağımlı kılmıştır. Bu yüzden onun devrimci özü bileşen seksiyonlar tarafından yeterince içselleştirilip özümsenememiş ve seksiyonların devrimci kaderi doğrudan Rus devriminin kaderine bağımlı hale gelmiştir. Nitekim Ekim Devriminin sonunu getiren ve Rusya’da işçi iktidarını içten yıkan bürokratik karşı-devrim, Üçüncü Enternasyonal seksiyonlarının da devrimci hayatiyet damarlarını kesip atmıştır.”
Çağlı’nın “enternasyonal tarihi”ne ilişkin bu kısa değerlendirmesi, “Lenin’in ölümüyle birlikte değişen koşulların damgasını bastığı 1924 dönemeci” ile devam ediyor. Yanlış okumuyorsunuz! Çağlı, koşulların “Lenin’in ölümüyle birlikte” değiştiğinden söz ediyor ve bu sayede, bir “egemen sınıf konumuna yükselen bürokrasi tüm iktidar iplerini ele geçirmiştir,” diyor. Çağlı, Stalinist bürokrasinin iktidarı ele geçirerek bir sınıf konumuna yükseldiği biçimindeki 1930’ların anti-Marksist tezini gecikmiş bir şekilde yinelemeye devam ediyor. Ona göre, Stalinist bürokrasi (artık “sınıf” demek gerekiyor) SSCB’de tüm iktidarı alınca, “Komintern’in de sınıfın devrimci enternasyonal örgütü olma niteliği sona ermiştir.”
İşte size mükemmel bir idealist tarih yazımı! Bu tarih anlatımında, ne ekonomik krizler, ne I. Dünya Savaşı ve onun kitleler üzerindeki etkisi, ne Avrupa’da ve bizzat SSCB içinde keskinleşen sınıf mücadeleleri, ne tüm dünyada yükselen ulusalcılık dalgası ne de Stalinist –siyasi– karşıdevrimin bilimsel bir açıklaması var. Çağlı’nın tarih kurgusunda, Avrupa (özellikle de Almanya) işçi sınıfı ve oradaki önderlikler (bunlara Çin Devrimi’nin yenilgisini de eklemek gerek) birer özne olarak yer almıyor. Her şey, maddi temellerinden ve tarihsel-toplumsal bağlamından kopartılmış, Hegelci bir “devrimci öz” ile Marx, Engels, Lenin, Stalin ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi gibi baş aktörler etrafında dönen bir senaryodan ibaret.
Çağlı’nın tarihsel kurgu-romanı, “Ekim Devriminin böyle uğursuz bir süreç neticesinde yenilgiye uğradığı noktada, mücadeleyi Lenin dönemindeki Bolşevik çizgiye sahip çıkarak sürdürmeye çalışan Troçki ve onu izleyen yoldaşları” ile devam ediyor. Bununla birlikte, Çağlı’nın Lenin sonrasında “sahneye çıkan” Troçki’si de bizim bildiğimiz Troçki değildir. Çağlı’nın kaleminde, o, Lenin’in ancak 12 yıl sonra, Nisan 1917’de ulaşabildiği Sürekli Devrim Teorisi’nin yaratıcısı büyük bir Marksist teorisyen, Ekim Devrimi’nin –Stalin’in bile itiraf etmiş olduğu gibi– iki büyük önderinden biri, Kızıl Ordu’nun kurucusu ve İç Savaş’ın muzaffer komutanı değildir. Çağlı’ya göre Troçki, “bürokrasinin iktidarına karşı Ekim Devriminin kazanımlarını savunmak amacıyla Uluslararası Sol Muhalefet adlı örgütlenmeyi biçimlendirmeye çalışmış” bir yardımcı oyuncudur.
Çağlı’nın, Troçki’den söz ederken, Sovyet bürokrasisinin Stalin önderliğindeki ulusalcı oportünist hizbine karşı dünya devrimi uğruna SSCB’de Sol Muhalefet’i ve Uluslararası Sol Muhalefet’i örgütleyen ve bu örgütü bir dünya partisi ile taçlandırarak Marksizmin programatatik-örgütsel sürekliliğini sağlayan bir Marksist olarak tanımlamaması bilinçli bir tercihtir. Troçki’yi değersizleştirmeyi amaçlayan zamanı geçmiş merkezci küçük burjuva safsataları yineleyen Çağlı, “Ekim Devriminin kazanımlarını savunmak amacıyla Uluslararası Sol Muhalefet adlı örgütlenmeyi biçimlendirmeye çalışmıştır,” diyerek, bu büyük Marksistin komünizm davasına olan devasa katkısını, aklınca, küçümsemektedir.
Merkezci şaşkınlık
Çağlı, Troçki’nin “devrimci çabasının, sahip çıkılması gereken bir tarihsel özellik taşıdığını” itiraf etmek zorunda kaldığı noktada, tipik merkezci bir refleks sergileyerek, idealist izlenimci yönteminin yol açtığı çelişkiler içinde çırpınmaktadır. Ona göre, Troçki’nin “egemen bürokrasinin eliyle gelen her türlü zorluğa, inanılmaz eziyet, cefa ve siyasal katliamlara rağmen, Lenin dönemindeki devrimci çizginin yaşatılması mücadelesi sona ermemiş … bu çabaların bir uzantısı olarak, 1938 yılında Dördüncü Enternasyonalin kuruluşu … ilan edilmiştir… Dördüncü Enternasyonalin inşa çabası, … Komintern’in Lenin döneminde biçimlenen devrimci özünü … savunup sürdürme mücadelesini yansıtır.”
Bütün bu duygu yüklü (!) tespitlerin ardından, insanın, Troçki önderliğindeki Marksistlerin bu mücadelesine sahip çıkıp, hiç tereddütsüz, IV. Enternasyonal’in bayrağı altında yer alması ve bundan sonra IV. Enternasyonal’in 75 yıla yaklaşan tarihini Marksist bir yaklaşımla değerlendirerek yolunu çizmesi beklenir; değil mi? Değil! Çünkü Çağlı, her merkezci gibi, kritik eşiğe geldiği noktada, Marksist pozisyonlara karşı sağcı-tutucu refleksler sergilemeye mahkûmdur. Bunu da, yalnızca, izlenimcilik ve öznelcilik üzerinde kurguladığı idealist bir tarih yazımı üzerinden yapabilir.
Nitekim Çağlı, özgün tarih yazımını şu derin tespitle sürdürüyor: “Dördüncü Enternasyonal deneyimi, yalnızca devrimci özün savunulmasına yönelik bir başlangıç düzeyinde kalmış ve örgütlenme anlamında yol alamayan bir tarihsel çaba olmuştur.” Neden mi? Yanıtını yine Çağlı’dan aktaralım: “Troçki’nin örgütsel alanda Lenin’e kıyasla zayıf olduğu pek çok yön mevcuttur. İşin gerçeğini itiraf etmek gerekirse, aslında vaktiyle büyük oranda etkilendiği Menşevik örgüt anlayışından kendisini tam anlamıyla kurtarabilmesi mümkün olmamıştır.”
Çağlı, bu “derin” tespitinin ilk cümlesiyle yetinseydi, ona, kişiler arasında bu tür anlamsız karşılaştırmalar yapmanın Marksistlerin değil burjuva gazetelerindeki dedikodu yazarlarının işi olduğunu anımsatmakla yetinirdik. Bizler, yalnızca, iki insanın aynı somut olay / olgu karşısındaki eş zamanlı tavırlarını karşılaştırır ve o olay / olgu konusunda kimin doğru ya da yanlış tavır aldığını söyleyebiliriz (o da sonuçlardan hareketle). Stalinist geçmişiyle gerçek bir hesaplaşma yaşayamadığı için, yolun ortasında, merkezcilikte takılıp kalmış olan Çağlı, bununla da yetinmiyor. O, ani bir manevrayla çıtayı yükseltip, Troçki’nin hangi somut durumda hangi yanlışı yaptığını belirtmek yerine, aceleci ve fazlasıyla iddialı bir “tespit” yapıyor. Hem de ne tespit! Çağlı’ya göre, Troçki’nin, “aslında vaktiyle büyük oranda etkilendiği Menşevik örgüt anlayışından kendisini tam anlamıyla kurtarabilmesi mümkün olmamıştır.”
Çağlı’ya, Troçki’nin “Menşevik örgüt anlayışından kendisini tam anlamıyla kurtaramadığı” yolundaki –Stalinizmden ödünç alınmış– bu yargıya nereden vardığını sormak gerekiyor. Zira bizler, o zamanlar henüz 24 yaşında olan Troçki’nin, Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’ndeki bölünmeye karşı çıkıp iki hizibin birleşmesini savunmakla birlikte, 1904 yılında Menşeviklerle ilişkilerini kesmiş olduğunu; 1905 yılından itibaren, ‘aşamalı devrim’ anlayışlarından dolayı hem Bolşevikleri hem de Menşevikleri eleştirdiğini (“Menşevizmin devrim karşıtı özellikleri şimdiden bütünüyle açık hale gelmişken, Bolşeviklerinki yalnızca zafer durumunda ciddi bir tehdit haline gelecek gibi görünüyor,” ayrımını yaparak); Ağustos 1917’de, kendisini “Enternasyonalist Bolşevikler” olarak adlandıran grubuyla birlikte, Lenin’in Nisan Tezleri ile birlikte Sürekli Devrim kuramını kabul etmiş olan Bolşeviklere katıldıktan sonra, Lenin’in sözleriyle, “mükemmel bir Bolşevik” olarak Ekim Devrimi’nin örgütlenmesinde başı çektiğini; bu durumu Stalin’in bile itiraf ettiğini; Kızıl Ordu’nun kurucusu ve başkomutanı olarak İç Savaş’ta Beyazların ve emperyalist orduların yenilgiye uğratılmasına önderlik ettiğini ve yaşamının sonuna kadar Bolşevik Parti anlayışını savunduğunu biliyoruz.
Çağlı’nın öznel kurgusu bir yana, gerçek tarih, bize, Troçki’nin, Sol Muhalefet’i ve Uluslararası Sol Muhalefeti örgütleyerek, Komünist Enternasyonal’in dünya devrimi perspektifi uğruna Stalinist ulusalcı bürokrasiye karşı mücadele etmiş ve bu mücadeleyi IV. Enternasyonal’i kurarak taçlandırmış Marksist bir önder olduğunu kanıtlıyor. İşin “garip” yanı, Çağlı’nın, bütün bunları utangaç biçimde kabul etmek zorunda kaldığı her cümlenin ardından, “aslında”, “ama”, “ne var ki” diyerek inkâr etmeye ya da önemsizleştirmeye kalkışmasıdır.
Bu tavrıyla, Çağlı, bir Marksist değil ama tek bir somut örnek bile vermeden yüksek perdeden atıp tutan kibirli bir küçük burjuva gazetecisi izlenimi vermektedir. Çağlı, en azından bu izlenimi ortadan kaldırmak için, Troçki’nin “Menşevik örgütlenme anlayışından kurtulamadığını” somut örneklerle kanıtlamak zorundadır.
Enternasyonal’i karalama çabası
Çağlı, Troçki’nin örgüt anlayışına yönelik temelsiz iddialarının ardından, bir kez daha çark edip, “Troçki’nin Lenin dönemindeki Bolşevik çizgiyi savunma çabasının, dünden bugüne uzanan son derece önemli ve değerli bir tarihsel çaba olduğu açıktır” diyor ve ekliyor: “Ancak Troçki’nin ölümünden sonra başlayan Troçkizm tarihini oluşturan çeşitli eğilim ve yapılanmalar için aynı şeyi söyleyebilmemiz pek mümkün değildir.”
Çağlı’ya göre, “genelde Troçkist hareket Troçki’yi derinden anlayıp, onun bıraktığı teorik-politik mirası sahiplenmeyi ve geliştirmeyi başaramamıştır. Tersine, Troçki’yi izleme adına onun önemli değerlendirmeleri dondurularak dogmalara dönüştürülmüş ve böylece devrimci hayatiyet sona erdirilmiştir… Dördüncü Enternasyonal irili ufaklı Troçkist gruplar arasında son derece kısır ve küçük-burjuvaca politik çekişmelere alet edilen içi boş bir biçime dönüşmüştür. Bu nedenle, başlangıçta devrimci enternasyonal geleneğini sürdürmek amacıyla yaratılmaya çalışılan Dördüncü Enternasyonal Troçki’nin ölümüyle birlikte anlamını yitirmiştir… Troçki ile Troçkizm arasında öznel değerlendirmelerle kapatılamayacak nesnel bir farklılık vardır. Ekim devriminin önderlerinden biri olan ve gelecek kuşaklara devrimci bir tarihsel miras bırakan Troçki ile onun ölümünden sonra kendilerine özgü yanılgılar ve sekter ihtiraslar temelinde varlık sürdüren Troçkist yapılanmalar arasında kesin bir ayrım çizgisi çekmek zorunludur.”
Çağlı’nın bütün bu yanlış savları pervasızca ve tek bir somut örnek bile sunmadan kaleme almasının, onun “beşinci” bir enternasyonal çağrısını gerekçelendirme yönündeki acelesinden, Marksizmin Lenin sonrasındaki biricik temsilcisi olan Troçkizm ile açık bir hesaplaşmaya girememesinden ve okurlarının IV. Enternasyonal tarihine ilişkin bilgisiz olduklarını düşünmesinden kaynaklandığı ortada. Sıkı sıkıya sarıldığı anti-Marksist yöntemden ve IV. Enternasyonal’e yönelik temelsiz suçlamalarından / karalamalarından dolayı, Marksist Tutum’un ve Çağlı’nın bu aceleciliğinin kapitalizmin insanlığı içine sürüklediği felaket karşısındaki devrimci bir “duyarlılığın” ifadesi olduğunu düşünmek çok zor. Tersine, Çağlı, beşinci bir enternasyonali kurma düşüncesini gerekçelendirmeye çalıştığı yazısında, devrim ve sosyalizm mücadelesinin önündeki gerçek engellere (liberalizm, reformizm, sendikacılık, ulusalcılık, gerillacılık vb.) değil; Troçkizmde ve IV. Enternasyonal’de cisimleşen Leninist geleneğe saldırmakta, onu değersizleştirmeye çalışmaktadır.
Çağlı’nın, bunu yapmakta, kuşkusuz, kendine göre haklı nedenleri bulunuyor. Zira o, bütün siyasi faaliyetini işçi sınıfını ve gençliği –elbette “sol” – sendika bürokrasilerine ve burjuva-liberal Kürt ulusal hareketine yedeklemeye adamış bir akımın sözcüsü olarak, enternasyonalist ve devrimci bir işçi sınıfı alternatifini savunmaya kalkıştığında, değirmenine su taşıdığı bu “müttefiklerine” karşı cepheden tavır almak zorunda kalacaktır.
Çağlı, Marksist adımları atması durumunda kaçınılmaz biçimde IV. Enternasyonal’in çizgisine sürükleneceği için, “durumu kurtarmak” adına, yüzünü can havliyle sağa dönüp, Troçkizmi hedef tahtasına yerleştiriyor. Ama ortada iki sorun var:
Bunlardan birincisi, Çağlı’nın Troçkizme / IV. Enternasyonal’e karşı başlattığı haçlı seferinde hedefe yerleştirdiği “işçi sınıfının devrimci örgütlenme ihtiyacından söz edip pratikte antrist taktikler vb. adına kendini sosyal-demokrat partilere adapte eden Troçkist eğilimler”in hiçbirinin Troçkist olmaması. Çağlı, ya 1953 yılında IV. Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’ni (DEUK) kuran Marksistlerin IV. Enternasyonal içinde Pablo önderliğinde başkaldıran revizyonizme ve oportünizme karşı verdikleri amansız mücadele hakkında hiçbir şey bilmiyor ya da gerçekleri açıkça çarpıtıyor. Yazıda sergilenen ve yukarıda değindiğimiz diğer yanlışlıklar / çarpıtmalar göz önüne alındığında, ikinci olasılığın geçerli olduğunu belirtmek zorundayız: Çağlı ve Marksist Tutum, IV. Enternasyonal’i değersizleştirmek amacıyla tarihi çarpıtmaktadır.
İkinci ve birincisinden daha “vahim” olan şu ki, Çağlı’nın Troçkizme ve IV. Enternasyonal’e iliştirerek “eleştirdiği” (aslında ortada bir eleştiri de yok) bütün o oportünist gruplaşmaların, tarihleri boyunca, Marksist Tutum’un yaptıklarından farklı bir şey yapmamış olmasıdır. Burjuva seçimlerinden, bütün mülk sahibi sınıf partilerini acımasızca teşhir etmek ve işçi sınıfının devrimci enternasyonalist önderliğinin inşasını ilerletmeye yönelik kampanyalar örgütleyerek yararlanmak yerine, işçi sınıfını ve gençliği her seçimde Kürt hareketinin “demokrat-liberal” partisine yedekleyen; işçiler arasında “sol” sendika bürokrasilerine ilişkin hayaller yayan ve onları sendikalizme mahkûm etmeye çalışan; Stalinist gruplar arasında da Bolşevik unsurlar olduğunu söyleyen Marksist Tutum değil mi? Bugün “Alan Woods liderliğinde Chavez’in kuyrukçusu pozisyonuna indirgenen IMT” sizin uluslararası hareketiniz değil miydi? O halde, Çağlı, neyi / kimi ne için eleştiriyor? Troçki ve Troçkizm ile hiçbir ilişkisi olmayan ve özünde Marksist Tutum’dan farklı davranmayan ve farklı argümanlarla süslenmiş şekilde yeni bir “enternasyonal”in inşası peşinde koşan onlarca Pablocu küçük burjuva grubu mu?
Neyse, “konu enternasyonal alandaki yanlışlıklar komedyasına doğru açılmışken”, Çağlı’nın yazısının, bu “komedya”nın en eski ve en yavan bölümlerinden birini oluşturduğunu anımsatarak geçelim.
Neden “beşinci enternasyonal”
Yeni (beşinci) bir enternasyonalin kurulmasına gelince; bir parti ya da enternasyonal kurmanın, Çağlı’nın sandığı gibi, öyle her aklına esenin dilediğince gerçekleştirebileceği bir iş ya da basit bir numaralandırma meselesi olmadığını anımsatmakta yarar var. Yanlış anlaşılmasın, burada söylemek istediğimiz şey, Marksist Tutum’un ya da onlarca benzerinin uluslararası bir örgütlenme yaratamayacağı değil; onların kuracağı bu “enternasyonal”in Marksist bir enternasyonal olamayacağıdır.
Marksist bir enternasyonalin kurulması, işçi sınıfının enternasyonalist devrimci önderliğinin, dünya devriminin demokratik merkeziyetçi partisinin kurulması demektir. Bu partiyi kurmaya kalkışmak için de, doğallıkla, böyle bir partinin olmaması ya da var olanın dünya devrimi ve komünizm davası adına ebediyen yitirilmiş olması gerekir.
Kısaca özetlersek: UİB’in, sosyalist devrimin dünya partisi, Marksist bir enternasyonal olmadığı herkesin bildiği bir gerçek. Bununla birlikte UİB, modern komünizmin kurucularının, mülk sahibi sınıfların siyasi temsilcilerine (radikal burjuvazi, anarşistler, kooperatifçiler, sendikacılar vb.) karşı mücadele içinde Marksizmi geliştirdikleri bir alan oldu. UİB, Prusya-Fransa savaşının ve Paris Komünü’nün yenilgiye uğramasının ardından, kapsamlı bir ekonomik büyüme döneminin öngününde dağıldı.
Marksistlerin, Komünistler Birliği’nden sonra, kuruluşunda belirleyici rol oynadığı ilk uluslararası örgütlenme Sosyalist (II.) Enternasyonal idi. Ancak Sosyalist (II.) Enternasyonal, hiçbir zaman bir dünya devrimi programına ve merkezi bir örgütlenmeye sahip olamadı; ulusal ölçekte hızla kitleselleşen işçi partilerinin gevşek bir koalisyonu olarak kaldı. Kitleselleşme ile birleşen bu ulusallığın, ulusalcılığa ve reformizme dönüşmesi kaçınılmazdı; öyle de oldu. Sosyalist (II.) Enternasyonal, neredeyse bütün tarihi boyunca, enternasyonalist-devrimci ve ulusalcı-reformist kanatları arasında keskin mücadelelerle damgalandı. Birinci kanadı oluşturan Marksistler (Lenin, Mehring, Rosa, Liebknecht vb.), bu mücadeleler içinde –ve onlar sayesinde– emperyalizm, devlet, devrim, parti, sendikalar, savaş vb. konulara ilişkin Marksist perspektifler geliştirdiler.
Sosyalist (II.) Enternasyonal partilerinin önderlikleri, I. Dünya Savaşı’ndaki açık “ihanet”ten çok daha önce yozlaşmıştı. Marksist temellerde kurulmuş işçi partilerini hızla işçi aristokrasisinin / bürokrasisinin egemenliğindeki “halk partileri” haline getiren bu önderliklerin oportünist kanadı, daha 20. yüzyılın başlarında, burjuva devletin yönetimine gelerek parlamenter yoldan sosyalizme geçişi, “insanileştirilmiş” bir sömürgeciliği vb. savunuyorlardı. Ama dönemin Marksistleri, küçük burjuvaziye özgü bir acelecilikle, “hainler” diye çığlıklar atarak yeni bir enternasyonal kurmaya kalkışmadılar. Komünist Enternasyonal’in kurulması için, bir dünya savaşı felaketinin yaşanması, 1917 Rus Devrimleri’nin gerçekleşmesi ve Rusya’da bir işçi devletinin kurulması gerekecekti.
Komünist (III.) Enternasyonal’i yaratan şey, Lenin, Troçki, Mehring, Luxemburg gibi Marksistlerin, işçi sınıfına, Sosyalist (II.) Enternasyonal partilerinin oportünist önderliklerine karşı mücadele içinde geliştirdikleri, emperyalizm ve proleter devrimleri çağına uygun yeni bir dünya devrimi (Sürekli Devrim) perspektifi ve geçiş talepleri yöntemini sunmasıydı. Yani mesele, Çağlı’nın tarih kurgusundaki türde öznel niyetler, kararlılık ya da “devrimci öz” meselesi değildi. Birkaç yıl içinde çok sayıda ülkede komünist partilerin kurulabilmesi ve Komünist Enternasyonal’in kısa süre içinde gerçek bir güç haline gelebilmesi de, bu dünya devrimi perspektifi ile geçiş talepleri yönteminin, kapitalizmin krizine, işçi sınıfı hareketinin bununla bağlantılı devrimci kabarışına ve sosyal demokrat önderliklerin ihanetlerine denk düşmesi sayesinde mümkün olabildi. Ama unutmayalım ki, I. Dünya Savaşı sonrası dönemde Avrupa’da ortaya çıkan bütün devrimci işçi hareketleri, birçok ülkede önemli siyasi kazanımlar elde etmesine karşın, sosyal demokrasinin önderliği altında, kapitalist sistemin sınırları içinde kalmıştı.
Komünist (III.) Enternasyonal’in ilk dört kongresine damgasını vuran Marksist perspektif ve yöntem, Stalin önderliğindeki ulusalcı bürokratik hizbe karşı mücadele sürecinde Troçki önderliğindeki “Sol Muhalefet” ve “Uluslararası Sol Muhalefet” tarafından savunuldu ve geliştirildi. Ama Troçki ile yoldaşları, on binlerce Marksistin –başta SSCB olmak üzere– bütün komünist partilerden atılmasına, SSCB’deki toplu tutuklamalara, toplama kamplarına, işkencelere ve öldürülmelere rağmen, 1933 yılına kadar, yeni bir enternasyonalin kurulması çağrısı yapmadılar.
Çağlı, öznel tarih kurgusuna uygun olarak, bunu da Troçki’nin “örgütsel alandaki zayıflığıyla” ya da bir başka kişisel zaafıyla açıklayabilir. Oysa Troçki, bir Marksist olarak, merkezci Çağlı’nın yapmadığını / yapamayacağını yapıyor; Marksist yönteme, kuramsal tutarlılığa, tarihsel bütünlüğe ve dünya devriminin çıkarlarına önem veriyordu. Çağlı’ya, Troçki’nin Marksist yöntemini anlayabilmesi için, dönemin ABD Sosyalist İşçi Partisi’nde, Burnham-Shachtman önderliğinde ortaya çıkan ve SSCB’deki bürokrasinin bir sınıf olduğunu, işçi devletinin yerini ise Marksizmin öngöremediği yeni bir toplum olarak “bürokratik kolektivizm”in aldığını savunan muhalefete verdiği mücadelenin belgelerini okumasını öneririz. Örneğin, Troçki, 15 Aralık 1939 tarihinde yayımlanan “Sosyalist İşçi Partisi içinde bir küçük burjuva muhalefet” başlıklı makalesinde, şöyle yazıyordu:
“Bayağı düşünme tarzı, ‘kapitalizm’, ‘ahlak’, ‘özgürlük’, ‘işçi devleti’ vb. kavramlara, kapitalizmin kapitalizme, ahlakın ahlaka vb. denk olduğunu kabul eden sabit soyutlamalarla işler. Diyalektik düşünme tarzı, bütün şeyleri ve görüngüleri sürekli değişimleri içinde çözümlerken, A’nın A, bir işçi devletinin işçi devleti olmaktan çıktığı kritik sınırı, söz konusu değişikliklerin maddi koşullarında tespit eder.
“… Eğer Burnham bir tarihsel maddeci olsaydı, şu üç soruyu yanıtlardı: (1) SSCB’nin tarihsel kökeni ne? (2) Bu devlet, var olduğu sürece hangi değişimlere uğradı? (3) Bu değişimler niceliksel aşamadan niteliksel aşamaya geçti mi?”
Troçki’nin burada ortaya koyduğu soruları, SSCB’ye ilişkin göndermelerinin yerine Komünist Enternasyonal’i geçirerek yanıtlarsak: Komünist Enternasyonal, zafer kazanmış bir işçi devriminin ve emperyalist savaşın ardından, dünya devriminin kurmay örgütü olarak kurulmuştu. Bununla birlikte, o, SSCB’de İç Savaş’ın, emperyalist müdahalenin, Avrupa (Almanya) devriminin yenilgisinin bir sonucu olarak, iktidarı işçi sınıfından gasp ederek kendi totaliter diktatörlüğünü kurmuş olan Stalin önderliğindeki hizip ile Avrupalı ulusalcı “komünist” bürokratların elinde, dünya devrimi perspektifini terk etmişti. Bu ulusalcı yozlaşma, kaçınılmaz biçimde yoğun bir bürokratik yozlaşmayla tamamlanıyor ve Komünist Enternasyonal, Kremlin’in dış politikadaki bir aracı haline getiriliyordu. Bu nicel değişimlerin niteliksel aşamaya geçtiğinin göstergesi, Komünist Enternasyonal’in tüm şubelerinin, Hitler’in iktidara gelmesine katkıda bulunan ve ona karşı hiçbir eyleme girişmeyen Almanya Komünist Partisi’nin ihanet politikalarını onaylaması oldu. Komünist Enternasyonal, sonradan da görüleceği üzere, dünya işçi sınıfı için tarihsel anlam taşıyan bu yenilginin ardından, dünya devrimi için ebediyen yitirilmişti; doğrudan bir faşizm ve savaş tehlikesi altındaki uluslararası işçi sınıfını siyasi önderlikten yoksun bırakmamak, SSCB’yi savunmak ve Marksizmin sürekliliğini sağlamak için, onun yerini yeni (dördüncü) bir enternasyonalin alması gerekiyordu.
Enternasyonal’in üzerinden atlama çabası
Enternasyonal, Çağlı’nın da itiraf ettiği gibi, “Lenin’in Komünist Enternasyonali”nin devamı olarak ve son derece zor koşullar altında kurulmuştu. Kremlin ve dünyanın dört bir yanındaki Stalinistler, Troçki önderliğindeki Bolşevikleri fiziksel olarak ortadan kaldırmak için Nazilerle ve dünya burjuvazisi ile el ele vermiş, gerçek bir cadı avı sürdürüyordu. SSCB’de 1917 Ekim (Kasım) devrimini gerçekleştiren bütün bir Bolşevikler kuşağını ortadan kaldıran Stalinist aygıtın, IV. Enternasyonal’in önderliğinde yer alan çok sayıda Marksisti katlettiği terör dalgası, faşizmle ve II. Dünya Savaşı ile birleşti. IV. Enternasyonal’in savaş karşısındaki tavrı kapitalist ülkelerde “emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürme” biçiminde bir devrimci bozgunculuk ve SSCB’nin emperyalist işgal ve kapitalist restorasyon karşısında “devrimci savunusu” oldu (Kremlin’deki totaliter bürokratik diktatörlüğün siyasi devrim yoluyla işçi sınıfı tarafından alaşağı edilmesi, bu savununun ayrılmaz bir parçasıydı).
Enternasyonal’in şubeleri, savaş sırasında işçi sınıfı içinde Leninist “devrimci bozgunculuk” çizgisini savunur ve sınıf mücadelelerini körüklemeye çalışırken, “faşizme karşı birleşik cephe” sahtekârlığı altında “demokratik” emperyalist burjuvazi ile işbirliği yapıp bütün grevlere ve direnişlere son vermiş olan Stalinist komünist partiler, işçileri “kendi” burjuvazilerinin kuyruğuna takıyordu. Stalin’in dünya burjuvazisine sunduğu en büyük armağan, Troçki’yi 20 Ağustos 1940’ta öldürtmesi oldu (Onun emperyalizme vereceği bir sonraki armağan, daha doğrusu rüşvet, zaten yıllardır kongresini toplamamış olan Komünist Enternasyonal’i 1943 yılında resmen kapatmak olacaktı).
Enternasyonal, kendisine yönelik Stalinist ve faşist terör dalgasına ve savaşa rağmen, Marksist pozisyonlarından ve programından hiçbir ödün vermedi. Bununla birlikte, eşgüdümlü Stalinist ve faşist terör, IV. Enternasyonal’in en deneyimli kadrolarını büyük ölçüde ortadan kaldırmıştı. IV. Enternasyonal’in savaş öncesinde ve sırasında uğradığı büyük kadro kaybı, onun sonraki gelişiminde kuşkusuz önemli –olumsuz– bir etmendi (yalnızca SSCB’de, “büyük temizlik” adı verilen komünist / Troçkist kıyımı sırasında bir milyondan fazla Marksist aydın ve işçi öldürüldü).
Bununla birlikte, IV. Enternasyonal içinde 1950’lerin başından itibaren yaşanan mücadelelerin ardındaki belirleyici etmen, Stalinist önderliklerin Avrupa devrimini boğazlaması ve dünya kapitalizminin savaş sonrası içine girdiği tarihsel büyüme oldu. Siyasi çerçevesi ABD önderliğindeki muzaffer emperyalistler ile Kremlin arasındaki anlaşmalar eliyle çizilen yeni dönem, ulusal kompartımanlar biçiminde bölünmüş ulusal korumacı kalkınma modeli üzerinde yükselen reformizmin ve sendikacılığın (sosyal demokrasinin ve Stalinizmin) altın çağıydı. İşçi sınıfının devasa Stalinist ve sosyal demokrat sendikal / siyasal önderlikler altında toplumsal servetten daha fazla pay alarak düzen sınırları içinde tutulduğu bu dönemin, savaş sırasında yemiş olduğu darbeleri iyileştiremeden yeni basınçlara maruz kalan IV. Enternasyonal’i etkilememesi olanaksızdı. Çağlı’nın Troçkizmi ve IV. Enternasyonal’i değersizleştirmek amacıyla “Troçkist” olarak sunmaya çalıştığı –Marksist Tutum’un da bir zamanlar birlikte yürüdüğü IMT (Uluslararası Marksist Eğilim) de dahil– bütün o küçük burjuva akımlar, Troçki’nin, IV. Enternasyonal’in ya da Troçkizmin değil ama o tarihsel koşulların ürünüdür (yoksa Çağlı, Stalinizmi de Leninizmin / Marksizmin ve Komünist Enternasyonal’in ürünü olarak mı görüyor?).
Enternasyonal’in bu revizyonist-oportünist eğilimlerin hiçbirine teslim olmadığını; onun içindeki Marksistlerin, bu eğilimler her ortaya çıktığında, dünya partisinin tarihsel olarak oluşmuş çizgisine ve örgütüne sahip çıktığını biliyoruz. Onlar, ilk olarak 1950’lerin başlarında, Michel Pablo ile Ernest Mandel’in II. Dünya Savaşı’nın ardından geliştirmeye başladıkları ve sonraki yıllarda netleştirdikleri revizyonist tezlerde ifadesini bulan oportünist eğilime karşı kararlılıkla mücadele ettiler ve 1953’te DEUK’u kurarak, IV. Enternasyonal’in tasfiyesini önlediler. Bu oportünist eğilimler, DEUK içinde de birkaç kez ortaya çıktı ama her defasında, ya DEUK’tan ayrılmak ya da atılmak durumunda kaldılar. Çağlı’nın, Marksizmin bu tarihsel önemdeki savunusunu görebilmesi ve anlayabilmesi için, dikkatini, Pablocu ve diğer oportünist yol arkadaşlarından uzaklaştırması ve yüzünü, IV. Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’ne (DEUK) dönmesi gerekir. DEUK’un 59 yıllık tarihi, Marksist pozisyonların, yalnızca IV. Enternasyonal içinden çıkan oportünist eğilimlere değil, aynı zamanda Çağlı gibi yeni bir enternasyonalin kurulması gerektiğini savunan merkezci akımlara karşı da parlak bir savunusudur.
Önceki enternasyonal deneyimlerini ulusalcı ve merkezci bir prizmadan geçirerek okumuş olan Çağlı, DEUK’un kapitalizme ve her renkten Pablocu revizyonist eğilime karşı mücadelede yaratmış olduğu külliyatı inceleseydi, yeni bir parti / enternasyonal kurmanın, gömlek değiştirir gibi bir örgütten ayrılıp diğerini kurma biçiminde basit bir tercihten ibaret olmadığını görürdü. Zira Marksistlere göre yeni bir parti / enternasyonal, önceki Marksist kuşakların bütün kuramsal donanımını ve mücadele deneyimlerini içeren uluslararası ve tarihsel bir boyuta sahip yeni bir perspektifin ve programın varlığını gerektirir. En önemlisi de yeni bir yöntemin, perspektifin ve programın yaratılması için böyle bir gereksinimin doğması; yani var olanların geçersizleşmesi gerekir. Bu yüzden, Çağlı’dan, yeni bir enternasyonalin kurulması çağrısı yapmadan önce, IV. Enternasyonal’in (hatta onun adını taşımaya devam eden oportünist yapılanmaların da) yönteminin, perspektifinin ve politikalarının kapsamlı ve tutarlı bir eleştirisini yapmasını istiyoruz.
Ama böylesi bir tavır, yöntemsel, ideolojik ve siyasi anlamda hiçbir ilişkileri olmadığı halde IV. Enternasyonal maskesi altında onun saygınlığını sömürmeye devam eden oportünistlerle değil; DEUK ile kapsamlı bir kuramsal ve siyasi hesaplaşmayı gerektirir. Çağlı’nın yapması gerekip de yapamadığı işte budur. Çünkü Çağlı, Troçki’nin sözleriyle ifade edersek, “teorik olarak … amorf ve eklektiktir; teorik yükümlülüklerden mümkün olduğu ölçüde yan çizer ve pratiğe yalnızca Marksist teorinin devrimci yöneliş kazandırabileceğini anlamaksızın, teori karşısında (lafta) ‘devrimci pratiğe’ öncelik vermektedir; … İlkeli bir politikanın yerine kişisel manevracılığı ve küçük örgütsel diplomasiyi geçirmeye eğilimlidir… ideolojik boşluğunun üzerini örtmek için acınası ahlakçılığa başvurmaktadır; devrimci ahlakın ancak devrimci öğreti ve devrimci politika temelinde oluşturulabileceğini anlamamaktadır…”3
Bütün bu nedenlerden dolayı, Çağlı’nın, yazısının devamında dile getirdiği ve “yeni” enternasyonalin nasıl olabileceğine ilişkin bütün düşünceler, niyeti ne olursa olsun, Marksist yöntemin değil ama eklektizmin ve izlenimciliğin damgasını taşıdıkları için devrim ve komünizm davası açısından yıkıcı, soyut idealist kategoriler olarak kalmaya mahkûmdur.
Marksist Bakış’ın eklektizmi
Marksist Bakış’ın, IV. Enternasyonal’e hiçbir zaman yakın durmamış olan Marksist Tutum’dan farklı olarak, kendisini uzun süre Troçkist saflarda tanımlamış olduğunu; dahası, DEUK’un ve bizim kimi temel tezlerimize ve güncel politik konulardaki yaklaşımlarımıza yakın durduğunu biliyoruz. Buna, Marksist Bakış’ın, DEUK’un Almanya şubesi Sosyalist Eşitlik Partisi’nin geçtiğimiz yılki Berlin eyalet seçimlerine “devrimci bir programla katılan tek örgüt” olduğunu ifade etmesini de ekleyelim. Bu yüzden, onu her zaman sağ-merkezci pozisyonlarda ısrar etmiş ve bu ısrarından dolayı sürekli daha sağa doğru kayan Marksist Tutum’dan ayrı değerlendirmek gerekiyor.
Bu farklılığı, Arslan’ın “Yeni Bir Dünya Örgütü: 5. Enternasyonal” başlıklı yazısında IV. Enternasyonal’in dünya burjuvazisine, Stalinizme ve Pablocu revizyonizme karşı mücadelesine yaptığı olumlu vurgularda da görebiliyoruz. Bununla birlikte, Marksist Bakış’ın IV. Enternasyonal’i “en ağır bedellerin karşılığında … geleceğe, Marksizmin temiz bayrağını miras bırakan” örgütlenme olarak göklere çıkartması, onun, birden bire, “4. Enternasyonal görevini tamamladı,” keşfini yapmasını ve “V. Enternasyonal”in kurulması gerektiğini ilan etmesini engellemedi.
Bu durum, Marksist Bakış’ın Marksizm ile bağlarını bütünüyle kopartmaya yönelik önemli bir adımı ifade ettiği için kuşkusuz üzücü. Ama tarihsel ve uluslararası bir perspektife sahip olmayan, önceliği uluslararası örgütlenmeye vermeyen, Marksizmin yöntemine ve teoriye dudak büken bu tür genç devrimci grupların, ne kadar militan ve “inançlı” olurlarsa olsunlar, sınıflar mücadelesi içinde bir uçtan diğerine savrulduklarını bilenler için şaşırtıcı değil. Marksist Bakış’ın DEUK’tan ve bizden yapmış olduğu alıntıların, adını koymadan paylaştığı düşüncelerin ve IV. Enternasyonal’e ilişkin olumlu vurgularının, Marksizmin cephaneliğinden, ilk önemli sınavda terk edilmek üzere ödünç alınmış silahlar olduğu bizler için bir sır değildi. Zira Marksist Bakış, bu tehlikeyi öngörerek kendilerine yıllar önce yapmış olduğumuz tartışma çağrısına yanıt bile vermemişti.
Troçki’nin sözlerini kullanarak ifade edersek, Marksist Bakış, sağa karşı ana argümanlarını Marksistlerden, yani her şeyden önce Bolşevik-Leninistlerden ödünç almış, ancak bunu eleştirinin keskin tarafını körelterek ve pratik sonuçlarından kaçınarak ve böylece onların eleştirisinin içini boşaltıp anlamsızlaştırarak yapmıştı. Bu yüzden, o, aynı Marksist Tutum gibi, “teorik olarak … amorf ve eklektik” kalmakta ısrar ettiği, “teorik yükümlülüklerden mümkün olduğu ölçüde yan çizdiği ve pratiğe yalnızca Marksist teorinin devrimci yöneliş kazandırabileceğini anlamaksızın, teori karşısında (lafta) ‘devrimci pratiğe’ öncelik verdiği” için, sağa doğru sıçradı ve “V. Enternasyonal” ekseninde onunla buluştu.
Marksist Bakış ile Marksist Tutum’un yalnızca merkezcilerin değil ama çok sayıda Pablocu grubun da savunduğu “V. Enternasyonal” ekseninde bir araya gelmesi, bir rastlantı değildir. Daha kötüsü, bu “beşinci enternasyonal”ci gruplar, sınıflar mücadelesinin keskinleştiği ve kitlesel işçi hareketleriyle çalkalanacak bir döneme girdiğimiz koşullarda, merkezcilere özgü, şimdi sağa sallanan ama tekrar “orta”ya ve “sol”a gelebilecek sarkaç konumunu da koruyamama tehlikesiyle karşı karşıyalar. Zira sınıflar mücadelesinde yaklaşan fırtına, son derece kritik bir dönemde sağa doğru salınan bu merkezci sarkacın yeniden sola doğru gelmesini sağlayacak olan ipi her an kopartabilir.
Örneğin, Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (Almanya) devrimci bir programla seçimlere katılan tek parti olduğu tespiti Marksist bir grup tarafından yapılıyorsa, izlenmesi gereken yol bu partinin ve onun üyesi olduğu enternasyonalin (DEUK) kapsamlı bir değerlendirmesini yapmak olmalıdır. Hem DEUK’un hem de şubeleri Sosyalist Eşitlik Partilerinin seçim programlarının bir dünya devrimi programına tabi olduğu ve bu programın da tarihsel boyuta sahip uluslararası perspektif üzerinde yükseldiği ortadayken, üstelik de hiçbir somut gerekçe, belge ve bilgi sunmadan, DEUK’un “yitirilmiş” olduğunu söylemek tam bir küçük burjuva sorumsuzluğunu / ciddiyetsizliğini ifade etmektedir.
Marksist Bakış yazarı Arslan “4.Enternasyonal’in Michel Pablo ve Ernest Mandel önderliğinde geçen dönemi, oportünist sapmaların neden olduğu kopuşların örgütün fiilen dağılması ve sonlanmasına vardığı bir dönem olacaktı,” diyerek yaklaşımının kaçınılmaz sonucu olarak Elif Çağlı’yla aynı yönteme sarılıp tarihi çarpıtmaktadır. IV. Enternasyonal’in “fiilen dağılması ve sonlanması” gibi bir durum hiçbir zaman olmamış; tersine, Pablocu tasfiye girişimi, Cannon önderliğindeki Marksistlerin 1953’te DEUK’u kurmasıyla engellenmişti.
Bolşevik Parti tarihi incelendiğinde de, özellikle 1905 devriminin yenilgiye uğratılmasının ardından yükselen gericilik dalgası nedeniyle, Lenin’in de ifade ettiği, partinin fiilen işlemez duruma geldiği bir dönem olmuştu. Unutmayalım ki, Lenin’in önderliğindeki Bolşeviklerin o gericilik koşullarında dağılarak ortadan kalkmamasını sağlayan şey, parti içinden ve dışından gelen küçük burjuva saldırılara ve “sekterler” biçimindeki çığlıklara karşın Marksist teoriye sarılmaları ve bu devrimci teori ve program ekseninde örgütün sürekliliğini sağlamaları olmuştu. DEUK da, on yıllar boyunca benzeri tehditlerle ve suçlamalarla karşı karşıya kaldı (“sekter” ya da “masa başı devrimcileri” gibi Marksist tutarlılığa ve teoriye dudak büken küçük burjuva solcularının karalama çabası hala sürüyor) ama onun içindeki Marksistler, bütün bu saldırılara Marksist kurama daha fazla sarılıp onları teorik düzeyde mahkûm ederek yanıt verdiler. DEUK’un bu mücadeleler içinde Marksist kurama sahip çıkıp onu geliştirmesi, teoriyi güncel yaşamın diline uyarlayan somut politikaların üretilmesiyle tamamlandı. Unutmayalım ki, tutarlı devrimci politikaların üretilmesini sağlayan şey, bilimsel yöntem ve kuramsal bütünlüktür. IV. Enternasyonal’in ve DEUK’un tarihi, Lenin’in “devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz” biçimindeki temel Marksist önermesinin doğrulanmasıdır.
Teoriye dudak büken Marksist Bakış ise tam tersi bir yol izlemekte ve “devrimci” pratiklerden hareketle, devrimci bir kurama ulaşabileceğini varsaymakta; bunun kaçınılmaz sonucu da derin bir eklektizm ve izlenimcilik olmaktadır.
Arslan, yazısının devamında, “… 4.Enternasyonal adını kullanan birbirinden farklı birçok uluslararası grup ve grupçukların ortaya çıkışıydı. Dolayısıyla bu saatten sonra gerçek anlamda bir 4.Enternasyonal’den bahsedemeyiz,” diyerek, üstteki alıntıyla çelişme pahasına, IV. Enternasyonal’in fiilen sonlanmadığını kabul etmektedir. Ama daha kötüsü, onun bir Marksist örgütün gerçek anlamda varlığından bahsedilemeyeceğini kanıtlamak için “birçok … grup ve grupçukların ortaya çıkışı”ndan söz etmesidir. DEUK dışında IV. Enternasyonal adını kullanan birçok küçük burjuva grubun olduğu doğrudur. Ama onların Marksist olmadığını kanıtlamanın yolu bu değildir.
Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin (RSDİP) 1903 yılında Bolşevik ve Menşevik hizipler arasında bölünmesi ve bunun 1912’de iki farklı parti sonucuna varması, Marksist hareketin tarihinde ileriye doğru devasa bir kırılmanın ifadesiydi. Bu bölünme, Sosyalist (II.) Enternasyonal içindeki Marksist ve revizyonist kanatlar arasındaki bölünmenin Rusya ayağını oluşturuyordu. Ama her iki kanadın da RSDİP ismini kullanmaya devam etmeleri, biz Marksistlerin, Bolşeviklerin üstüne çarpı atmamız sonucunu doğurmadı. Aksine, bizler hangi eğilimin Marksist olduğunu ideolojik politik duruşlarını ve bunun yansıması olan pratiklerini inceleyerek gördük ve geleneğimizi Marx ile Engels’in Komünistler Birliği’nin mirasçısı olan Bolşevik Parti’ye dayandırdık.
“Dünyanın hemen her yerde binlerce Troçkist örgüt bulunmaktadır ki bunların içerisinde her türlü Troçkist bulmak mümkündür: Gerillacısından sivil toplumcusuna, uvriyeristinden açık reformistlere kadar,” diyen Arslan, yine Çağlı ile aynı izlenimci yönteme sarılıp benzer şeyleri ifade ediyor. Bu yönteme göre, yukarıda geçen tüm küçük burjuva revizyonist akımlar Marksizm (Troçkizm) içi kabul edilmektedir. O halde, yineliyoruz, Menşeviklerin veya Stalinistlerin de Marksist olduğunu söylemek pekâlâ mümkündür!
Geçmişte, Elif Çağlı’nın tutumunu eleştiren Marksist Bakış’ın, bugün benzer bir noktaya gelmiş olması, “sağa kayma” tespitinin bir doğrulanmasıdır. Marksist Bakış, “Marksist Tutum’un Merkezciliği” başlıklı bir makalede, Çağlı’nın Troçkizmi karalamasına karşı görece sağlıklı bir duruş sergilemiş ve izlenmesi gereken yolu şöyle ifade etmişti: “Anlaşılan Çağlı’nın derdi üzüm yemek değil bağcıyı dövmek. Troçki’nin ardından gelenlerinin bir bölümünün Troçki’nin gerisine düştüğü kesinlikle doğrudur. Bu noktada da sapla saman ayrılmalıdır. Stalinizme yaklaşanlar, oportünizme kayanlar, maceracılığa savrulanlar mahkûm edilmeli; tüm güçlüklere rağmen geleneği yaşatanların, devrimci Marksist geleneği dünyanın her köşesine yayanların mücadelesi sahiplenilmelidir.”4
IV. Enternasyonal’in tarihine ilişkin ciddi bir araştırma yapma gereği bile duymadan onun “kaybedildiğini” söyleyerek –bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde– Troçkizmi karalama ve değersizleştirme çabasında ortaklaşan Çağlı ile Arslan’a, bir kez daha, günümüzde, burjuvaziye ve her türden küçük burjuva akıma karşı Marksist bir uluslararası işçi hareketi yaratma mücadelesini sürdüren ve “devrimci Marksist geleneği dünyanın her köşesine” yaymaya çalışan biricik örgütün DEUK olduğunu anımsatıyoruz. Bunun aksini iddia eden ama bunu hiçbir somut kanıt ileri sürmeden yapan Marksist Tutum ile Marksist Bakış, bütün iddialarını kanıtlamak yükümlülüğüyle karşı karşıyadır. Marksist Bakış’ın ise kendisine ve okuruna saygı gereği yapması gereken bir şey daha var: Arslan’ın kaleme aldığı “V. Enternasyonal” çağrısından önce yazmış ve savunmuş olduğu pozisyonların ciddi bir özeleştirisi.
Yazımızı, Troçki’nin merkezcilik üzerine söyledikleriyle bitirelim:
“a) Teorik olarak merkezcilik amorf ve eklektiktir; teorik yükümlülüklerden mümkün olduğu ölçüde yan çizer ve pratiğe yalnızca Marksist teorinin devrimci yöneliş kazandırabileceğini anlamaksızın, teori karşısında (lafta) ‘devrimci pratiğe’ öncelik verir;
“b) Devrimci Marksistlere karşı eski Menşevik argümanları (Martov, Akselrod, Plehanov) genellikle bundan şüphe etmeden tekrar eder. Diğer yandan sağa karşı ana argümanlarını Marksistlerden, yani her şeyden önce Bolşevik-Leninistlerden ödünç alır, ancak bunu eleştirinin keskin tarafını körelterek ve pratik sonuçlarından kaçınarak ve böylece onların eleştirisinin içini boşaltıp anlamsızlaştırarak yapar…
“d. Kendi konumundan ve yöntemlerinden her zaman şüpheli olan bir merkezci şu devrimci ilkeye nefretle bakar: olanı dile getirmek. İlkeli bir politikanın yerine kişisel manevracılığı ve küçük örgütsel diplomasiyi geçirmeye eğilimlidir.
“e. Merkezci her zaman sağcı gruplaşmalara manevi bir bağımlılık içindedir ve daha ılımlı olanların huzurunda yaltaklanmaya, onların oportünist kusurları hakkında sessiz kalmaya ve işçilerin karşısında onların yaptıklarının üzerini örtmeye eğilimlidir.
“f. Merkezci kendi aylaklığının üzerini ‘sekterlik’ tehlikesinden söz ederek kapatmaya çalışır; ancak onun sekterlikten anladığı soyut propaganda (Bordigist tarzı) pasifistliği değil, ilkelerin saflığı, pozisyon berraklığı, siyasi tutarlılık ve örgütsel bütünlük için gösterilen aktif titizliktir.
“g. Merkezcinin, oportünist ile Marksist arasında işgal ettiği yer, belirli bir ölçüde küçük burjuvazinin kapitalistle proletarya arasında işgal ettiği konuma benzer; ilkinin karşısında el pençe divan durur ve ikincisini hor görür.
“h. Merkezci uluslararası arenada kendisini körlüğüyle olmasa bile miyopluğuyla belli eder. Bu çağda ulusal bir devrimci partinin ancak uluslararası bir partinin parçası olarak inşa edilebileceğini anlayamaz. Merkezci, uluslararası müttefiklerini seçme konusunda kendi ülkesinde olduğundan bile daha dikkatsiz davranır…
“k. Bir merkezci ideolojik boşluğunun üzerini örtmek için acınası ahlakçılığa başvurur; devrimci ahlakın ancak devrimci öğreti ve devrimci politika temelinde oluşturulabileceğini anlamaz.”5
Dipnotlar:
1 Halil Çelik, Uluslararası İşçiler Birliği (Birinci Enternasyonal), Prinkipo Yayıncılık, İstanbul, Ağustos 2008, s. 204-205.
2 Age., s. 57.
3 Lev Troçki, “Merkezcilik Üzerine İki Makale” (“Merkezcilik ve IV. Enternasyonal” olarak da biliniyor), 22 Şubat 1934. Bu makale ilk kez Ağustos 1934’te Class Struggle adlı dergide yayımlandı (Cilt 4, Sayı 8).
5 Lev Troçki, age.