29-31 Temmuz 1936 tarihleri arasında toplanan Dördüncü Enternasyonal İçin Birinci Uluslararası Konferans’ta kabul edilen bu belge, ilk kez Kanada İşçi Partisi tarafından, “Dördüncü Enternasyonal İçin İlk Uluslararası Konferans Tezleri, Kararları ve Çağrıları” adı altında bir bültende yayınlandı.
- 1914-1918 emperyalist dünya savaşı, kapitalist üretim tarzının üretici güçlerin gelişimini engellediğinin ve proleter devrimin zaferi için gerekli koşulların olgunlaştığının en açık göstergesiydi. Bununla birlikte, uzun kapitalist genişleme dönemi boyunca bürokrasisi kendini burjuva topluma uyarlamış olan İkinci Enternasyonal, savaşın patlayacağının kesinleştiği bir anda proletaryanın çıkarlarına ihanet etti ve anavatanın savunulmasından; yani -özel mülkiyet sistemiyle birlikte- üretici güçlerin gelişimini engelleyen burjuva ulusal devlet sınırlarının savunulmasından yana tavır aldı.
- Yalnızca çok az sayıda devrimci Marksist, İkinci Enternasyonal’in bu utanç verici ihanetinden ve sefil çöküşünden üçüncü bir enternasyonalin kurulması gerektiği sonucunu çıkardı. Gerçekten de birçok ülkede Sosyal Demokrasinin şovenist konumlanışına karşı bir muhalefet oluştu; ancak bu muhalefet başlangıçta asıl olarak pasifist-merkezci bir karaktere sahipti. Azınlıkta olan Üçüncü Enternasyonal savunucuları, emperyalist katliama karşı düzenlenen Zimmerwald (1915) ve Kienthal (1916)[1] uluslararası konferanslarında, tüm merkezciler ve sosyal emperyalistler tarafından fanatik, hayalci ve sekter olarak adlandırıldılar.
- Rus Devriminin Ekim 1917’deki zaferi, ”anavatanın savunulması“ ilkesine karşı devrimci Marksistlerin, özellikle de Rus Bolşevik önderliğin savunduğu ”içerideki düşmana karşı mücadele“ ve ”emperyalist savaşı iç savaşa çevirme“ devrimci ilkesinin zaferiydi. Bolşevikler -kendi saflarındaki benzer eğilimlerin üstesinden geldikten sonra- Zimmerwald’ın kararsız merkezci önderliğiyle ilişkilerini keserek Üçüncü Enternasyonal’in bayrağını yükselttiler.
- Üçüncü Enternasyonal’in 1919 Martı’ndaki kuruluş kongresinde, az sayıda ve görece güçsüz parti ve grupların temsilcileri muzaffer Bolşevik Parti’yle yanyana geldi. Bu toplantıda bulunma onurunu haketmiş olan Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg, Alman sosyal demokratı Noske’nin[2] askerleri tarafından öldürülmüştü.
Birinci Kongre, İkinci Enternasyonal’i savaş öncesi biçimiyle yeniden oluşturma çabalarına karşı (Sosyal Demokrat ve bağımsız partilerin 1919 Şubatı’ndaki Bern Konferansı) net bir tavır aldı ve öncüyü homojen bir devrimci enternasyonalde toplamaktan yana oldu. Kongre bildirgeleri, Başkan Wilson’ın sahtekâr pasifizmini ve -İkinci Enternasyonal tarafından desteklenen- kapitalist Milletler Cemiyeti yanılsamasını acımasızca teşhir etti. Bu kongrenin elde ettiği en önemli sonuç, sınıf egemenliğinin aracı olarak devlete ilişkin Marksist öğretinin yeniden kurulması ve parlamenter demokrasinin burjuvazinin proletarya üzerindeki diktatörlüğü olarak teşhiriydi. Lenin’in kongre tarafından benimsenen ”Demokrasi ve Diktatörlük“ üzerine tezleri, ”saf“ biçimsel demokratik (“özgürlük“, ”eşitlik“ vb.) ilkelerin ve soyut sloganların karşı devrimci, burjuva karakterini açıklar. Bu tezler, Rus Devrimi örneğiyle, burjuva devlet aygıtını ilga ederek sovyetler temelinde (işçi konseyleri) proletarya diktatörlüğünü kurmanın gerekliliğini gösterdi.
- [Kongre’de] 1919 Macar devriminin deneyiminden de yararlanıldı. Orada iktidar, burjuvazinin içinde bulunduğu tam bir bozgundan ve şaşkınlıktan dolayı Komünistler ile Sol Sosyal Demokratların eline düşmüştü. Ancak Macar devrimi, başlangıcından itibaren gerçek bir önderlikten yoksundu. Sosyal Demokrat Parti içinde eritilmiş olan Komünist Parti’nin gerçek bir Komünist Parti olmadığı görüldü. Macar devrimi, yalnızca uluslararası koşulların uygun olmayışından değil; Bela Kun’un[3] ve Komünist önderliğinin (parti örgütlenmesi sorunu dışında, köylü sorunuyla da ilgili olarak) tam bir yeteneksizlik sergilemesinden dolayı başarısız oldu. Kısa süre önce oluşmuş olan Komünist Enternasyonal, Macar devrimine farklı bir yön vermeye yeterli örgütsel güce sahip değildi.
- Savaşın yıkıcı sonuçları, kitleler içinde proleter bilincin uyanmasına yolaçtı. Onlar, giderek artan biçimde sosyal demokrat partilerin sergiledikleri ihaneti açıkça görmeye başladılar. Saflarından gelen basıncın etkisiyle bazı eski reformist ve sosyal pasifist önderler (Alman Bağımsız Sosyal Demokrat Partisi, İtalyan Sosyalist Partisi, Fransız Sosyalist Partisi, İngiliz Bağımsız İşçi Partisi -ILP- vb.) [4], kendi merkezci pozisyonlarını değiştirmeden Komintern’e üye olmanın yolunu aramaya başladılar. Komünist Enternasyonal’e üyelik için gerekli koşulları içeren 21 maddeyi onaylayan İkinci Kongre’de, bu oportünist eğilimlerin Komintern saflarına sızması tehlikesine yanıt verildi. Bu koşullar [21 Şart], belirsizliğe, kararsız davranışlara ve merkezcilerin verimsiz sosyal-pasifizmine karşı amansız bir savaş ilan etti; tüm pasifist düşüncelere ve yanılsamalarla (silahsızlanma, Milletler Cemiyeti, uluslararası hakemlik vb.) ilişkilerin koparılmasını gerektirdi. İkinci Enternasyonal’in “ulusal olarak bağımsız partiler arasında gevşek ilişkiler sürdürme“ (ve doğrudan birbirine karşı davranma) egemen ilkesine, ortak bir teori ve pratik temelinde dünya partisini inşa etme ilkesiyle ve demokratik merkeziyetçilik temelinde ortak bir uluslararası önderlik oluşturma hedefiyle yanıt verildi.
- Komintern’e katılımları İkinci Kongre tarafından engellenen merkezci ve -İkinci Enternasyonal’le- uzlaşmadan yana politikacılar (Austro-Marksistler, Alman “Bağımsızları“, Fransız Longuetistleri[5], ILP vb.), -1921 başlarında- açık toplumsal ihanet ile devrim arasında bir ortayol olarak İkibuçukuncu Enternasyonal’i kurmaya çalıştılar. İkibuçukuncu Enternasyonal, -Karl Liebknecht’in deyimiyle- “su ile ateşin birliği“ni; devrimcilerin ve toplumsal hainlerin tek bir enternasyonaldeki birliğini yeniden ilan etti. Fakat tarih, bu tür gevşek çözümlere şans tanımadı ve İkibuçukuncu Enternasyonal, İkinci ve Üçüncü Enternasyonaller arasındaki mücadelede ezildi. Onun devrimci unsurları Üçüncü Enternasyonal’e yönelirken; bürokratik tepesi 1923 yılında (Hamburg Kongresi) yeniden İkinci Enternasyonal’le birleşti.
Aşırı solculuk virüsü
- Kitlelere önderlik etmeyip onlar tarafından yönlendirilmek isteyen oportünist merkezcilik, kendi tamamlayıcısını; kitleleri onların örgütleriyle, mücadeleleriyle ve deneyimleriyle sıkı ilişki içinde kazanma yerine, onlara dışarıdan ültimatomlar yağdıran aşırı radikalizmde buldu. Bu aşırı solcular, parlamento seçimlerine katılmaya karşı olduklarını; kitlesel sendikaları terkederek kendi “saf“ devrimci sendikalarını oluşturmaktan ve öncünün yalıtılmış eylemlerinden yana olduklarını ilan ettiler. Bu eğilimler Almanya’da, 1920’de Komünist İşçi Partisi’nin (KAP) [6] kuruluşuna yolaçtı. Resmi Alman Komünist Partisi bile kendisini bu maceracı eğilimlerden kurtarabilmiş değildi. Bu, herşeyden önce, partinin, iktidardaki sosyal demokratların provokatif meydan okumasına karşı kendisini savunma taktikleriyle sınırlamak yerine, yalıtılmış öncüyü silahlı saldırıya yönlendirip gemiyi karaya oturttuğu 1921 Mart olaylarında görüldü. [7]
Ama en büyük tehlike, Mart taktiğini ilkeselliğe dönüştüren bütün bir teorisyenler okulunun (Thalheimer, Froelich, Maslow, Koenen vb.) [8] parti içinde sağlam bir konuma sahip olmasıydı. Üçüncü Kongre, savaş sonrası birinci büyük dalganın (1917-20) geri çekildiğini ve gelecekteki mücadelelere tam olarak hazırlanmak için gerekli soluklanma zamanının geldiğini kavrayarak aşırı sol maceracılığı mahkum etti ve “kitlelere!“ sloganını yükseltti. Komünist partilerin taktik ve stratejilerinin çerçevesi, bugün bile örnek olmayı sürdüren kararlarda çizildi. Kongre, fazla mekanik ve fazla “Rus“ (Lenin, Dördüncü Kongre) olmak yerine; özellikle yasal ve yasadışı faaliyet arasındaki bağlantı, bir faaliyet yönteminden diğerine hızla yönelmek, basının örgütlenmesi, fabrika hücrelerinin oluşturulması vb. konularda küçük ama değerli fikirler veren, “Komünist Partilerin Örgütsel Gelişimi İçin Yol Gösterici İlkeler, Faaliyetlerinin İçeriği ve Yöntemleri“ni onayladı.
- Dördüncü Kongre (1922), Üçüncü Kongre’nin kararlarını bir kez daha onayladı ve onları daha doğrudan ve somut olarak irdeledi. Sovyetler Birliği’nde, “Savaş Komünizmi“nin[9] ardından, koşulların acımasız dayatmasıyla, gerekli taktik geri çekilme olarak iktidarı elde ettikten sonra bile uygulanmak zorunda kalınan NEP, yalnızca geri kalmış Rusya’da değil, ileri ülkelerde de geçerli olabilecek pek çok önemli deneyim sağladı.
Dördüncü Dünya Kongresi, çok sayıda örgütsel kazanımın değerlendirmesine fırsat sundu. Üç yıl içinde bütün kıtalarda ve neredeyse tüm ülkelerde şubeler oluşturulmuş; ayrıca Kızıl Sendikalar Enternasyonali ve Genç Komünistler Enternasyonali inşa edilmişti. O dönemde komünist partiler, çok sayıda ülkede görkemli devrimci kitle eylemlerine önderlik ediyorlardı.
İtalyan proletaryasının 1922’deki yenilgisi, Leninist Komintern’in stratejik ve taktik yöntemlerinin değil; bu felaketi önleme gücüne sahip olmamasına rağmen, İkinci Kongre’den beri sürekli ve zorlu bir mücadele veren Komintern’e karşı çıkan İtalyan Maximalizminin (Serrati) [10] yenilgisidir.
- Komintern’in o yıllardaki en büyük başarılarından biri, İkinci Enternasyonal’in yerine getirmediği ve Dünya Savaşı’ndaki tavrıyla tümüyle ihanet ettiği bir görevi yerine getirmesi; sömürge ve yarı sömürgelerdeki ulusal özgürlük hareketlerine büyük önem vererek, köleleştirilmiş ulusların emperyalist baskıya karşı mücadelesini desteklemesidir.
İkinci Kongre’de, Lenin’in “Ulusal Sorun ve Sömürgeler Sorunu Üzerine Yol Gösterici İlkeler“i, doğrudan doğruya, gerçekte hiçbir biçimde komünist olmayan devrimci özgürlük hareketlerine komünist damgası vurma çabalarına karşı formüle edilmişti. Bu tezlerden hareketle, ulusal devrimci hareketlerle geçici işbirliği gereği kabul edilirken, Komünistlerin görevinin sözkonusu milliyetçi partilerle birleşmek değil; proleter hareketin bağımsız karakterini her şart altında kayıtsız koşulsuz savunmak olduğuna dikkat çekildi.
1923 dönüşü
- 1923 yılı, Komintern tarihinde kesin bir dönüm noktası oluşturur. Sovyetler Birliği’nde NEP’in ürünü olarak yeni bir sömürücü tabakasının gelişmesinden; devrim ve iç savaş yıllarının korkunç çaba ve ateşinin ardından işçi sınıfının bitkinliğinden yararlanan ve bu süre içinde oldukça güçlenen parti ve devlet bürokrasisi kendisini sınıflarüstü hakem gibi, bağımsız bir toplumsal güç olarak sürekli geliştirme fırsatı buldu. Bununla birlikte bürokrasinin siyasi iktidarı elde etmesi, yalnızca proleter öncüsüne, parti ve sovyetler içindeki proleter demokrasiye karşı mücadele vererek mümkün olabilirdi. Stalinizm ile Troçkizm arasında 1923 yılında başlayan mücadelenin özü budur. Bürokrasinin yükselişi, son yazılarında (özellikle “Az Olsun Öz Olsun“da ve “Vasiyet“ olarak adlandırılan mektubunda) [11] bu durumu açıkça tespit eden ve bürokratikleşme tehlikesine ve onun başlıca temsilcisi Stalin’e karşı mücadele çağrısı yapan Lenin’in siyasi faaliyetten uzaklaşmasına yol açan ölümcül hastalığıyla çakıştı.
- Almanya’da, 1923 yılında bir kez daha devrimci bir kriz patladı. Hiçbir sorunun üstesinden gelmemiş olan Birinci Emperyalist Savaş’ın sonuçları; yalnızca belli belirsiz kıpırdamalarla kesintiye uğrayan sürekli ekonomik kriz, Ruhr bölgesinin Fransız ordusu tarafından işgali, Alman burjuvazisinin bu işgale karşı örgütlenmesi ve “pasif direniş“in çökmesi, sürekli artan enflasyon… bütün bunlar, sınıf çelişkilerinin son derece keskinleşmesine yolaçtı. Muazzam kitlesel grevler gerçekleşti. Sendika temsilcileri hareketi, devrimci kitleler için birleşme noktası haline geldi. İşçiler Hundertschaftenlarda[12] örgütlenip silahlanmaya başladılar. Komünistler, çok sayıda büyük sendikada çoğunluğu elde ettiler. Sosyal demokrasi şaşkınlık içinde, burjuvazi ise bölünmüş durumdaydı. En üst düzeyde kararlılığı ve pratik inisiyatifiyle kitle hareketi, kendisini zafere götürecek devrimci önderliği talep eden kritik noktaya ulaştı. Ancak Komünist Parti önderliği (Brandler, Thalheimer, Walcher, Froelich vb.), bu tarihsel görevi yerine getirme kapasitesine sahip olmadığını gösterdi. Bu yolla, o, ortada varolan şeyin, komünist vernikle kaplanmış sosyal demokrat bir önderlik olduğunu kanıtladı. Bu önderlik, birleşik cephe düşüncesinin “ileriye daha iyi sıçramak için bir adım geri çekilme“ anlamına geldiğini oysa bazı durumlarda kitleleri kazanmanın yolunun yalnızca doğrudan iktidar mücadelesinden geçtiğini kavrama yeteneğinden yoksun biçimde, sosyal demokrasiyle birleşik cephede ısrar etti. Bürokratik yozlaşmanın sinyallerini vermeye başlamış olan Komintern önderliği de KPD’yi doğru yola yönlendirmede yetersiz olduğunu kanıtladı. Alman burjuvazisi sonunda kendi güçlerini toparladığında, olağanüstü durum ilan etti ve saldırmaya başladı. KPD ise hiç mücadele etmeden teslim oldu. Sonuç, Alman -ve onunla birlikte Avrupa- proletaryasının ağır yenilgisi oldu; bu yolla, Avrupa kapitalizmine kendisini yeniden sağlamlaştırma fırsatı verildi.
1923 yenilgisinin sonuçları
13.1923 yenilgisi, KPD içinde ciddi bir krize yolaçtı. Yeni bir “sol“ önderlik (R. Fischer-Maslow) [13] seçildi. Bu önderlik, Ekim yenilgisinin belirleyici karakterinin ayırdında değildi. O, geri çekilme emri vermek yerine, maceracılığın uzun yolunda yürümeyi sürdürdü ve bu yolla yenilginin alanını genişletti.
Komintern’in Bulgaristan’daki şubesi de (Kolarov-Dimitrov önderliği altında) 1923 yılındaki son derece uygun devrimci durumu kaçırdıktan sonra, bu açığı Eylül 1923’teki darbeci maceralarla kapatmaya çalıştı ve Bulgar proletaryasının ağır yenilgisine neden oldu.
Alman yenilgisinin ardından Komintern, maceracılık politikası benimsedi ve bunu bütün Enternasyonal’e yaydı; bir sonraki sonuç, Estonya yenilgisi oldu (Reval ayaklanması, Aralık 1924) [14].
14.Alman yenilgisinin etkisi, uluslararası proletaryanın ve onun öncüsünün durumunu zayıflatacak; benzer biçimde, Sovyet bürokrasisinin bağımsız bir güç haline gelme eğilimini güçlendirecek denli yaygın oldu. Bu durum, özellikle Beşinci Dünya Kongresi’nde (1924), Komintern’in Rus bürokrasisinin boyunduruğuna girmesinde ifadesini buldu. Bizzat Kominternbürokratikleşti ve bütünüyle Moskova’daki bürokratik merkeze bağımlı hale geldi.
15.Marksizm-Leninizmin teori ve pratiğine tümüyle karşıt olarak bürokrasinin şefi Stalin tarafından 1924 sonbaharında geliştirilen “tek ülkede sosyalizm“ teorisi, son dönemde oluşmuş toplumsal tabakaların (bürokrasi, kulaklar -zengin köylüler-, uzmanlar vb.) ulusallıkla sınırlı çıkarlarının ideolojik ifadesidir. [Bu teoriyle birlikte] Sosyalizmin taşıyıcısının uluslararası proletarya değil ama bürokrasi olduğu ilan edildi. Dünya devriminin bir aracı olarak oluşturulan Komintern, artık Sovyet bürokrasisinin ulusal çıkarları için kullanılan bir alet haline gelmişti. Bu temel çelişki, o başlangıç noktasından çıkarak -bir yanda reformist bürokrasiye ve burjuva demokrasisine ilkesiz uyarlanmalara öte yanda darbeci maceracılığa varan zigzaglarla merkezci hale gelen Komintern’in gelecekteki politikasına da damgasını vuracak; bütün bu özellikler, onun politikasında birleşecekti. Bu tür merkezciliğin toplumsal temeli -uluslararası hareketin sabit noktası olan- Sovyet bürokrasisidir.
Bürokratik merkezcilik
- Kitleleri kullanmak için Komintern’in benimsediği iki yöntemin (bir yanda varolan koşullara, burjuva demokratik ve küçük burjuva reformist partilerle ilkesiz uyarlanma öte yanda ise umulmadık biçimde ve hazırlıksız olarak kitlelerin devrimci içgüdülerine seslenme) kökleri, Sovyet bürokrasisinin toplumsal konumunda yatmaktadır (Komintern bürokrasisi, onun uysal eklentisi haline geliyor). Toplumsal karakterinden dolayı Sovyet bürokrasisi, kendisini Sovyet toplumunun ayrıcalıklı ve sömürücü kesimlerine (kulaklar, aydın tabaka, işçi aristokrasisi) uyarlama eğilimindedir. Yine de bu gelişme kritik bir noktaya vardığında; anılan tabaka, bürokrasinin siyasi ayrıcalıklarını tehdit edecek denli güçlü bir topluluk oluşturduğunda, bürokrasi, kitlelere yönelerek kendisini koruyacaktır. Gerçekte o, yalnızca, devletin bütün gücünü (özellikle GPU’yu) kullanarak proleter kitleleri (daha doğrusu, bu kitlenin görece küçük bir kesimini) harekete geçirebilir. Uluslararası alanda, küçük burjuva demokrasisi, Sovyet ve Komintern bürokrasisine çekici gelmektedir. Ancak Sovyet bürokrasisi, ulusal nedenlerle ya da gelişmelerin mantığıyla kendisini küçük burjuva demokrasisinin karşısında bulduğunda, birden bire kitleleri devrimci eyleme yöneltmeye çalışıyor. Bir devlet erkinden yoksun olan Komintern, onun talimatlarını istenildiği gibi yerine getirmekte zorlanmakta ve kitleler pasifliklerini sürdürmektedir.
Bu, bir yandan Stalinist politikanın -gerici İngiliz FabianlarındanWebbs ve şürekasındanRomainRollands’a[15] oradan SAP-ILP’nin “Londra Bürosu“na kadar her türden cahili fazlasıyla etkileyen- SSCB’deki sahte başarılarını öte yandan da Komintern’in yıkıcı başarısızlıklarını açıklamaktadır.
17.1924-25 maceracı yönelişi, kendi oportünist tamamlayıcısını proleter öncünün çıkarlarına tümüyle aykırı bürokratik tertiplerde buldu. Köylüler Enternasyonali’nin (Krestintern) oluşturulması[16]; Radich’in Hırvat Köylüler Partisi[17] ve ABD’de LaFollette (Birleşik Köylü-İşçi Partisi) ile flört, Stalinist bürokrasinin, kulak eğilimleri uluslararası düzeyde proleter öncüye karşı denge unsuru olarak kullanma çabasının örnekleriydi. Çin Kuomintang’ıyla, sınıf farklılıklarını dikkate almadan kurulan birlik ve İngiliz sendika bürokratlarına bağlanan umutlar… 1924-25 maceracılığının bütün bu dayanakları, 1925-27’deki açık oportünist sürecin başlıca unsurları haline geldiler.
18.1925-27 sürecinde, Çin devriminin devasa yükselişine tanık olundu. Başlangıçtaki gelişmeler, Çin burjuvazisinin partisi Kuomintang’a devrimin önderliğini alma fırsatı sunmuştu. Komintern, Kuomintang’a ve onun askeri önderliğine (ChiangKai-shek) tam destek verdiğini ilan etti. Komünist Parti, bağımsız bir politika izlemekten vazgeçmeye ve Kuomintang’a katılarak tümüyle ona tabi olmaya zorlandı. Böylece, İkinci Dünya Kongresi’nin tüm kararları bir yana bırakılmış oldu. Bu tümüyle Menşevik politika, 1905 Devrimi günlerinden kalan ”proletarya ve köylülüğün demokratik diktatörlüğü“ sloganıyla gerekçelendirildi. Lenin’e göre bu formül aristokratlara ve liberal burjuvalara karşı proletarya ile köylülüğün birlikte mücadelesi düşüncesinin ifadesiydi. Bu ifade, somut devrimci durumda, yerini ”ezilenlerin ezenlere karşı diktatörlüğü“ biçimindeki somut tanımlamaya bırakmıştı. 1917 baharında Bolşevik Parti içindeki oportünist eğilim bu eski Bolşevik formülün ardına gizlenmeye çalıştığında, Lenin, ”Taktik Üzerine Mektuplar“ da (Nisan 1917), onu gelişmelerle birlikte artık modası geçmiş bir formülasyon olarak ıskartaya çıkarmıştı. Bununla birlikte, Lenin’in liberal burjuvaziyi hedefleyen bu sloganı, Stalinistlerin elinde, proletaryayı liberal burjuvaziye tümüyle tabi kılmaya hizmet etti.
Askeri bürokrasinin önünde yerlere kapanan ve proletaryanın devrimci iktidarına güvenmeyen Stalin bürokrasisinin oportünist politikasına rağmen, Çinli proleter kitleler ve yoksul köylüler, kendi ülkelerinde bir ”Ekim Devrimi“ gerçekleştirmek; toprağı paylaşmak, mülk sahiplerini mülksüzleştirmek, burjuva askeri devlet aygıtını parçalayarak yerine Sovyetleri geçirmek amacıyla komünizme yöneldiler.
Mali sermayeye, toprak ağalarına ve kır burjuvazisine bağlı olan Kuomintang burjuvazisi, bir toprak devrimine bütün gücüyle karşıydı. Stalinizm eliyle Kuomintang’a bağlanan Çin komünistleri, böylece, tarım devriminin başını çekmede kendi kendilerini engellemiş oldular. Köylüler, devrimci bir önderlik olmaksızın kendi yollarında yürüdüler ve Çin devrimi en güçlü kaldıracından mahrum kaldı.
Çin burjuvazisi, Stalinizmin ılımlı politikasına rağmen, yükselen komünizm dalgasının yarattığı potansiyel tehditin üstesinden gelmekten geri durmadı. Kuomintang’ın askeri önderliği, karşı devrimci bir darbe yaptı ve ChiangKai-shek, Moskova’da devrim kahramanı olarak selamlandığı sırada, tüm gücü ve silahları Stalinist politikayla zaten elinden alınmış olan binlerce Çin komünistinin öldürülmesini emretti. ChiangKai-shek’in bu ”ihanet“inin (Çin burjuvazisinin sınıf çıkarlarına değil; Stalinist bürokrasinin hayallerine ihanet) ardından Stalinist bürokrasi, ”sol“ Kuomintang (WangChing-wei) ile işbirliğini destekledi ve onunla da ChiangKai-shek benzeri acı deneyimler yaşadı. Bürokrasi, yalnızca, yenilgi artık kesinleştiğinde, ezici çoğunluğu zaten yere serilmiş olan proleter kitlelere başvurdu. Sonuç, Kanton ayaklanması oldu. Kanton ayaklanması –her ne kadar, darbeci karakterinden dolayı en baştan yalıtılmışlığa ve bu yüzden yenilgiye mahkum olsa da- Çin devriminin sınıf karakterini; geçmişten dersler çıkartarak, sovyetleri oluşturmanın ve proletarya diktatörlüğünü kurmanın gerekliliğini ve olabilirliğini yanılmaz biçimde göstererek, bütün bir Stalinist politikanın bedeli ağır caniyane karakterini açığa çıkarttı.
Oportünist politikalar
19.Stalinizm, bu dönem boyunca, diğer sömürgelerde ve Doğu Asya ülkelerinde (İngiltere Hindistan’ı, Hollanda Doğu Hint Adaları [bugünkü Filipinler ve çevresindeki adalar], Endonezya, Japonya, Kore vb.), Komünist partilere doğrudan karşıt biçimde, Kuomintang tipi ”Köylü-İşçi Partileri“nin inşasını savundu. Anılan ülkelerde bugüne kadar bağımsız komünist partilerin kurulamamış olmasının başlıca nedeni, -Çin Devrimi’nin yıkıcı yenilgisiyle birlikte- buralardaki proleter öncüsünü bütünüyle alt-üst eden ve onların moralini bozan bu politikadır.
20.Kuomintang ile işbirliğine paralel bir diğer işbirliği de ”yayılma savaşını önleme“ amacıyla ”İngiliz-Rus Komitesi“ adı altında, İngiliz sendika bürokrasisiyle gerçekleştirildi. Leninist birleşik cephe taktiği kitleleri komünizme kazanma amacı taşır; oysa burada, Stalinist bürokratlar, hiçbir biçimde İngiliz kitlelerle ilişki kurmaya yönelmediler. İngiliz-Rus Komitesi, kendisini bütünüyle bürokratik etkinliklerle (konferanslar, resmi ziyafetler vb. ile) sınırladı. Sonuç, gerici sendika bürokratlarının otoritesinin artması ve o sırada sendikalar içinde başarılı biçimde gelişen Azınlık Hareketi’nin 3. Enternasyonal’i terketmesi oldu.[18] İngiliz-Rus Komitesi’nin bu gerici karakteri, Moskova’nın saygınlığının ardına gizlenmiş sendika önderlerinin ihanetine uğrayan 1926 İngiliz Genel Grevi sırasında iyice açığa çıktı. Bu ilişkiler, sonuçta, Rus bürokratlar tarafından değil ama ondan bir süre oldukça yararlanan İngiliz bürokratları tarafından kopartıldı.
21.1927 yılında, bürokrasinin SSCB’ndeki proleter öncüye karşı mücadelesi, uyuşmazlığın en keskin noktasına ulaştı. Her noktada Sol Muhalefet’in (Troçkizm) eleştirisiyle desteklenen Stalinist politikanın yıkıcı sonuçlarından dolayı, bürokrasi, -kulaklarla ve diğer küçük burjuva kesimlerle doğrudan işbirliği içinde- Muhalefete karşı proleter demokrasinin bütün ilkelerini ayaklar altına alacak denli sertleşti. Partiden ihraçlar, görevden almalar, tutuklamalar ve sürgünler, sınırdışı etmeler, Muhalefet’in içine kışkırtıcı ajanlar sokma, sahte tanıklıklar ve idamlar, Stalin’in bonapartist diktatörlüğüne giden yolun önündeki tüm engelleri temizledi.
22.Bürokrasi, Muhalefet’e karşı mücadelesinde kulakları ve kent küçük burjuva tabakalarını kullandıktan sonra, bu tabakalar tarafından ezilme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. O, kendisini korumak için, artık kulaklara karşı yönelmek zorundaydı. Uluslararası alandaki açık oportünist sürecin devamı da -aynı şekilde- ortaklarının tavırlarından dolayı olanaksız hale gelmişti (İngiliz sendika bürokrasisinin ilişkileri koparması, ChiangKai-shek ve WangChing-wei’nin askeri darbesi). Alman ve Fransız sosyal demokratlarına gelince; onlarla olan çelişkiler, özellikle ulusal ve dış politikalar ile ilgili konularda ortaya çıktı. Sosyal demokrat sendikal ve ulusal demokratik (Kuomintang) bürokrasiye uyarlanmadan vazgeçerek bürokratik ultimatomculuğa ve maceracılığa yönelişin ardında yatan nedenler işte bunlardır.
Altıncı Dünya Kongresi
23.[Beşinci Kongre’den] dört yıl aradan sonra toplanan Altıncı Kongre (1928), belirsiz ve çelişkili bir karaktere sahipti. Bu Kongre, aşırı sağ çizgiden aşırı sol çizgiye dönüşüm sürecinde gerçekleşti ve 1925-27 yılları arasında benimsenip uygulanan oportünist çizgiden ayrılmak istemeyen sağ kanadın (Bukharin, Rykov, Brandler, Thalheimer, Walcher, Froelich, Kilbom, Lovestone, vb.) [19] tasfiyesine hazırlık işlevi gördü. Altıncı Kongre’de benimsenen program, baştan sona eklektik bir temelde oluşturuldu. Bu Kongre, tek ülkede sosyalizm teorisini kutsayarak Komintern’i iğdiş etti.
Programın, kapitalizmin dünya çapındaki durumunu ifade eden ve buradan hareketle dünya devriminin gerekliliği sonucuna varması gereken bir ön değerlendirmesi yoktu. Ancak o, tek tek her bir ülkede “sosyalizmi gerçekleştirme“ olasılığını ukalalık derecesinde gerici bir tavırla ele alıyor; bu yolla da Komintern’in ilerideki sosyal-yurtsever yozlaşmasına kapıyı ardına kadar açıyordu. Bu program, sömürge ve yarı sömürgeler için -İspanya, Portekiz, Polonya vb. ülkeler için bile sınırlamalar içererek- “işçilerle köylülerin demokratik diktatörlüğü“ sloganını yükseltti; bu sloganı, Çin devriminin yenilgisine yolaçan aynı Leninizm karşıtı içerikle (sınıfların dostluğu) doldurdu. Bu program, strateji ve taktik konularında basmakalıp ifadelerin ötesine geçmedi. Ekim Devrimi’nden ve proletaryanın Almanya, Macaristan, Çin vb. ülkelerdeki korkunç yenilgilerinden edinilen deneyimler; devrimci partinin ve onun önderliğinin önemi ve işlevi konusu çözümlenmedi.
24.Stalinist bürokrasi, daha sonraki dönemde, asıl olarak, kesinlikle kendi başına ve kendi tasarrufundaki diğer yöntemlerle; yani, hiçbir hazırlık olmaksızın kitlelere emirler yağdırarak, ültimatomlar çıkartarak faaliyet gösterdi.
1924-29 hızlı ekonomik büyüme döneminin hala sürdüğü göreli toplumsal barışın ortasında, birden bire, uluslararası alanda bir “devrimci kabarış“ tespit edildi (sözde “Üçüncü Dönem“). Sendikal örgütlerden ayrılma yollu ölümcül politika (bağımsız örgütler olarak Kızıl Sendikalar’ın propagandası) uygulamaya kondu. Yalnızca geçici ve teknik-pratik düzeyde de olsa, sosyal demokrasiyle her türlü birlik reddedildi. Sosyal faşizm teorisi ilan edildi (Stalin’in deyişiyle, “sosyal demokrasi ile faşizm birbirinin karşıtı değil; ikiz kardeşidirler“) ve parlamenter demokrasiyle faşizm arasındaki tüm farklılıklar yadsındı. İlk savaş sonrası yıllarda ortaya çıkan “aşırı sol hovardalık“, -Lenin’in açıkladığı gibi- her durumda samimi devrimci isteklerden kaynaklanıyordu ama Stalinist bürokrasi, proleter kitlelerin çıkarlarına kalıcı biçimde ihanet etti.
25.1929-30’da Amerika’da başlayan şiddetli ekonomik kriz, varolan rejimleri; ilk ve asıl olarak da -Lenin’in 1917 yılındaki Rus kapitalizmi için yaptığı “kapitalist zincirin en zayıf halkası“ tanımlamasına denk düşen- Almanya’daki rejimi temelden sarstı. Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin -“kötünün iyisi“ sloganı altında- çökmekte olan kapitalizme uyarlanması ve Alman Komünist Partisi’nin bürokratik yozlaşması, bu kriz sürecinde işçi sınıfı hareketinin güçlenmesini engelledi. Küçük burjuvazi, egemen burjuvaziye değil ama proletaryaya karşı bir iç savaşı öneren ve bütün demokratik özgürlükleri baskı altına alarak kapitalist sömürüyü sürdürmeyi ve yoğunlaştırmayı amaçlayan faşizme yöneldi.
Eğer Alman Komünist Partisi bir bütün olarak proletaryayı ona karşı nasıl harekete geçireceğini kavramış olsaydı, bu proleter düşmanı tehlikenin yükselişi bile devrim için bir kaldıraç işlevi görebilirdi. Ancak Stalinist bürokrasi bu tehlikeyi görmedi; dahası, ona karşı savaşabilecek durumda da değildi. Sosyal Demokrasi’nin, tam anlamıyla çılgınca “sosyal faşizm“ olarak değerlendirilmesi, gerçek faşizm ile barışmaya yol açtı (ulusal ve toplumsal özgürlük programı; 1931 yılında, Prusya’daki Sosyal Demokrat hükümete karşı faşist referandumun desteklenmesi vb.). Milliyetçi ajitasyona uyarlanma programı ve faşist rakibe karşı askeri mücadeleden kaçınma biçiminde açığa vuran bürokratik korkaklık, tekdüze ve günübirlik değerlendirmelerle düzenlenen Sovyet dış politikası eliyle desteklendi. Bu politika, Alman-Fransız uzlaşmazlığını sürekli kılmayı; bu yolla da batıdan gelecek bir müdahaleyi devre dışı bırakmayı görev edinmişti. Emperyalist güçler arasındaki farklılıklardan kendi amaçlarına uygun olarak yararlanma biçimindeki Sovyet dış politikası, elbette özünde haklıydı. Ama proleter devrimin çıkarlarının dış politikanın günübirlik hedeflerine kurban edilmesi daha önce eşi görülmemiş bir suçtur.
Alman Komünist Partisi’nin bu caniyane ve kör politikası ki bunun sorumluluğu bir bütün olarak Komintern’indir, Alman proletaryasının hiçbir mücadele vermeden utanç verici biçimde yenilmesine yol açtı. Alman Komünist Partisi’nin -1935 yılı Ocak ayındaki SaarPlebisiti’nin üzücü sonucuyla bir kez daha açığa çıkan- çöküşü, Komintern’in dünya devriminin öznel faktörü olmaktan çıkıp onun önünde objektif bir engel haline geldiğinin son kanıtını oluşturdu. Dördüncü Enternasyonal’in inşası, bu olgudan hareketle kesinlikle gerekli hale gelmişti.
İlkesiz birlikler
26.Bu bürokratik ültimatomculuk politikası, Stalinistler tarafından iflas etmiş burjuva politikacılarla, pasifistlerle ve yazarlarla (Lord Marley, Barbusse, RomainRolland, Heinrich Mann vb.) [20] oluşturulan “Barış Kongreleri“, Emperyalizme Karşı Birlik, Sovyetler Birliği’nin Dostları vb. ilkesiz birliklerle tamamlandı. Proleter kitleleri kazanmayı hedefleyen Leninist birleşik cephe taktiğine tümüyle karşıt olan bu politika, “yüksek düzeydeki insanlara“ duyulan bürokratik hayranlığın ve kitlelerin devrimci güçlerinin bürokratça aşağılanmasının ifadesidir.
27.Komintern‘in politikasında 1934’te yaşanan bu yeni dönüş, Sovyetler Birliği’ndeki iç siyasi durumun yanı sıra Almanya’da faşizmin zaferiyle değişen dışarıdaki siyasi durum tarafından dayatılmıştı. Sosyal demokrasiye ilişkin Leninist birleşik cephe taktiği bugüne kadar neredeyse “karşı devrimci“ olarak değerlendiriliyordu. Oysa şimdi, yalnızca sosyal demokrasi ile değil, onun efendisi olan liberal burjuvazi ile de her fırsatta ve heryerde işbirliği yapıldığı görülüyor. Burjuva demokrasisine bu haince teslimiyetin gösterişli adı ”Halk Cephesi“dir.
28.Stalin’in Fransız Başbakanı Laval’a yönelik ”Fransa’nın ulusal savunma politikasını tümüyle anladığı ve onayladığı“ yollu açıklaması (Mayıs 1935), Komintern’in emperyalizmin kampına katılmasının belirtisidir. Bu arada Milletler Cemiyeti’ne katılan Sovyet diplomasisi, ”kollektif güvenliği” (yani emperyalist haydutların hiçbir engel olmadan soygunlarını sürdürme güvenliğini), uluslararası hakemliği vb. savunuyor. Bu yolla Komintern, hem de sahte “ortak güvenlik” ifadesinin tüm sığlığı ve boşluğu İtalya’nın Habeşistan’a kanlı saldırısıyla açığa çıktığı sırada, kendisini, emperyalizmin kitleleri aldatmada ve onları kitlesel bir kıyıma hazırlamada kullandığı en eski ve en yıpranmış yanılsamaların dayanağı haline getirmektedir.
29.Son olarak 1935 sonbaharında toplanan Yedinci Dünya Kongresi, Komintern geleneğinin son kalıntılarıyla da ilişkilerin kesildiğini ifade etti. Tamamen toplumsal ihanet ve sosyal şovenizm anlamına gelen ”Halk Cephesi“nin ve ”Ulusal Savunma“nın, dünya işçi sınıfına, bürokrat kuklaların iki yüzlü ve gösterişli bir oyunu olan bu Kongre’de sunulması gerekiyordu.
30.Bütün ülkelerdeki Stalinistler, ”Anavatan“ın savunusu karşılığında tek bir bedel talep ettiler: sözkonusu ülkenin dış politikasının doğrudan Sovyetler Birliği’ni hedeflememesi. Fransız-Sovyet askeri anlaşması, bütün sınıfların, siyasi ve dini kesimlerin ulusal kardeşliğini vaaz eden Fransız Stalinistlerinin en kötü sosyal şovenistler haline gelmesine yetti. İngiliz Stalinistlerinin, Fransız-Sovyet anlaşmasını İngiliz burjuvazisine onaylatmaktan başka herhangi bir amacı kalmadı. Komintern’in Amerikan şubesi, ABD’nin ”Sovyetler Birliği’nin savunusu için“ Japonya’ya karşı savaş açmasını daha şimdiden onaylamış durumda. Amerikan Stalinistleri, ABD’nin Japonya’ya karşı savaşı (proleter partinin bir kesimi için uygun bir politika) proleter dünya devrimine büyük fırsatlar sunabilecek de olsa, daha şimdiden devrimci sınıf mücadelesinden vazgeçilmesini; dünyanın en güçlü ve en tehlikeli emperyalist burjuvazisi olan Amerikan burjuvazisinin desteklenmesini öneriyorlar. Çin’deki Stalinistler, Çin proletaryasını ve yoksul köylülerini bir kez daha karşı devrimci ChiangKai-shek’e teslim etmeye hazırlar. Bunun tek koşulu ise ChiangKai-shek’in, süngülerini Japon emperyalizmine karşı doğrultmaya hazır olduğunu açıklaması.
”Ulusal bağımsızlığı“savunduklarını daha şimdiden ilan etmiş olan Avrupa’nın küçük ülkelerindeki Stalinistler, bu ülkelerin emperyalist zincirin halkaları olduğunu ve savaşı emperyalist amaçlarla sürdürdüklerini tümüyle unuttular. Stalinistlerin kalbinde bir ulus olarak özel yer tutan Çekoslovakya’ya gelince, hiçbir biçimde ulusal devlet olmayan Çekoslovakya, Fransız emperyalizmi tarafından bir araya getirilmiş uluslar topluluğudur. Polonya, Romanya, Belçika vb. ise ulusal azınlıkları ezen konumundalar. Hollanda, Belçika, Portekiz ve diğerleri, büyük emperyalist güçlerden hiç de geri kalmayan bir barbarlıkla sırtından geçindikleri sömürgelere sahipler. Avusturyalı Stalinistler, Avusturya burjuvazisi’nin (ve Fransız-İngiliz sermayesinin) samimi yurtsever propaganda yapabilmeleri için kendilerine çeşitli düzeylerde yasallık tanıması durumunda, ”Avusturya’nın bağımsızlığını“ savunmaya hazır olduklarını (bağımsız biçimde varolamayışın sahte kurgusu) ilan ediyorlar. Göçmen konumundaki Alman Stalinistler, kendilerini Versay Barış Anlaşmasına karşı çıkan yurtsever kahramanlar olmaktan çıkartıp; tam da aynı anlaşmayla oluşturulmuş olan statükonun savunucularına dönüştürerek, tersten sosyal yurtseverler haline geldiler. Alman Stalinistlerinin bugünkü durumu, Almanya’daki faşist diktatörlüğün yerini bir başka burjuva rejimin almasıyla birlikte, onların gerçek sosyal yurtseverler haline gelmesine yol açacaktır.
Dördüncü Enternasyonal’in örgütleri, proletaryanın çıkarlarına yapılan bu büyük ihanete karşı, emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürme biçimindeki enternasyonalist sloganda ısrarlıdır. Bizim hedefimiz, on yıllardan beri her türlü ilerici hareketi frenleyen gerici ulusal sınırların savunulması yerine onlardan kurtulmak; Avrupa’da ve tüm dünyada Birleşik Sovyet Cumhuriyetleri’ni oluşturmaktır.
Oportünist enternasyonaller
31.Stalinizmin sosyal yurtseverliğe dönüşmesiyle birlikte, Üçüncü Enternasyonal ile onun yozlaşması sayesinde yapay olarak uzatılmış biçimde varolan İkinci Enternasyonal arasındaki bütün farklılıklar, tüm pratik uygulamalarıyla birlikte ortadan kalkmıştır. Bu yüzden, ”organik birlik“ sorununun (İkinci ve Üçüncü Enternasyonallerin birleşmesinin) giderek ön plana çıkması son derece mantıklıdır. İkinci Enternasyonal’in, reformizmin işçi sınıfı hareketi üzerinde tek egemen güç olduğu ülkelerdeki (İngiltere, İskandinavya) partileri organik birliğe karşı çıkıyorlar. Stalinistlerin Belçika’daki son başarıları ile İşçi Partisi’nin başarısızlığı, birleşme düşüncesinin bu ikinciler için daha çekici hale gelmesine yol açabilir. Fransa’da, Sosyal Demokrasi’ye rağmen güçlenen Komünist Parti, şimdi konuyu erteliyor. Buna karşın hiçbir yerde, ilkesel ve uzlaşmaz karşıtlıklar sözkonusu değil. Sözkonusu olan tek şey, tümüyle bürokratik pazarlık yöntemleridir. “Organik birlik“ gerçekleşsin ya da gerçekleşmesin, ileri işçiler, Stalinizm ile Sosyal Demokrasi’nin “birbirlerinin karşıtı değil; ikiz kardeş“ olduğundan kuşku duymamalıdır. Her ikisi de çürüyen kapitalizmin sarı ajanlarıdır.
32.Şu anda Komintern, devrimci bir parti olarak değil ama sosyal-hain ve sosyal şovenist olarak küçümsenmeyecek bazı gelişmeler sergiliyor. Yeni bir dünya savaşının yaklaştığının sinyallerini veren büyük bir siyasi gerginlikle karşı karşıya olan kitleler, sola doğru koşuyor ve orada, bildikleri tek kapı olan Komintern’i buluyorlar. Bu yüzden, Fransız Komünist Partisi’nin son seçimlerdeki oyları ikiye katlandı (milletvekili sayısı yedi kat arttı); özellikle proleter semtler (Paris ve varoşları) komünistlere oy verdi. Yine, her zaman çok güçsüz olan Belçika Komünist Partisi’nin bu yıl yapılan seçimlere katılması küçümsenmeyecek bir başarıdır (bu parti, oylarını 1932’ye göre % 100’den fazla arttırarak, temsilini güçlendirdi). Stalinizm, benzeri başarıları İspanya’da, İsviçre’de ve kısmen Çekoslovakya’da da elde edebilir. Diğer şubelerin (İngiltere, Hollanda, İskandinavya, ABD vb.) büyümesi bu kadar belirgin olmasa da, kesinlikle gerçekleşmeyecek bir şey değil. Ancak, kitleler Üçüncü Enternasyonal’in onları savaş tehlikesinden koruyacağını umarken, Komintern, kendisini yaklaşan emperyalist savaşta başlıca siyasi araç olmaya hazırlıyor. Bu yolla o, burjuva demokrasisinin ve emperyalizmin hizmetinde tükenmiş olan İkinci Enternasyonal’in yerini alıyor. Ancak Komintern, kendi içinde büyük çelişkiler barındırmaktadır.
33.Komintern’in bu son başarıları, öncelikle, “Devrimci Sosyalist Birlik Uluslararası Bürosu“nda (Londra Bürosu) toplanmış cahil küçük burjuvaların; Alman SAP’ının, İngiliz ILP’sinin, İsveç Sosyalist Partisi’nin, İspanya’daki Marksist Birliğin İşçi Partisi’nin (Nin-Maurin) vb. kafasını karıştırıyor. Alman işçi sınıfı hareketinin yıkıcı yenilgisinin etkisi altında, merkezci partilerin bir kısmı Dördüncü Enternasyonal’e doğru yönelmişti. Ancak 1934 Sonbaharındaki Stalinist yönelim, kendisiyle birlikte, duraksayanları da (Walcherler, Maurinler, Ninler vb.) Halk Cephesi politikası bataklığına çekti. Londra Bürosu’nun Stalinizm tarafından tam olarak yutulması da yalnızca bir zaman sorunudur.
Kitlesel radikalleşme
34.Komünist partilerin gelişmesinde yaşanan çelişkilerin çarpıcı bir örneği, son haftalarda Fransa’da gerçekleşen ve Fransız Komünist Partisi’ni tam anlamıyla şaşırtan büyük grev hareketi ile fabrika işgalleridir. Ancak, devrim yolunda yürümeye başlayan bu yeni kitle hareketi, her yerde, yolunun üzerine Komintern’in fosilleşmiş bürokratları tarafından yerleştirilmiş engellerle karşılaştı. Örneğin, Fransız Komünist Partisi, grev hareketinin başına geçmek ve devrimci talepler ileri sürmek yerine, grevi sona erdirmenin yolunu bulmak için en baştan itibaren patronlarla ve hükümetle birlikte çalışmaktadır. Bu yüzden, kesinlikle öngörülebilir ki, proleter kitlelerin Fransa’daki yeni hareketi ya Stalinist hainleri bir kenara atarak kendi önderliğini oluşturacak -ve proleter devrimi zafer kazanacak- ya da hain bürokratlar duruma egemen olacak -ardından da faşizm kazanacaktır.
35.Onları sola doğru zorlayan militan kitleler ile Komünist partilerin oynadığı yeni haince rol arasındaki çelişki, Dördüncü Enternasyonal örgütlerine büyük görevler ve fırsatlar sunmaktadır. Bu örgütlerin bir kısmı yakın geçmişte Sosyalist partilerle birleşmiş ve oradaki en iyi unsurları devrimci Marksizme kazanmıştı. Bu [taktik] son derece hızlı iç siyasi gelişmelerin yaşandığı ülkelerde (Fransa, Belçika) kısa süreli olarak denendi. Bu deneyim diğer bazı ülkelerde (Polonya, İngiltere) tamamlanmadı; bazılarında ise (ABD) henüz başlangıç noktasında. İster bağımsız olarak isterse Sosyalist partiler içinde çalışsınlar, Dördüncü Enternasyonal’in şubeleri, bütün dikkatlerini, Üçüncü Enternasyonal’in şu anda işçileri İkinci Enternasyonal’den kendisine çektiği gerçeğine yöneltmek zorundalar. Sosyal emperyalizme (lafta sosyalizm ya da komünizm; pratikte ise emperyalizm) karşı zorunlu mücadele, Stalinist bürokrasiye karşı mücadeledir. En önemli görev, işçilere Komintern’in bugünkü emperyalizmin aracı olma karakterini açıklamak; onlara, 2. Enternasyonal’den Üçüncü Enternasyonal’e biçim değiştirmenin, tavadan çıkıp ateşe atlamak anlamına geldiğini anlatmaktır.
36.Bu faaliyetin yolu ve yöntemi, gelişmenin genel seyrine ve her bir ülkenin özelliklerine uygun olarak çoğalıp çeşitlenecektir. Gerici Stalinist bürokrasiyi kendi toplumsal destekleyicisi olan devrimci işçi sınıfı ile açıkça karşı karşıya gelmeye zorlamak için her fırsattan yararlanmak büyük önem taşıyor. Uygun zamanda ve etkili biçimde davranabilmek için, gelişmeleri heryerde dikkatle izlemek, verileri toplamak, çelişik eğilimleri özenle takip etmek gerek.
37.Bugünkü Komintern’de, ilk dört dünya kongresinin teori ve pratiğinden geriye hiçbir şey kalmadı. Ama Lenin ve Troçki dönemindeki Komintern’in strateji ve taktik dersleri; kuramsal Marksizmin Leninist tarzda yeniden doğrulanması henüz unutulmuş değil. Bu dersler ve deneyimler, Bolşevik Leninist Muhalefet tarafından, daha 1923’ten başlayarak, bürokratik yozlaşmaya karşı korundu. Bunlar, sosyal yurtsever yozlaşmanın kaynağı olan tek ülkede sosyalizm teorisine karşı mücadele içinde başlayan Muhalefet’in teorik ve politik faaliyetlerinin temellerini oluşturdu. Bu Leninist stratejik dersler ve öğretiler, Muhalefet tarafından, yeni olaylara ve olgulara uyarlandı; 1923’ten 1936’ya kadar Stalinist hataların ve suçların acımasız eleştirisinde, bütün dünyada yeni Bolşevik kadroların yetiştirilmesinde kullanıldı. Bolşevik Leninist adına layık olmak isteyen bir proleter devrimci, Muhalefet’in bu döneme ilişkin programatik belgelerini ve yazılarını tam olarak öğrenmeden, proleter öncü saflarda önderlik için gerekli donanıma sahip olamaz.
38.Lenin ve Troçki’nin Üçüncü Enternasyonali tarafından benimsenmiş olan ama Stalinist bürokrasinin ihanet ettiği proleter dünya devrimi stratejik hedefini kendi politikası için yol gösterici biricik çizgi olarak kabul eden Dördüncü Enternasyonal, kendisini, proletarya ile burjuvazi arasında neredeyse yüzyıldır süren mücadelelerin dersleri ve deneyimleriyle silahlandırır; proletaryanın büyük önderleri olan Marks, Engels, Liebknecht, Luxemburg ve Lenin’in düşüncelerini ve eylemlerini bir kez daha onaylar.
Kaynak: Documents of The Fourth International, Oluşum Yılları 1933-1940, Will Reisner, Pathfinderpress, New York, 1. Basım, 1973, syf. 113 – 131.