Halkların Demokrasi Partisi’nin (HDP) Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, partisinin, devlet başkanlığı seçimlerinin olası ikinci turunda “muhalefetin adayı”nı destekleyeceğini açıkladı.
HDP’nin önceki gün Antalya’nın Kepez ilçesindeki mitinginde konuşan Temelli, “Demokrasi güçleri ikinci turu da alacak. Türkiye’de demokrasi ve barış isteyenler, ‘Tek adam rejimi gitsin’ diyenler bir araya geldi. Barajı yıkacağız, siz de gideceksiniz. Parlamentoda çoğunluk bizde olacak. İkinci tura kalacak muhalefet adayına hep birlikte destek vereceğiz. Bu Demirtaş ise Demirtaş, İnce ise İnce. Ama birinci turda herkes kendi adayını destekleyecek,” dedi.
Temelli, ikinci tura kalabilecek burjuva muhalefet adaylarından söz ederken, “Millet İttifakı”nın ikinci büyük bileşeni İYİ Parti’nin önderi Meral Akşener’den söz etmedi. Onun, muhtemelen Selahattin Demirtaş’tan daha fazla oy alacak olan bu sağcı, Türk milliyetçisi önderin adını anmaması, elbette, bir unutkanlıktan kaynaklanmıyordu.
HDP’nin sözcüsü Ayhan Bilgen, eş genel başkanından çok daha açık sözlüydü. O, Fox televizyon kanalında İsmail Küçükkaya ile yaptığı söyleşide, devlet başkanlığı seçimlerinin ikinci tura kalması ve Erdoğan’ın karşısına Meral Akşener’in çıkması durumunda onu destekleyeceklerini söyledi.
“Evet, bu konuda netiz. Bizim açımızdan kişiler üzerinden siyaset doğru değildir. Tek adam rejimi bütün adaylar için yanlıştır. Kim olursa olsun bu yanlışa karşı tavır koymalıyız,” sözleriyle ilkeli bir duruş sergiliyormuş numarası yapan Bilgen, “sokakta yaptıkları bir espri”yi aktardı: “bu seçimde [milletvekilliği seçimini kastediyor] bir milyon oy verin; eğer [devlet başkanlığı seçimlerinde] muhalefetin başka bir adayı ikinci tura kalırsa 6 milyon oy alın.”
Kasaba tüccarlarını bile kıskandıracak olan bu “espri”, HDP’de temsil edilen Kürt milliyetçilerinin ve onların yörüngesinde dolanan sahte solcuların sahip oldukları tek ilkenin, NATO ve AB emperyalizmine hizmet olduğunu bütün çıplaklığıyla göstermektedir.
Sosyalist Eşitlik, konuya ilişkin bugüne kadar yaptığı bütün değerlendirmelerinde, bu gerçekliği vurgulamıştır. En son, 24 Haziran seçimlerine ilişkin açıklamamızda, milliyetçilik ekseninde birbirinden ayrılan “Millet İttifakı” ile HDP önderliğindeki Kürt milliyetçileri-sahte sol seçim bloğunun emperyalizme hizmet ve işçi sınıfına düşmanlık konusunda nasıl defalarca bir araya geldiğini örnekleriyle özetledik.
HDP, NATO/AB yanlısı politikalar izlediği süreçte Erdoğan’ın işçi sınıfına karşı işlediği suçların başlıca ortaklarından biriydi. AKP iktidarı ile PKK arasındaki sözde “barış süreci” döneminde, Ankara’nın, bizzat Abdullah Öcalan tarafından övgüler yağdırılan yeni Osmanlıcı yayılmacı politikalarına destek veriyordu.
HDP’nin önceli olan Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), Kürt işçilerinin ve gençlerinin Haziran-Temmuz 2013’teki Gezi Parkı protestolarına katılmasını engellemek için, aynı CHP ile sendika bürokrasileri gibi, elinden geleni yaptı ve bunda büyük ölçüde başarılı oldu. HDP, bütün diğer Kürt milliyetçisi burjuva önderlikler gibi, yine CHP ile aynı doğrultuda, metal işçilerinin başını çektiği işçi sınıfı mücadeleleri karşısında üç maymun rolü oynadı ve onların yenilgiye uğramasına katkıda bulundu.
Dahası, HDP, tam da Erdoğan’ın hem onu hem de bir bütün olarak Kürtleri açıkça hedef tahtasına yerleştirildiği 2015 yılında, 7 Haziran seçimlerinden sonra, Ağustos ayı sonunda kurulan “seçim hükümeti”ne bakan verdi. CHP’nin öncesinde AKP ile koalisyon görüşmeleri yaptığı bu süreçte yeterince zaman kazanan Erdoğan, Kürt illerindeki devlet terörünü tırmandırdı ve 1 Kasım’da AKP’yi yeniden tek başına iktidara getirecek olan militarist, şoven milliyetçi bir atmosfer yaratmayı başardı.
HDP, yaklaşık 4.000 kişinin öldürüldüğü, 10.000’den fazla insanın hapse atıldığı ve 200.000 kişinin evini terk etmek zorunda kaldığı Kürt kentlerine ve kasabalarına yönelik ağır saldırılar (“hendek savaşları”) sırasında, TBMM kürsüsünden etkisiz protestolarda bulunmaktan başka bir şey yapmadı.
HDP’nin 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi karşısındaki tavrı, aynı CHP ile “Millet İttifakı”ndaki ortaklarınınki gibi, sessizce sonucu beklemek oldu. HDP, ABD-Almanya destekli bu darbe girişimine, yalnızca onun sokaklara dökülen kitleler tarafından yenilgiye uğratılması kesinleştiğinde karşı çıktı. HDP, 16 Nisan 2017 anayasa referandumunun hileli sonuçlarına karşı kitlesel protestoların yayılamamasında ve bir süre sonra yatıştırılmasında da, ortak bir NATO/AB yanlısı “Hayır” kampanyası sürdürdüğü CHP ile birlikte, başrolü oynadı.
En önemlisi, CHP ve “Millet İttifakı” içindeki ortakları ile HDP, milliyetçilik ekseninde birbirlerine karşı gibi görünmekle birlikte, Ortadoğu’daki emperyalist savaşlara ve rejim değişikliği operasyonlarına karşı değildir. Onlar, aralarındaki anlaşmazlıkların, NATO’daki ve AB’deki emperyalist güçlerin hakemliği altında çözülebileceğini düşünüyorlar.
Yukarıda özetlediğimiz yakın geçmişe ilişkin örnekler ve HDP’nin eş genel başkanı Sezai Temelli’nin ve parti sözcüsü Ayhan Bilgen’in aslında bilineni ortaya koyan açıklamaları, emperyalist sistemin daha genel ve temel dinamiklerinin, ona tabi gecikmiş kapitalist ülkelerin burjuvalarının milliyetçi politikalarına yön verdiğinin yalın göstergeleridir.
Her ikisi de NATO/AB savunucusu olan iki burjuva muhalefet bloğu, 24 Haziran seçimlerinde, başlıca emperyalist devletler tarafından uzun süredir hedef tahtasına yerleştirilmiş olan Erdoğan karşısında güçlerini birleştirmek zorundaydı ama ortada önemli bir sorun vardı: Türk milliyetçileri ile Kürt milliyetçileri, hem de Suriye’de yaklaşmakta olan etnik kökenli bir savaşın ortasında, nasıl bir araya getirilecekti?
Sahte solun en ateşli çığırtkanlığını yaptığı “AKP faşizmine”, “istibdat yönetimine”, “tek adam/tek parti rejimine” karşı “demokrasi”, “insan hakları”, “adalet” ve “barış” uğruna mücadele için “tüm demokrasi güçlerinin birliği” masalı, tam da bu sorunu çözmek üzere üretilmiştir.
Böylece, en aşırıları 1990’ların eski bir içişleri bakanı ve aşırı Türk milliyetçisi Meral Akşener ile 2 Temmuz 1993’teki Sivas katliamının başlıca sorumlularından biri olan dönemin belediye başkanı Temel Karamollaoğlu olan, tamamı sağcı muhalefet partileri ve devlet başkanı adayları, bir anda demokrasinin savunucuları (!) haline geldiler.
“Millet İttifakı” ile HDP önderliğindeki Kürt milliyetçisi-sahte sol ittifak arasındaki birliği sağlama işi de CHP ile HDP arasında kapalı kapılar arkasında yapılan pazarlıklar üzerinden ve sahte solun katkısıyla çözüldü.1 Önce, sahte solun geleneksel olarak CHP’ye yakın duran kesimlerinden (Halkevleri) kimi isimler HDP’den milletvekili adayı gösterildi ve aynı 7 Haziran 2015 seçimlerinde olduğu gibi, HDP’nin yüzde 10 barajını aşamaması durumunda AKP’nin otomatik olarak alacağı en az 55-60 milletvekilliği konusu işlenmeye başlandı. CHP, böylece, HDP’nin yüzde 10 barajının altında kalmaması için gerekeni yapacağının işaretini veriyordu.
CHP’nin devlet başkanlığı adayı Muharrem İnce’nin Selahattin Demirtaş’ı hapiste ziyaret etmesi, Kürt illerinde HDP destekli mitingler düzenlemesi ve Kürtlerin temel demokratik haklarını tanıyacağını ilan etmesi, bu tablonun kamuoyu oluşturma, yani Kürt işçilerini ve gençlerini ikna etme yanını ifade ediyordu.
Bununla birlikte, bu “ikna” faaliyeti, CHP’nin askeri darbelere verilen desteklerle, işçi sınıfına ve demokratik haklara yönelik en ağır saldırılarla ve Kürtlere yönelik 95 yıllık zulümle damgalanmış sicilini unutturamayacaktır.
Benzeri bir durum, on yıllardır emperyalist güçler ya da bölgedeki devletler ile kirli pazarlıklar yapan ve yüz binlerce insanın öldürüldüğü Irak’taki ve Suriye’deki emperyalist müdahaleleri destekleyen Kürt milliyetçileri için geçerlidir. Tüm bu burjuva önderlikler, Ortadoğulu emekçilerin ve gençliğin nefretini fazlasıyla hak etmişlerdir.
Onların ve sahte solcu uydularının bütün iddialarının tersine, “Millet İttifakı” ve Kürt milliyetçisi burjuva muhalefet, “kötünün iyisi” değildir. Sırtını NATO’ya ve AB’ye yaslayan bu partiler, en az AKP kadar gericidirler ve emperyalizmin savunucularıdır.
Seçim açıklamamızda, “işçileri ve gençleri, kitlelerin karşı karşıya oldukları ağır toplumsal sorunların ya da bölgedeki savaş katliamlarının, kapitalist sınıfın herhangi bir hizbinin önderliği altında hiçbir çözümü olamayacağı konusunda” uyarmıştık.
Daha önceki bir yazımızda belirttiğimiz gibi,
“Emperyalist savaşa yönelimine ve Türkiye’de hüküm süren otoriter yönetim biçimleri de dahil olmak üzere savaşın yıkıcı ekonomik ve sosyal sonuçlarına karşı tutarlı biçimde mücadele edecek olanlar, egemen sınıfın Erdoğan’ın küçük burjuva muhalifleri tarafından desteklenen kesimleri değil; Ortadoğulu, Amerikalı ve Avrupalı işçilerle yakın işbirliği içindeki Türkiye işçi sınıfıdır.
Türkiye işçi sınıfı, bu felakete gidişi, yalnızca bağımsız siyasi önderliğini; yani, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi tarafından geliştirilmiş enternasyonalist, devrimci sosyalist perspektife ve programa dayanan Sosyalist Eşitlik Partisi’ni kurarak durdurabilir.”2
Dipnotlar:
1 Bkz. Yusuf Ateşçi, “Demokrasi İçin Birlik ve sahte sol”, 30 Ekim 2016. Erişim: https://www.sosyalistesitlik.org/demokrasi-icin-birlik-ve-sahte-sol/
2 Halil Çelik, “Küçük burjuva Türk solu NATO yanlısı burjuva muhalefetin kuyruğunda”, 26 Mayıs 2018. Erişim: https://www.sosyalistesitlik.org/kucuk-burjuva-turk-solu-nato-yanlisi-burjuva-muhalefetin-kuyrugunda/