Hrant Dink öldürüldü: Faşist terör işbaşında!

Gazeteci yazar Hrant Dink, 19 Ocak 2007 günü, genel yayın yönetmeni olduğu Agos Gazetesi’nin önünde uğradığı silahlı saldırıda kafasına sıkılan üç kurşunla öldürüldü. Ermeni aydını Dink’e yönelik bu saldırının ardında “damarlarında asil Türk kanı dolaşan” -ve de dini bütün- faşist bir tetikçinin çıkacağından kimse kuşku duymasın. Zaten eşgali belirlenip Samsun’da yakalanan tetikçinin ilk verileri de bu öngörümüzü doğrular nitelikte.

Ama o kadar! Bu topraklarda daha önce gerçekleşen onlarca faşist cinayette olduğu gibi, tetikçi yakalandı (birçoğunda bu aşamaya bile gelinemedi) ve bir kaç yıl hapis yattıktan sonra aramızda dolaşmaya devam edecek (belki de kimi “ağabey”leri gibi milletvekili bile olabilecek). Yine kuşkunuz olmasın ki onun arkasındaki güçler, zamanı geldiğinde bir başka cinayetin talimatını vermek üzere “gizli“ kalmaya devam edecektir.

Burjuva ikiyüzlülüğü

Şimdi, onyıllardır başta Yunanlılar, Kürtler ve Ermeniler olmak üzere bütün kardeş komşu halklara karşı düşmanlığı körükleyen Türk şovenisti burjuva politikacıları ve basını timsah gözyaşları döküyor. Bu politikacıların ve gazetecilerin ikiyüzlülüğü öylesine bayağı ki insan ilk elde ne söyleyeceğini bilemiyor. Onların bir kısmı, sanki Dink yalnızca bir Ermeni aydını olduğu için öldürülmemiş gibi, onu Türk ilan ediyor; böylece onun gerçek kimliğini ortadan kaldırmaya çalışıyor. Bu yolla onlar –belki de hiç farkında olmadan- farklı dinlerden ya da uluslardan insanların varlığına olan tahammülsüzlüklerini ilan etmiş oluyorlar.

Dink, “Türklerin damarlarında zehirli bir kanın dolaştığı“ndan söz ederken tam da insanlarımızın “kanına işlemiş“ olan bu gizli (çoğu zaman farkında bile olunmadan ifade edilen) ırkçılığı kast ediyordu. Şimdi onun ölümüne ilişkin yorumlarda ifadesini bulan Türk ırkçılığını, “bu topraklarda yaşayan herkes Türk’tür!“ (yani herkes kendi kimliğini bir yana bırakıp Türk olmayı kabul etmek zorundadır) ve “Türkiye Türklerindir!“ (yani “Türk“ olmayı kabul etmeyenler çekip gitmelidir ya da “ya sev ya terk et!“) gibi sloganlarla, çok daha açık biçimde, faşistlerin savunduğunu biliyoruz.

Bir diğer kesimin Dink’in öldürülmesinin ardından aklına gelen ilk soru ise “acaba Batı ne diyecek ya da yapacak?“ oldu. “Devletin ve milletin çıkarları“ndan başka bir şey düşünmeyenlerin bu sorusunun ardında, elbette, Ermeni Soykırımı’nın tanınmasına ilişkin kaygılar yatıyor. Başta Fransa olmak üzere birçok ülkenin Ermeni Soykırımı’nı tanıdığını ve Türkiye’nin de tanımasını talep ettiğini; benzer yasaların ABD, İngiltere vb. “müttefik“lerin gündeminde olduğunu biliyoruz. Devletsever yazarlarımız, Dink’in ölümünden söz ederken ne bu faşist cinayetin gerçek anlamıyla ne de farklı dinlerden ve milliyetlerden insanların eşitlik temelinde kardeşçe yaşamasıyla ilgileniyorlar. Onların tek derdi, bu cinayetin 1915’teki Ermeni Katliamı’nı ret etmeyi sürdüren TC Devleti’nin işini zorlaştıracak olmasıdır.

Burjuva basında egemen olan bu iki tavıra, her zaman olduğu gibi, komplocu açıklamalar eşlik ediyor. Dink’in öldürülmesinin ardında “ülkeyi tam da AB sürecinin zora girdiği bir dönemde kaosa sürüklemek, Kerkük’ten, Kıbrıs’tan kopartmak ve Ankara’yı ödün vermeye zorlamak isteyen karanlık eller“in olduğundan söz edenler, gerçekte, katillerin kimliğini ve amaçlarını gizleme çabası içindedir. Onların bir kesimi öylesine pervasız ki, Dink’in “Ermeni diasporasına kafa tuttuğu için onun tarafından öldürülmüş olabileceği“ni bile öne sürebiliyorlar.

Önce katlet sonra “sahip çık”

Ancak burjuvazinin sözcüleri, “Dink’in öldürülmeden önce çağırıldığı İstanbul Valiliği’nde, bir Vali Yardımcısı’nın odasında meçhul bir şahıs tarafından tehdit edilmiş olduğu“ iddiası (Aydın Engin’in) ile Dink’in Kürtlere karşı kirli savaş döneminin kötü ünlü generali Veli Küçük tarafından sürekli tehdit edilmiş olduğu gerçeği karşısında ise “üç maymun“ rolünü oynuyorlar.

İlerici aydınların katledilmesinin, bu topraklardaki gerici güçlerin her zaman başvurduğu bir silah olduğu; bu silahı kullanan tetikçilerin arkasında ise devletin –ya da onun bir kanadının- yer aldığı hiç kimse için sır değil. Bu yolla egemenler, bir “düşman“ı daha ortadan kaldırmakla kalmayıp, aynı zamanda kitlelere ve muhalif politik önderliklere gözdağı verir, onların tepkisini ölçerler. Ancak hepsi bu kadar değil. Türkiyeli egemenler, son derece köklü bir başka geleneğe daha sahiptir. Osmanlı’dan devralınan bu geleneği, “önce katlet sonra sahip çık“ biçiminde özetlemek mümkün.

Egemen sınıflar ve devletin, önceki yıllarda, faşist tetikçilere katlettirdiği onlarca ilerici aydını “devlet töreni“ ile gömdüğünü ve onları “demokrasi kahramanı“ ilan ettiğini biliyoruz. Şimdi aynı senaryo, Dink için yaşama geçirilmektedir. Sermaye ve devlet, şimdi, yaşamı boyunca Ermeni toplumunun –ve diğer halkların- maruz kaldığı baskılara karşı çıkmış olan Dink’e sahip çıkmaya çalışıyor. Böylece onlar, Dink’i yaşamına damgasını vuran ilerici düşüncelerinden ve pratiğinden koparmak istiyorlar. Bu, fiziksel olarak ortadan kaldırdıkları Dink’in haklı davasını ve düşüncelerini de öldürme çabasıdır.

Ancak bütün bu çabalar nafiledir. Egemen sınıflar ve devlet ne 1915 Ermeni katliamını ne de diğer halklara karşı işlemiş oldukları insanlık suçlarını sonsuza kadar inkâr edebilir. Sorun, egemen sınıfların bütün bu suçları ne zaman ve nasıl itiraf edeceğidir.

Türkiyeli egemen sınıflar ve devlet, işçi sınıfını ve toplumsal muhalefeti 1980 askeri darbesi eliyle ezmiş olmanın kibriyle, işçi sınıfına ve kardeş halklara karşı işlemiş olduğu bütün suçlarını pervasızca inkâr etmeyi sürdürüyor. Ancak koşullar hızla değişmektedir. Önceki dönemde, Türkiyeli egemen sınıfların bütün suçlarını “komünizme karşı mücadele“ adına açıkça desteklemiş ya da görmezden gelmiş olan emperyalist devletler, bir süredir Ermenilerin, Kürtlerin vb. halkların sesine daha fazla kulak vermek zorunda kaldılar. Şimdi onlar, elbette kendi çıkarları gereği, bu mazlum halkların talepleri doğrultusunda, Türk devletini onlara karşı işlediği suçları kabul etmeye zorluyorlar.

Uluslararası sermayenin bu topraklardaki ortakları da işçi sınıfını daha rahat sömürmek ve komşu halklara yönelik ekonomik – politik hedeflere ulaşmak için, geçmişte işlenmiş suçları kabul edip “günah çıkarma“ya hazırdır. Ancak onlar bu ikiyüzlü planlarına “vatan – millet – din“ çığlıklarıyla karşı çıkan orta ve küçük sermaye sahipleri ile onların devlet içindeki ortaklarının direnişini aşmak zorundalar. Bu ittifak ise son derece güçlüdür. O, başarıyla kullandığı milliyetçi – dinci ideoloji sayesinde, hem işsiz yığınların hem de işçi sınıfının geniş bir kesimini kendisine yedeklemiş durumda.

İşçi sınıfı, mülk sahibi sınıfların farklı kesimleri arasında süren bu mücadeleyi dışarıdan izleme lüksüne sahip değildir. Onun, taraflardan birinin yanında yer alması ise kendi kuyusunu kazması anlamına gelecektir.

Unutmayalım ki Dink’in öldürülmesi, başta işçi sınıfı olmak üzere, ezilen ve sömürülen kitlelerin örgütsüzlüğünün ürünüdür. Ezilenler, bilinçli bir özne olarak milliyetçi ve / veya dinci gericilik ile onun ardındaki sermayenin karşısına dikilemediği sürece, aydınlarına sahip çıkamaz en kararlı öncülerini kurban vermeye devam ederler.

İnkâra son!

Hiç kimse kendisini aldatmasın! Dink’e yönelik saldırı ne bir “manyak“ın bireysel eylemidir ne de o “Türk devletinin ve ulusunun çıkarlarına yönelik bir komplo“dur. Dink’in öldürülmesi, ardında hangi orta ve uzun vadeli hesap yatıyor olursa olsun, öncelikle ve doğrudan Ermeni kardeşlerimize yönelik bir saldırıdır.

Ermeni aydını Dink’in yaşamına mal olan bu haince saldırının son olması, açık ki, ezilen kitlelerin, bugün Türk milliyetçiliği ve dincilik biçiminde ifade edilen gericiliğin karşısına dikilmesiyle mümkündür. Farklı dinsel ve ulusal kökenlere sahip insanlar arasına düşmanlık tohumu serpmeye çalışan ırkçı – dinci terörist saldırılara ilk olarak ve öncelikle karşı çıkması gerekenler de bu topraklarda çoğunluğu oluşturan Türklerdir.

Ancak Türk halkı “bölünmez bir bütün“ değildir. O, bir yanda Kürt, Ermeni, Rum vb. kardeşleriyle açlığı ve sefaleti paylaşan emekçilerden öte yanda ise dünyanın bütün zenginliklerinden yararlanan küçük bir azınlıktan oluşmaktadır. Yani Türkler –bütün diğer uluslar gibi- farklı çıkarlara sahip sınıflara bölünmüştür. Bu sınıflar arasında, bugün Dink’in kişiliğinde Ermeni kardeşlerimizi hedeflemiş olan gerici teröre karşı koyabilecek tek güç işçiler, emekçilerdir. Çünkü mülk sahibi sınıfların desteklediği gerici – faşist terörden zarar gören asıl güç işçi sınıfıdır; çünkü insan soyunun milliyet, din vb. gerici temellerde bölünmesi, öncelikle işçi sınıfının bölünmesi ve sermayeye karşı mücadelede güçsüzleşmesi demektir.

Dink’in katledilmesinin ardından sokağa çıkan ve “Yaşasın halkların kardeşliği”, “Katil devlet hesap verecek”, “Hepimiz Dink’iz, hepimiz Ermeni’yiz” türü sloganlarla cinayeti protesto eden insan sayısının bir kaç yüzle sınırlı kalması, kim ne derse desin, başta sendikalar olmak üzere işçi örgütlerinin başına çökmüş olan bürokratlar için utanç verici bir durumdur. Ancak bu utanç verici durumun sorumluluğu yalnızca egemenliklerini, bugün Dink’i hedeflemiş olan milliyetçi – dinci terörün patronlarıyla işbirliği içinde sürdüren bürokratlara yıkmak mümkün değildir.

Dink’in katli, başta Türkler olmak üzere işçilerin – emekçilerin geçmişte ilerici aydınlara, Rumlara ve Kürtlere yönelik faşist terör karşısındaki sessizliğinin ürünüdür. Bugün Ermeni kardeşlerimizle eylemli dayanışma içinde olmamak, faşist teröre kitlesel biçimde karşı koymamak, yeni terörist saldırıları cesaretlendirmekten başka bir anlama gelmeyecektir. Bu yüzden, başta Türkler olmak üzere sendikalı işçiler, “damarlarında“ Dink’in sözleriyle, “zehirli kan (Türk milliyetçiliği) dolaşan“ bürokratları sıcak odalarında yalnız bırakmalı ve faşist teröre karşı Ermeni kardeşlerimizle eylemli dayanışmalarını ifade etmelidir.

Dink’in katlinin ardında, sermayenin ve devletinin onyıllardır körüklediği milliyetçi ve dinci gericilik yatmaktadır.

Bütün ırkçı ve dinci örgütler yasaklansın!

Dink’in katlinin ardında, başta Ermeni katliamı olmak üzere kardeş halklara karşı işlenmiş insanlık suçları yatmaktadır.

Devlet arşivleri ve bütün gizli anlaşmalar açıklansın!

Dink’in katlinin ardında, “komünizme ve bölücülüğe karşı mücadele“ için onyıllar önce oluşturulmuş kontrgerilla örgütü yatmaktadır.

Kontrgerilla lağvedilsin!

Dink’in katlinin ardında, devlet –ya da onun bir kanadı- yatmaktadır.

Devletin, bu topraklarda işçi sınıfına ve kardeş halklara karşı işlenmiş suçlardan (1915 Ermeni Katliamı; 6–7 Eylül 1955’te Rumlara karşı girişilen linç ve yağma; 1 Mayıs 1977 katliamı; K. Maraş ve Sivas katliamları; Kürtlere karşı kirli savaş; Susurluk) ve ilerici aydınlara yönelik cinayetlerden sorumlu olduğu resmen kabul edilsin; sorumluları yargılansın!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir