Uzun süredir baskı altında tutulan ve acımasızca sömürülen İran işçi sınıfı, ülkenin burjuva dini yönetimini sarsacak şekilde sahneye çıktı.
28 Aralık’tan beri on binlerce kişi İslam Cumhuriyeti’nin baskı aygıtına meydan okuyor ve ülke genelindeki kentlerde ve kasabalarda sokaklara çıkıyor. Onlar, gıda fiyatlarındaki artışa, kitlesel işsizliğe, artan toplumsal eşitsizliğe, yıllardır devam eden kapsamlı sosyal harcama kesintilerine ve egemen seçkinler yararına düzenlenmiş ve emekçilerin gereksinimlerine tümüyle kayıtsız olan sahte bir demokratik siyasi sisteme yönelik öfkelerini dile getiriyorlar.
Bu hareketin kapsamı ve yoğunluğu ve hızla hükümete ve tüm otokratik siyasi sisteme meydan okuyan sloganları benimsemesi, hem İranlı yetkililerde hem de Batılı gözlemcilerde şok etkisi yaratmıştır. Oysa bunun öncesinde, aylardır, işten çıkarmalara, fabrikaların kapatılmasına ve ücretlerin ve sosyal hakların ödenmemesine karşı işçi protestoları gerçekleşiyordu.
Hükümet karşıtı protestoların patlamasından hemen önceki günlerde, sosyal medyada, İran’ın tepedeki yüzde 1’i ve yüzde 10’u ile halkın yoksulluk ve ekonomik güvencesizlik içinde yaşayan ezici çoğunluğu arasında durmadan derinleşen uçuruma ilişkin tartışmalar şiddetle devam ediyordu. Yaygın hoşnutsuzluğun patlamasını tetikleyen şey, hükümetin en son kemer sıkma bütçesi oldu. Bu adım, Şii din adamlarının denetimindeki zaten devasa miktarları arttırırken, sıradan İranlıların gelir desteğini daha fazla kesecek, benzin fiyatlarını yüzde 50 kadar arttıracak ve kalkınma harcamalarını düşürecek.
İslamcı Devrim Muhafızları’nın başındaki General Muhammed Ali Caferi, güvenlik güçlerinin durmadan genişleyen seferberliğiyle, kitlesel tutuklamalarla ve en az 21 ölüme yol açan kanlı çatışmalarla geçen günlerin ardından, dün, huzursuzluğun sona erdiğini ilan etti: “Bugün, isyanın sona erdiğini ilan edebiliriz.”
İslam Cumhuriyeti’nin egemenleri, acımasız baskılarını, protestoların Tahran’da rejim değişikliğini kışkırtma yönelimlerinin parçası olarak Washington ve bölgesel müttefikleri (İsrail ve Suudi Arabistan) tarafından manipüle edildiği yönündeki sahte iddialarla meşrulaştırmaya çalışıyorlar.
Şimdiki protestoların 2009’da Yeşil Hareket tarafından başlatılanlara benzediği iddiası, daha büyük bir suçu meşrulaştırmak anlamına gelen alçak bir iftiradır. İran’daki 2009 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonuçlarına yönelik Yeşil meydan okuma, ABD’nin Ukrayna’da, Gürcistan’da, Lübnan’da ve başka yerlerde düzenlediği “renkli devrimler” senaryosunu izleyen, uzun süredir hazırlanmış bir siyasi operasyondu. O hareket, İran seçkinlerinin ABD ve Avrupa emperyalizmi ile hızlı bir uzlaşmaya varmaya en istekli unsurlarını iktidara getirmeyi amaçlıyordu. O, halk desteğini, neredeyse tümüyle, popülist Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın yoksullara para “savurduğu” yönündeki neoliberal suçlamalar temelinde seferber edilmiş olan üst orta sınıfın en ayrıcalıklı kesimlerinden almıştı.
İran yönetimine yönelik şimdiki meydan okuma ise tümüyle farklı bir karaktere sahiptir. Bu hareket, daha küçük sanayi kentleri ve çevre kasabalar dahil, işçi sınıfına dayanmakta; en büyük desteğini yüzde 40 ya da daha fazla bir işsizlikle karşı karşıya olan gençlikten almakta ve toplumsal eşitsizliğe ve kapitalist kemer sıkmaya yönelik muhalefet eliyle yönlendirilmektedir.
Mevcut protesto dalgasının doğrudan yazgısı ne olursa olsun, sınıf mücadelesinde önümüzdeki haftalarda ve aylarda gelişecek olan yeni bir aşama İran’da başlamış durumdadır. Kesin olan şu ki, ön plana çıkan işçi sınıfı çabucak ya da kolayca susturulamayacaktır.
İran’daki işçi sınıfı huzursuzluğu, sadece İran seçkinlerinin değil ama dünyanın dört bir yanındaki hükümetlerin hesaplarını altüst etmiştir. Müslüman karşıtı seyahat yasakları İranlıları hedef alan Trump, Tahran’ı şeytanlaştırmak ve böylece ABD’nin İran’a karşı savaş hazırlıklarına katkı sağlamak için kullanabileceği umuduyla, ikiyüzlüce ve aptalca bir şekilde, protestolara “destek” verdiğini iddia etti. Avrupalı güçler ise daha dikkatliydi ve bu, yalnızca, protestoların İran hükümetinin petrol imtiyazları ve ucuz işgücü tekliflerinden yararlanma planlarına karşı gelmesinden kaynaklanmıyordu. Onlar, İran’da yükselen sınıf mücadelesinin tüm Ortadoğu üzerindeki istikrarsızlaştırıcı etkisinden korkuyorlar.
İran işçi sınıfının yeniden canlanmasının Ortadoğu ve dünya politikası açısından önemini anlamak için, onu tarihsel bağlamı içinde incelemek gerekiyor.
Kırk yıl önce Şah’ın ABD destekli zorba rejimini deviren 1979 İran Devrimi, işçi sınıfının önderlik ettiği, kitlesel, emperyalizm karşıtı bir toplumsal patlamaydı. Şah rejiminin belini kıran, giderek artan bir siyasi grev dalgasıydı ve işçiler, bunu izleyen aylarda, fabrikalara el koydular ve onları işçi konseylerinin denetimi altına aldılar.
Ancak İran burjuvazisini mülksüzleştirecek ve kır emekçileri ile ittifak içinde bir işçi cumhuriyeti kuracak bir toplumsal devrim, başta Stalinist Tudeh Partisi olmak üzere sözde sosyalist örgütler tarafından engellendi. Tudeh, uzun bir laiklik ve devrimci sosyalizm tarihi olan işçi sınıfı içinde derin köklere sahipti. Bununla birlikte, on yıllardır ulusal burjuvazinin zayıf liberal kanadına yönelmişti. O, daha sonra, 1979’da, burjuvazinin “ilerici” kanadının siyasi önderi olduğu ve “ulusal demokratik” (yani kapitalist) devrime öncülük ettiği gerekçesiyle Ayetullah Humeyni’ye eleştirisiz destek vererek yön değiştirdi.
Bu yaşlı Şii din adamı, uzun süredir siyasi açıdan kenarda kalmış bir kişilikti. Ancak o, Stalinistlerin yarattığı siyasi boşluktan faydalanarak ve Şii mollalar ile İran burjuvazisinin geleneksel kanadının kalesi olan çarşı arasındaki eskiden beri süregelen bağları kullanarak, kent ve kır yoksulları arasında bir kitle tabanı elde edebildi.
Humeyni, işçi sınıfının Stalinistler tarafından siyasi olarak etkisizleştirilmesiyle birlikte, Şah’ın devrilmesinin ardından, kitle hareketini manipüle edip yolundan saptırırken devlet aygıtını yeniden örgütleyebildi; ardından, Tudeh partisi dahil siyasi sola ve tüm bağımsız işçi örgütlenmelerine yönelik vahşi baskı yoluyla burjuva egemenliğini yeniden istikrara kavuşturdu.
Bu gelişmeler, Stalinistlerin ihanetleri sayesinde, İslamcı güçlerin sömürgecilik sonrası burjuva milliyetçi yönetimlerin ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nü de kapsayan hareketlerin artan krizinden ve burjuva demokratik programları hayata geçirme yeteneksizliğinden siyasi olarak çıkar sağlayabildiği daha kapsamlı bir süreçten besleniyordu ve onun parçasıydı.
Humeyni, 1989 yılındaki ölümünden önce, IMF’ye yönelerek ve “Büyük Şeytan” ABD emperyalizmine görüşme önerileri yaparak, İslam Cumhuriyeti’nin daha fazla sağa kaymasını yönetti. Bu, önceki yıl binlerce siyasi tutuklunun katledildiği sola yönelik başka bir azgın saldırıyla hazırlanmıştı.
Geçtiğimiz otuz yıl boyunca, İran hükümetine, siyaset seçkinlerinin sözde “reformistler”i ve Ahmedinejad gibi Şii popülistleri kapsayan farklı hizipleri önderlik etti. Onların hepsi, 1979 devriminin ardından emekçilere verilmiş olan toplumsal ödünleri daha fazla geri aldı ve işçi sınıfını vahşice bastırdı.
Batı basını, uzun süre, İran politikasını ve toplumsal yaşamını kötülemeye çabaladı. Ancak İran’daki işçi sınıfının deneyimi, özünde, on yıllardır toplumsal ve siyasal haklarına yönelik amansız bir saldırıyla karşı karşıya olan ve haklarından tamamen mahrum edilen dünyanın dört bir yanındaki işçilerin deneyimini yansıtmaktadır.
Burjuvazinin 2008 krizine dünya çapında verdiği tepki, bu sınıf savaşını çarpıcı biçimde şiddetlendirmek oldu. Güvencesiz istihdam, çöken kamu hizmetleri, görülmemiş toplumsal eşitsizlik, siyasi yaşamdan dışlanma ve emperyalist savaş tehdidi… Bunlar işçilerin her yerde karşı karşıya olduğu şeylerdir.
Ancak sınıf mücadelesinin bastırılabildiği dönem sona eriyor.
Bir ülkeden diğerine, burjuvazinin onlar üzerinden işlerini yönettiği ve en önemlisi sınıf mücadelesini bastırdığı, sol düzen partileri ile kapitalizm yanlısı sendikaları da kapsayan partiler, örgütler ve siyasi mekanizmalar parçalanıyor.
İran’daki olaylar, işçi sınıfının yalnızca laik burjuva milliyetçi hareketlerle değil ama aynı zamanda Mısır’daki Müslüman Kardeşler’i ve Türkiye’deki Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’ni de kapsayan çeşitli İslamcı politika biçimleriyle acı deneyimler yaşadığı Ortadoğu genelinde yankılanacaktır.
Trump Twitter’da İran’daki adaletsizlik hakkında kara cahil şeyler yazarken, Amerikalı işçiler koşullarını İranlı işçilerinkinden ne kadar farklı sayacaklar? Geçtiğimiz ay, İran hükümetinin mollalara daha fazla para akıtırken toplumsal harcamaları kesen bir bütçeyi sunduğu sırada, ABD Kongresi zenginleri ve süper zenginleri trilyonlarca dolarlık ek vergi indirimleri ile ödüllendiriyordu. Bu vergi indirimlerinin bedeli, şimdi, Sosyal Güvenlik’e, sağlık hizmetlerine ve diğer temel sosyal haklara yönelik büyük bir saldırı dolayımıyla ödenecek.
İran’daki olaylar, tüm dünyada çok büyük bir işçi sınıfı mücadelesinin patlamasının habercisi olarak görülmelidir.
Devrimci sosyalistlerin görevi bu harekete yönelmek ve uluslararası işçi sınıfını, gereksinimlerinin, özlemlerinin ve mücadelesinin mantığına ilişkin bir kavrayışla donatmak için mücadele etmektir. Kapitalizm, toplumun gereksinimleri ile bağdaşmamaktadır. Dünyadaki serveti üreten sınıf olan işçiler, mücadelelerini, toplumun sosyalist yeniden örgütlenmesine girişmek, sefalete ve emperyalist savaşa son vermek amacıyla, işçilerin siyasi iktidarını kurmak üzere, devlet sınırlarının ve kıtaların ötesinde birleştirmelidirler.