18 Mayıs Cumartesi günü Şanlıurfa’nın Halfeti ilçesinde düzenlenen operasyondan sonra, bir özel harekat polisinin ve iki PKK üyesinin öldüğü açıklanmıştı. Çatışmanın ardından, Halfeti ve Bozova ilçelerine bağlı köylerde çok sayıda eve baskın düzenlenmiş ve onlarca kişi gözaltına alınarak Şanlıurfa Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele (TEM) Şubesi’ne götürülmüştü.
Bu gelişmelerin ardından, Halfeti Jandarma Karakolu’nun bahçesi olduğu belirtilen yerde çekilmiş, çok sayıda kişinin ters kelepçeli olarak yüzüstü bir şekilde yere yatırıldığını gösteren açık bir işkence fotoğrafı sosyal medyaya yansıdı. Gözaltında işkence iddiaları hakkında açıklama yapan Şanlıurfa Barosu İnsan Hakları Merkezi, aralarında çocukların da olduğu en az 38 kişinin gözaltına olduğunu açıkladı.
Baro Başkanı Abdullah Öncel, Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı ile yaptığı görüşmede, avukatlara getirilen bir kişiyle görüşme sınırlamasının kaldırılması, görüşmelerde polis olmaması, gözaltına alınanlara yönelik kötü muamelenin ve işkencenin durdurulması ve gözaltına alınanların sağlık kontrollerinden geçirilmesi taleplerini aktardıklarını belirtti. İşkencenin ters kelepçeyle yere yatırılmakla sınırlı olmadığını açıkça gösterecek şekilde, işkenceye uğradığını belirtenlerin hiçbirinin hastanede darp raporu almasına izin verilmemişti.
24 Mayıs’ta, Gaziantep Barosu İnsan Hakları Merkezi’nden yedi avukat, Şanlıurfa Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’ne giderek görüşmeler yaptı. Avukat Bülent Duran, yaptığı açıklamada, şunları belirtti: “Gözaltına alınan kişiler, gözaltına alınma sırasında yüzükoyun yere yatırılıp ters kelepçe edildikten sonra uzun süre işkenceye maruz kalmışlar. Bu durum ele geçirilen fotoğraftan ve şahıslardaki yara izleri ile dikiş izlerinden açıkça anlaşılıyor ve şahısların beyanları ile örtüşüyor.”
Avukat Duran, gözaltındaki altı kişiyle görüşme talep ettiklerini ancak iki kişi ile parmak izi işlemine götürüldükleri gerekçesiyle görüştürülmediklerini ve aradan iki saat geçtikten sonra da bu kişilerin getirilmediğini belirtiyordu. Avukatlar, görüşülenlerin tamamında şiddet izleri olduğunu ifade ediyor. Gözaltındakilerin biri, avukatlara, kendisine elektrik verildiğini ve hayalarının sıkıldığını aktarıyor.
Konuyla ilgili 27 Mayıs Pazartesi günü açıklama yapan bir diğer avukat, Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Gaziantep Şubesi’nden Ergin Sözen, 20 kişinin gözaltı süresinin uzatıldığını ve Sulh Ceza Hakimliği’nin gözaltı süresinin uzatılmasına dair kararında işkence iddialarına yer verdiğini belirtti. Sözen, şunları söylüyordu: “Hakim, savcılığa tavsiyede bulunarak, şüphelilerin, tutuldukları Urfa Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesinden başka bir yere gönderilmeleri gerektiğini ifade etti. İşkence o kadar bariz ki hakim bile şikayeti zapta geçirmek zorunda kaldı.”
Elektrik verme ve zorla ifade alma durumunun yaşandığını belirten Sözen, savcılık ve emniyet yetkililerinin, bu konuda, “Her şey hukuka uygun,” yanıtını verdiklerini söylüyor. Hakimliğin, şüphelilerin başka şubeye sevk edilmesi talebi de savcılık tarafından reddedildi.
En temel anayasal ve yasal hakların bir kez daha hiçe sayıldığı bu ortamda, İmralı Cezaevi’nde tutulan PKK önderi Abdullah Öcalan ile avukatları arasında 22 Mayıs’ta ikinci bir görüşme gerçekleşti. İlk görüşme, 8 yıl aradan sonra, 2 Mayıs’ta gerçekleşmiş ve ardından, Adalet Bakanlığı, görüşme yasağının kalktığını açıklamıştı.
Öcalan, beklendiği üzere, hapishanelerde ve dışarıda 6 bin dolayında kişinin kendisi üzerindeki tecridin sona ermesi için sürdürdüğü açlık grevlerinin ve ölüm oruçlarının sona ermesi çağrısı yaptı. Çağrının ardından Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari milletvekili Leyla Güven, eylemini sona erdirdiğini açıkladı. Tutuklular da, yaptıkları açıklamayla açlık grevlerini ve ölüm oruçlarını sonlandırdıklarını belirttiler. Bu süreçte, birden fazla kişinin, Öcalan üzerindeki tecridi protesto etmek için hapishanede kendisini öldürdüğü açıklanmıştı.
Aynı süreçte, açlık grevi yapan çocukları için Gebze Cezaevi önünde oturma eylemi yapmaya çalışan annelere polis saldırmış ve yaşlı kadınlara yönelik kötü muameleyi gösteren bir video yaygın öfkeye yol açmıştı.
Abdullah Öcalan’la yapılan görüşmenin ayrıntılarını 26 Mayıs’ta kamuoyuna açıklayan Asrın Hukuk Bürosu avukatları Newroz Uysal, Rezan Sarıca, İbrahim Bilmez ve Raziye Turgut, Öcalan’ın mesajının yanı sıra Asrın Hukuk Bürosu adına hazırlanan bir metni okudular. Açıklamada, Öcalan’ın, “Mesajlarının tüm demokrasi güçlerine, Türkiye’nin her yelpazesindeki siyasi yapılara ve devlete” olduğu söyleniyor ve “İmkan olursa Suriye’nin bütünlüğü içinde Kürt sorunu dahil Suriye’nin tüm sorunları konusunda pozitif rol oynayacağını,” belirttiği ifade ediliyordu.
Öcalan ile 2 Mayıs’ta yapılan görüşmenin 6 Mayıs’ta avukatları tarafından açıklanan mesajında da şunlar belirtilmişti: “İnanıyoruz ki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) kapsamında Suriye’deki sorunların çatışma kültüründen uzak durularak; içinde bulundukları konumun, durumun Suriye’nin bütünlüğü çerçevesinde Anayasal güvenceye kavuşturulmuş yerel demokrasi perspektifinde çözüme ulaştırılması amaçlanmalıdır. Bu bağlamda Türkiye’nin hassasiyetlerine de duyarlı olunmalıdır.” [vurgular sonradan]
Her iki açıklama da, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan önderliğindeki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin, bu konuyu, yalnızca İstanbul seçiminde “Kürtlerin oylarını almak” ile sınırlı görmediğini ortaya koymaktadır. Öcalan’ın önerdiği “rol”, Suriye’deki vekil savaşının kışkırtıcısı ve yüz binlerce ölümün, milyonlarca kişinin sığınmacı olmasının başlıca sorumlusu olan ABD emperyalizminin Suriye’deki en önemli vekil gücü haline gelmiş olan Kürt milliyetçisi YPG ile bu savaşta büyük bir sorumluluğu bulunan AKP hükümetini ve Türkiyeli egemenleri uzlaştırmaktır.
“Suriye’nin bütünlüğü” ve “Türkiye’nin hassasiyetleri” ifadeleri, Ankara’nın başlıca önceliğine, yani Suriye’nin kuzeyinde PKK önderliğinde ABD güdümünde bir Kürt devletinin ya da oluşumunun ortaya çıkmaması önceliğine denk düşmektedir.
Ne var ki bu “uzlaşma”, barışa ve demokrasiye değil, yalnızca, ABD emperyalizminin himayesine ve onun özellikle İran’a ve Rusya’ya karşı yeni savaş hazırlıklarına dayanabilir. Anlamlı bir şekilde, burjuva muhalefetin ve onun arkasındaki sahte solun gündeminde olmasa da, ABD, son haftalarda, İran’a karşı askeri müdahale hazırlıklarını görülmemiş seviyeye getirdi. Bölgeye uçak gemileri, nükleer kapasiteli bombardıman uçakları ve 1.500 civarında asker konuşlandırılıyor.
Pentagon, bölgeye, Irak işgalinden önce olduğu gibi 120.000 asker konuşlandırma planı yaparken, hızla bir dünya savaşına dönüşebilecek olan bu tehlikeli gelişmelere yönelik sessizlik, ABD emperyalizmine karşı görünme rolünü çoktan terk eden ve onunla burjuva muhalefet üzerinden uzlaşma yolunu izleyen sahte solun suç ortaklığını belgeliyor.
Suriye’de ise, Türkiye’nin de destek verdiği, Batı destekli El Kaide bağlantılı milislerin son kalesi olan İdlib’e Esad hükümetinin Rusya destekli harekatı, ABD’nin yeniden uydurma kimyasal silah iddialarını gündeme getirmesine yol açtı. ABD, Esad hükümetinin devrilmesi hedefinden vazgeçmiş değil ve İran’ı enerji zengini ve jeostratejik açıdan büyük önem taşıyan Ortadoğu üzerinde tam egemenlik kurma hedeflerinin önünde bir engel olarak görüyor. Tüm bu politika, ABD’nin başlıca rakipleri olarak ilan edilen Rusya’yı ve Çin’i hedef alma politikasının bir parçasını oluşturuyor.
Başından beri özünde Türk ve Kürt burjuvazisinin ABD emperyalizminin küçük ortağı olarak bölgede işbirliği yapma emellerini ifade eden “çözüm süreci”ne dönüş hedefinin arkasında, Ortadoğu’da ABD önderliğinde süren emperyalist paylaşım savaşında birlikte yer alma perspektifi yatmaktadır. HDP’nin hapse atılan eski eş başkanı Selahattin Demirtaş, bunu, 2016’da, hükümete, bir tarafına “PYD’yi, öbür tarafınıza PKK’yi alsaydınız,” diyerek ifade etmişti.
Açıklamalar, ABD’nin, Ankara’nın Rus yapımı S-400 hava savunma sistemi alımında ısrar etmesi üzerine Türkiye’yi yaptırımla tehdit ettiği koşullarda geliyor. CNBC’nin geçtiğimiz hafta yayınlanan bir haberine göre, ABD bu konuda Türkiye’ye iki hafta süre vermiş durumda. Washington, yetmiş beş yıllık askeri-stratejik ortağı Ankara’yı, S-400 almaktan vazgeçmemesi halinde, NATO’dan çıkarılma olasılığı dahil, askeri-güvenlik bağlarının seviyesini ciddi biçimde düşürmekle tehdit ediyor. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), S-400 alımıyla ilgili son açıklamasında, NATO ile ortak komisyon kurulmasını ve komisyonun çalışmaları tamamlanana kadar S-400 alımının ertelenmesini talep etti.
Bu ortamda, son yıllarda HDP’li milletvekillerinin hapse atılmasından, bölgedeki ve Suriye’deki askeri harekatlara kadar her önemli konuda hükümete arka çıkmış olan ve şimdi de Halfeti’deki anayasa ihlallerine ve işkenceye sessiz kalan CHP önderi Kemal Kılıçdaroğlu, HDP ile kurulan seçim ittifakını kalıcı hale getirme yönünde adımlar atıyor.
Kılıçdaroğlu’nun geçtiğimiz günlerde yaptığı ve baştan sona ikiyüzlülük üzerine kurulu olan, “Kürtçenin yasal olarak kullanılması, öğrenilmesi, okutulması konusu tamamen yasal bir düzenleme ve bu yasal düzenlemenin de yapılması gerekiyor,” açıklaması, bu adımlara denk düşmektedir. Onlarca yıldır Kürt halkının ezilmesine suç ortaklığı yapan ve onun en temel demokratik haklarının hiçe sayılmasını destekleyen CHP’nin bu politikasının bir demokrasi savunuculuğu olduğunu düşünmek büyük saflık olur. Aynı iddia, çok değil, on yıl kadar önce AKP için dile getiriliyordu.
31 Mart yerel seçimleri öncesinde CHP önderliğinde kurulan ve AKP’den emperyalist güçlere daha belirgin yönelimleri ve onlarla daha sıkı ilişkileri ile ayrılan burjuva muhalefet ittifakı, İstanbul seçimlerinin gayrimeşru bir şekilde iptalinin ardından daha da pekişmiş durumda. Kılıçdaroğlu’nun açıklamasının yanı sıra, Ekrem İmamoğlu’nun HDP’nin tutuklu eski eş başkanı Selahattin Demirtaş’a sempatisini ifade etmesi, HDP’nin ve Demirtaş’ın da 23 Haziran’da tekrarlanacak olan İstanbul seçimlerinde İmamoğlu’na destek açıklaması, bunun bir ifadesi. Bu noktada, ittifakın bir diğer ortağı konumunda olan aşırı sağcı İYİ Parti’nin önderi Meral Akşener’in “Derhal o müzakere masasından kalkın” açıklamasına karşın, CHP’den Öcalan’la görüşme konusunda bir açıklama gelmedi.
ABD’nin İran’a karşı ekonomik savaşının ve askeri savaş hazırlıklarının tırmandığı, Suriye’de cihatçı vekillerini kurtartmak için yeniden saldırı tehdidinde bulunduğu ve AKP hükümetinin tüm uzlaşma çabalarına rağmen Türkiye’yi yaptırımla tehdit ettiği koşullarda, Türkiye’de ve Ortadoğu’da barışın ya da demokrasinin gelişebileceğinden söz etmek, işçi sınıfı ve gençlik içinde artan muhalefeti kapitalist düzen kanallarına akıtmayı amaçlayan bir aldatmacadan ibarettir. Tüm dünyada olduğu gibi, hakim olan yönelim, TÜSİAD başta olmak üzere, Türk ve Kürt burjuvazisinin ve onların tüm partilerinin hemfikir olduğu savaş, diktatörlük ve toplumsal karşıdevrim yönelimidir.
Seçenekler, sahte solun iddia ettiği gibi, ya AKP-MHP ittifakı ya da CHP-İYİ Parti-HDP ittifakı biçiminde değil; ya emperyalizm destekli burjuvazinin çözümü ya da uluslararası işçi sınıfının çözümü biçimindedir.
İşçi sınıfının çözümünü ifade eden ve ileriye giden tek yol, Ortadoğu’yu mahveden ve Kürt halkının süregiden ezilmesinden de sorumlu olan emperyalist güçlere ve onların bölgedeki suç ortaklarına karşı işçi iktidarının ve uluslararası işçi sınıfının birliğinin kurulması programına dayanan sosyalist bir hareketin inşa edilmesinden geçmektedir. Demokrasi ile bağdaşmayan ve savaşın temel nedeni olan kapitalizme karşı sosyalizm uğruna mücadeleyi ifade eden bu perspektif, gerçek barışın, demokrasinin ve toplumsal eşitliğin kurulmasının tek yoludur.