İki aydan uzun bir süredir devam eden sınır ötesi operasyon çığırtkanlığı, Kasım ayının sonunda, hükümetin yetkiyi Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) devretmesi sonucu amacına ulaşmış, 1 Aralık tarihinde operasyon başlatılmıştı. Küçük çaplı hava harekâtıyla süren operasyon, TSK’nin 16 Aralık gecesi sabaha karşı Kandil Dağı başta olmak üzere Kuzey Irak’taki PKK kamplarına yoğun bir hava saldırısı başlatmasıyla devam etti. Burjuva medyasında verilen rakamlara bakılırsa, 50 civarındaki uçak 3 saati aşkın bir süre boyunca dağlara füze ve bomba yağdırdı. Arkasından da karadan obüs ve füze yağmuru başlatıldı.
Genelkurmay Başkanlığı, yaptığı ilk açıklamada, herhangi bir sivil yerleşim biriminin vurulmadığını ve sivillerin ölmediğini söylese de, görünenler bu bilgiyi yalanlıyor. Uluslararası kaynakların verdikleri bilgilere bakılırsa birçok köy vuruldu ve bir kadın yaşamını yitirdi. Bunun yanında beş PKK’li öldü. Operasyonun ardından yayınlanan görüntülerde de birçok sivil yerleşim yerinin harap olduğu görülüyor. Konuyla ilgili, vurulan köylerden birinde yaralanan 20 yaşındaki Zozan’ın ağabeyinin “PKK’yi vuracaklarını söylüyorlar. Ne PKK’si ne hali. Gelip sadece köyleri bombaladılar. Ölen yaralanan köylüler, zarar gören sivil insanlardır.“ açıklaması durumu özetliyor.
İçerideki Saldırılar
Sermaye sınıfının ve onun uşaklarının aylardır süregelen savaş çığırtkanlığı sonunda amacına ulaşmış durumda. Milliyetçi histeriyle geçen süre zarfında, burjuva medya ve onun yayın organları eliyle çalınan savaş tamtamları, yürütülen psikolojik ve ideolojik savaş, aynı zamanda içeride Kürt halkına yönelik bir saldırıya dönüşmüştü. Toplum, burjuva sınıfı eliyle ideolojik bir bombardıman altına alınarak, asıl olarak işçi sınıfına yönelik ekonomik saldırılar da hızla hayata geçirildi.
Burjuva medyası, “bir şeyi kırk kere söylersen olur” mantığıyla, her gün haberlerde ve hatta sıradan programlarında bile milliyetçi propaganda yaparak, toplumu Genelkurmay’ın arkasına yedekliyor. Aylardır evlerden ve işyerlerinden indirilmeyen Türk bayrakları, “kahrolsun PKK” sloganlarıyla yürüyen güruhların Kürt mahallelerine saldırmaları, sokakta Kürtçe konuşan insanlara yönelik saldırılar, Kürt halkını bir bütün olarak tehdit altında tutma amacına ulaşıldığının kanıtları.
DTP’li belediye başkanlarının, parti yöneticilerinin tutuklanmaya, gözaltına alınmaya başlanması, DTP’ye kapatma davası açılması, DTP milletvekili Fatma Kurtulan’ın geçmişte PKK’li olduğuna dair sahte bir fotoğraf yayınlanması, 1 Aralık’ta başlayan sınır ötesi operasyona ve devletin Kürt halkına yönelik saldırılarına karşı ‘Êdî Bes e’ (Yeter Artık) başlıklı mitingler düzenlemek isteyen DTP’ye İstanbul, Mersin ve son olarak da İzmir’de izin verilmemesi, 16 Aralık günü yurtdışından dönen DTP genel başkanı Nurettin Demirtaş’ın “askere gitmemek için sahte çürük raporu aldığı” gerekçesiyle tutuklanarak cezaevine gönderilmesi (devlet elindeki bu bilgiyi neden şimdi kullanıyor acaba?) ve son olarak Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın “iyi çocuklar” dediği Şemdinli davası sanıklarının serbest bırakılması… Devletin, DTP’li “şahin” kanadın tasfiyesine dönük başlattığı planlı eylemler, bir bütün olarak Kürt halkına yönelmiş durumda.
Savaş çığırtkanlığında medyanın rolü
PKK’nin Dağlıca saldırısının ardından gündeme gelen sınır ötesi operasyonun baş destekçisi burjuva medya olmuştu. Hayatlarını sermaye sınıfının sözcülüğüne adamış köşe yazarları bu süreçte, “asalım keselim, Türk’ün gücünü gösterelim” propagandasıyla savaş çığırtkanlığı yapmıştı. Bir süre bu propagandadan rahatsız olmayan hükümet ve TSK, faşistlerin öncülük ettiği eylemlerin çığırından çıkıp kendilerine tehdit etme ihtimalini gördüklerinde, burjuva medyayı uyarmışlar ve milliyetçi-şovenist eylemler birden bire kesilmişti.
Özellikle ölen askerler, “Türk’ün gücünü dünyaya gösterme” ve “hadlerini bildirme” üzerinden sürdürülen yayınlar, bir süre ortadan kalkmadıysa da azalmıştı. Ancak 16 Aralık Kandil operasyonuyla birlikte, şovenist propaganda eski haline dönmüş durumda. Haber programları Türk devletinin, TSK’nin büyük gücünden dem vuran haberlere kilitlendi. Kandil Dağı’na yapılan hava saldırısı tüm ayrıntılarıyla televizyonlardan yayınlandı, TSK’nin dünyada hava saldırısını gece gerçekleştirebilen üç ordudan biri (diğerleri ABD ve Britanya) olmasıyla övünüldü… Yalan haberler üzerinden propaganda yapmakta üstüne olmayan medya, operasyonda PKK lideri Murat Karayılan’ın öldürüldüğünü iddia etse de, perşembe günü Gündem gazetesinin internet yayınında Karayılan’ın operasyonla ilgili yaptığı röportaj yayınlandı.
Yazılı basın da görevini görsel basını aratmayacak şekilde iyi yapıyor. Kandil operasyonun ertesi günü yayınlanan Hürriyet gazetesi manşetini “Konu komşu bilsin elimiz ağırdır” diye attı. Yine ilk sayfaya “Türkiye, kararlılığını sınamaya, onun gücünü küçük görmeye kalkanlara tarihi cevabını bir kere daha verdi” yazarak aylardır süregelen yayın programını ve devlete en yakın gazete unvanını sürdürdü. Aynı gün, daha öncesinde artık sıradanlaşmış provakatif yazılarından bir tanesi için Genelkurmay Başkanı’nından tebrik alan, aynı gazetenin yazarı Ertuğrul Özkök, Türk devletini öven, Türk’ün gücüne övgüler düzen bir yazı kaleme aldı. Yazısının bir yerinde “Türkiye güçlü bir ülkedir. Bölgenin süper gücüdür. Türkiye, bölgede İsrail’den de büyük bir güçtür. Çünkü İsrail’den daha haklıdır.” diye yazıyordu.
Burjuvazinin “haklılığı” ve operasyonun anlamı
Bir süredir Türk devletinin haklılığından dem vurmaya başlayan egemen sınıfın sözcüleri, aynı zamanda “insan hakları”ndan da bahsetmeye başladılar. Türk devletinin, Kürt halkına yönelik inkâr ve imhaya dayalı çizgisini bu tür sözlerle süslemesi elbette inandırıcılıktan uzaktır; ancak bu açıklamaların satır araları çok şey ifade ediyor.
On yıllar boyunca resmi ideolojide yok sayılan, “buradayım” dediğinde kafası ezilen Kürtler için sermaye sınıfı farklı bir yöneliş içine girmiş durumda. Bugün artık AKP’sinden CHP’sine ve hatta MHP’sine kadar, tüm burjuva partileri “Türk Kürt kardeştir” sloganı atıyorlar. Burjuvazi yıllardır yok sayıp katlettiği Kürtlerin birden bire kardeşi olduğunu fark etse de, bu kardeşliğin ardında egemen sınıfın çıkarları yatıyor.
Yapılan operasyonla PKK’nin ortadan kaldırılamayacağı ortada, bunu devlet yetkilileri de dile getiriyor. Ancak “savaş, siyasetin devamdır” ve Türk ordusunun Kuzey Irak’a yaptığı bu müdahale, Türkiye burjuvazisinin Kuzey Irak ve Ortadoğu’daki emperyalist çıkarlarından başka bir şeye dayanmıyor. Bugün AKP “Kürt sorunu” için kapsamlı bir çözüm planı olduğunu açıklamış durumda. Hatırlanacaktır, AKP sınır ötesi operasyon için çok temkinli hareket etmiş, ABD ve AB ülkelerinin desteklerini almış ve Genelkurmay Başkanlığıyla tam bir uyum içinde hareket etmişti. AKP’nin, Kürt sorunu için açıklamadığı “çözüm planı” asla Türkiye’nin Ortadoğu’daki emperyalist çıkarlarından bağımsız değil.
Türk devleti, Ortadoğu’ya dair planlarını, PKK üzerinden ifade ediyor. Genelkurmay Başkanı’nın da ifade ettiği gibi “Türkiye bu hamle ile asıl psikolojik üstünlüğü ele geçirmiştir. Harekâtın maddi sonuç doğurmuş olup olmaması bunun yanında önemsizdir”. Kandil operasyonu, onlarında dile getirdiği gibi “maddi sonuç” doğurmayacağı bilinerek yapılmıştır. “Maddi sonuç”tan kasıt PKK’yi bitirmekse evet, haklıdırlar ancak Kuzey Irak ve Ortadoğu’ya dair planlar için aynısı söylenemez.
Bu yılın sonuna kadar yapılması gereken Kerkük referandumu, geçtiğimiz hafta altı ay süreyle ertelendi. Referandum, Kerkük’ün statüsünü, Bölgesel Kürdistan yönetimine bağlanıp bağlanmayacağını belirleyecekti. Türkiye burjuvazisinin karşı çıktığı referandum operasyonların ardından ertelendi. Türkiye, bu operasyonla Kuzey Irak ve Ortadoğu’daki emperyalist yağmada ben de varım demekte, son yıllarda artan gücünü ve geleceğe dair planlarını ifade etmektedir.
Savaşa karşı enternasyonalizm bayrağını yükselt!
Egemen sınıf hem “içeride” hem de “dışarıda” işçi sınıfı ve Kürt halkına yönelik saldırılarını yükseltmiş durumda. Basın yayın yoluyla kışkırtılan şovenist histeriyle ve savaşın ulusal çıkarları ilgilendirdiği söylevleriyle, işçi sınıfına karşı ekonomik saldırılar birer birer yasalaştı. Tarihte burjuva sınıfı, savaş çığırtkanlığında her zaman, bunun ulusal bir savaş olduğu propagandasını yürütmüştü. Bugün yaşananlar da aynı tarihsel geleneğin bir devamı. Sürdürülen sınır ötesi operasyondan asıl zararı görecek olanlar, her zamanki gibi işçi sınıfı ve yoksul köylüler, büyük kazanım elde edense sermaye sınıfı olacak.
Kendi çıkarları söz konusu olduğunda, Kürt sorununun çözümünden bahseden egemen sınıfın ikiyüzlülüğüne karşı, Türk ve Kürt işçileri hem sınıfsal sömürü hem de ulusal baskıya karşı enternasyonalist devrimci bir partide, burjuva sınıfına karşı birlikte savaşmadıkları sürece, ne bir bütün olarak sınıfsal kurtuluş ne de Kürt halkının özgürlüğü mümkün olmayacak.