Şirketlerin kar amaçları doğrultusunda başta Kaz Dağları olmak üzere Türkiye’nin çeşitli yerlerinde yapılan ve yapılması planlanan doğa katliamları, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AKP) yönelik haklı bir kitlesel tepki doğurdu.
Çanakkale’nin Kirazlı Köyü’nde Kanada merkezli Alamos Gold adlı şirket ve taşeronu Doğu Biga Madencilik şirketi, altın ve gümüş arama faaliyetleri başlattı. Mart 2019’da Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı’ndan alınan izinle başlayan Kirazlı Altın Madeni Projesi sonucunda, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporuna göre, 45.650 ağacın kesilmesi bekleniyordu. Ancak, TEMA Vakfı, kesilen ağaç sayısının 195 bin olduğunu iddia ediyor.
Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı ise bu sayının 13 bin 400 olduğunu söyledi. Fakat bölgenin havadan çekilmiş olan görüntüleri orman katliamının devasa boyutlarını gözler önüne serdi.
Altın madeni projesinin orman katliamı dışında bir başka tehlikesi de içme sularını zehirlemesi ihtimali. Altın madeni işletmesi için siyanür kullanılması bekleniyor. Siyanür büyük bir kirliliğe neden olan, ormanları ve bitkileri yok eden, suya karıştığında ise insanların ve hayvanların zehirlenerek ölmesine neden olan bir ağır metal. Çanakkale merkezine 30 kilometre uzaklıkta faaliyete geçmek için gün sayan Kirazlı Siyanürlü Altın İşletmesi, yaklaşık 180 bin insanın su kaynağı olan Atikhisar Barajı ile aynı havzada yer alıyor. Maden işletmecileri siyanür kullanmayacaklarını ve yalıtılmış bir alanda üretim yapacaklarını iddia ediyorlar.
Binlerce ağacın kesilmenin, havadan çekilen fotoğraflarla belgelenmesinden sonra halk içinde büyük bir tepki doğdu. Sosyal medyada orman katliamını eleştiren sanatçıların da dahil olduğu açıklamalar üst sıralarda yer aldı. TEMA Vakfı’nın, işletmenin durdurulması talebiyle Change.org’da başlattığı imza kampanyasına şu ana kadar yaklaşık 460 bin kişi katıldı. 5 Ağustos’ta bölgeye gelen binlerce kişi “Su ve Vicdan Nöbeti”ni başlatarak daha fazla ağacın kesilmesine ve siyanürlü maden çalışmaları yapılmasına engel olmaya çalışıyor.
Bu arada Burdur’daki Salda Gölü çevresine bir “millet bahçesi” yapılması için TOKİ tarafından ihale yapıldı. Salda Gölü, tüm dünyada çok az benzeri bulunan bir doğal ortamı olan bir göl. Zaten büyük bir kirlilik baskısı altında olan göl, çevresindeki tahribat nedeniyle kısa süre içinde yok olabilir. Bu nedenle Salda Gölü çevresine yapılacak millet bahçesi de aynı şekilde kitlesel tepki gördü.
AKP hükümetinden tepkilere yanıt olarak akıl almaz açıklamalar geldi. AKP Sözcüsü Ömer Çelik, 6 Ağustos’ta düzenlediği basın toplantısında sözü edilen yerin Kaz Dağları’nda değil, 40 km uzakta olduğunu söylerken ekolojiden ne kadar habersiz olduğunu kanıtlıyordu. Çelik, kesilen ağaç sayısı kadar ağacın başka bir yere dikildiğini, altın madeni tükendikten sonra buraya da yeniden ağaç dikileceğini söyledi.
AKP Grup Başkanvekili ve Çanakkale Milletvekili Bülent Turan, ağaçlar kesildikten sonra eylem yapılmasını bir kötü niyet göstergesi olarak yorumladı. AKP Çanakkale Milletvekili Jülide İskenderoğlu ise “kesen hiçbir firma değil, kesen bizim devletimiz, kesen Orman Bölge Müdürlüğü’müz. Hiçbir şey kontrol dışında gerçekleşmiyor. Bugün kağıdı kullanıyorsak, ahşap masada yemeğimizi yiyorsak aslında bunlar da bu kesilen ağaçlardan yapılan ürünler” diyerek hem devletin sorumluluğunu itiraf etti hem de orman katliamını açıkça savundu. Hükümetin yalan ve çarpıtmalarına, tepkilerin Taksim Gezi Parkı benzeri bir kitlesel protesto hareketi için “provokasyon” olduğunu iddia eden tiksindirici bir medya kampanyası eşlik ediyor.
Burjuva muhalefet partileri ise kitlesel tepkilerden kendi gündemleri için yararlanma telaşında. CHP’li milletvekilleri ve belediye başkanları, ortaya çıkan geniş halk tepkisinin ardından orman katliamına sözde karşı çıkan açıklamalar yapar ve bölgedeki eylemlere katılırken, İstanbul’un, aşırı sağcı İYİ Parti, Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve sahte sol tarafından da desteklenen CHP’li Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Kanada Büyükelçisi Chris Cooter’la telefonda görüştüğünü ve kaygılarını ilettiğini söyledi.
HDP’nin Ekolojiden Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı ve İzmir Milletvekili Murat Çepni de, Kaz Dağları’ndaki orman katliamını eleştirdi ve herkesi 5 Ağustos’ta Kaz Dağları’nda yapılan buluşmaya davet etti.
Burjuva muhalefet partilerinin doğanın katledilmesine muhalefeti sinik ve ikiyüzlüdür. Bu, AKP’nin ve hükümet yanlısı medyanın kendi suçlarının üzerini örtmek için ilk maden arama izninin 2001’de verildiğini açıklamasına CHP’nin verdiği tepkide görülmektedir. Hem hükümetin hem de muhalefetin aynı büyük kapitalist şirketlere hizmet ettiğini ve onların çıkarlarını savunduğunu örnekleyen bu durumu, CHP’nin eski milletvekili Barış Yarkadaş, “AKP, ısrarla ve inatla, bu tür faaliyetlerin önünü açtı. Niyet bu olmasa, 2001’in arkasına saklanmaz doğa katliamının önüne geçecek yasa çıkarırlardı,” diyerek savunmaya çalıştı.
Burjuva muhalefet, çevresel bozulmayı ve yağmayı sadece AKP hükümetinin yarattığı bir sorun gibi gösterip, temelde yatan toplum ve doğa karşıtı kapitalizmin ve büyük şirket çıkarlarının suçunu gizliyor ve toplumsal öfkeyi kontrol altına alarak AKP hükümeti karşısında kendi konumunu güçlendirmeye çabalıyor.
Ekrem İmamoğlu’nun Kanada büyükelçisini araması, muhalefetin yüzünün nereye dönük olduğunu göstermektedir. Emperyalist ülkeler kendi sınırlarında çevreye duyarlı gibi görünmeye çalışsalar da, gerçekte onların şirketleri, aynı Kaz Dağları’nda olduğu gibi, Güney Amerika’nın Amazon ormanlarında, Meksika’da, Afrika’da ve dünyanın daha pek çok yerinde doğal kaynaklar uğruna ormanları yok etmede, kaynakları yağmalamada, akarsuları ve gölleri zehirlemede ya da kurutmada ve havayı kirletmede başı çekiyorlar. Aynı emperyalist devletlerin orduları enerji kaynakları için Irak, Suriye, Yemen ve Libya gibi ülkeleri kana boğarken, Doğu Akdeniz’de, Doğu Avrupa’da, Latin Amerika’da ve Asya’da yeni geniş çaplı savaşlara hazırlanıyor. Türkiye burjuvazisinin hükümetteki ve muhalefetteki hizipleri, bu yağmadan pay almaya çalışılması konusunda hemfikirler.
Dünyayı çevresel bir felakete doğru sürükleyen kapitalist hükümetler, iklim bilimcilerinin tamamen yetersiz olduğunu söyledikleri Paris İklim Anlaşması’nı imzalamakta bile anlaşamadılar. ABD Başkanı Donald Trump, bu anlaşmayı imzalamayı açıkça reddetti. Geçtiğimiz yıl, Polonya’nın Katowice kentinde ise 25.000 bürokrat, bilim insanı ve diplomat dahil olmak üzere 200’den fazla hükümetin temsilcileri, küresel ısınmanın büyük tehlikeleri hakkında bir raporun onaylanmasında bile uzlaşmadılar. Patrick Martin, Dünya Sosyalist Web Sitesi’nde (WSWS) yayınlanan İşçi sınıfı ve çevre krizi başlıklı yazısında, kapitalizmin çevresel felaketlerdeki rolünü şu satırlarla özetledi:
İklim değişikliği krizi, kapitalist üretimin, kar ve en güçlü kapitalist ulus devletlerin stratejik çıkarları eliyle yönlendirilen anarşik ve plansız karakterinin ölümcül sonuçlarının altını çizmektedir. 2017 yılına ait Carbon Majors Raporu, çevresel bozulmanın “herkes”in sorumluluğu olmak şöyle dursun, 1988’den 2015’e kadar salınan tüm sera gazlarının yüzde 70’inin, büyük ülkelerin kapitalist sınıflarındaki multimilyonerler ve milyarderler tarafından kontrol edilen sadece 100 şirketten geldiğini gösterdi.
Kaz Dağları’nda ve Salda Gölü’nde yapılmakta olan ve yapılması planlan doğa tahribatları uluslararası bir olgunun Türkiye’deki örnekleridir ve daha önceki örneklerde olduğu gibi, kaçınılmaz olarak felaketle sonuçlanacaktır. Haziran ayında, Trabzon’un Araklı ilçesinde hidroelektrik santrali (HES) borularının patlamasıyla gerçekleşen ve 10 kişinin hayatına mal olan facia, bu tahribatların en yakın sonuçlarından biridir.
Bununla birlikte, doğayı ve canlı yaşamını tahrip eden, insanların yaşam alanlarını ve canlarını tehdit eden bu doğa katliamlarına karşı mücadele, burjuva muhalefetin veya kapitalizm yanlısı “çevreci” hareketlerin iddia ettiği gibi sadece mevcut hükümetin politikalarını eleştiren ulusal temelli bir perspektifle ve kapitalizmin aşırılıklarını törpülemekle verilemez. Ulusalcı perspektif, her durumda, egemen sınıfın şu ya da bu kanadına yedeklenme ve muhalefeti doğa katliamının gerçek sebebi olan kapitalizmin kar hırsından başka yöne çevirme ile sonuçlanır.
Ormanların ve doğal yaşamın korunması, ne kapitalist kar dürtüsü ile ne de ulus devlet sistemi ile bağdaşmaktadır. İklim değişikliğiyle mücadele de dahil olmak üzere çevresel sorunların tek çözümü, toplumsal ve doğal yaşamın kontrolünün kapitalist şirketlerin çıkarlarına tabi olmaktan çıkarılmasından; dünya çapında merkezi ve planlı bir yeniden yapılanma projesinin hayata geçirilmesinden geçmektedir. Bu ise, uluslararası işçi sınıfının sosyalizmi kurmak üzere siyasi iktidarı ele geçirmesi ve kapitalist ulus devlet engelini ortadan kaldırması demektir.