Elektromekanik Metal İşverenleri Sendikası’na (EMİS) bağlı fabrikalarda çalışan 2.200 metal işçisi, hükümetin grevi yasaklama kararına meydan okuyarak General Elektrik-Grid Solutions (Alstom), ABB Elektrik, Schneider Enerji ve Schneider Elektrik işletmelerine bağlı fabrikalarda bugün iş bıraktı.
Birleşik Metal-İş Sendikası ile patron sendikası EMİS arasındaki toplu iş sözleşmesi (TİS) görüşmelerinin anlaşmazlıkla sonuçlanması üzerine alınan grev kararı 20 Ocak Cuma günü uygulamaya konmuş ama hükümet tarafından, “kamu güvenliğini ve sağlığını tehdit ettiği” gerekçesiyle, 60 gün “ertelenmişti”. Hükümet, 18 Ocak Çarşamba günü başlayacak olan Asil Çelik işçilerini grevini de bir gün önceden yasaklamıştı.
Gerçekte yasaklama anlamına gelen bu kararın işçiler arasında yarattığı öfke sonucunda, Birleşik Metal-İş sendikası, işyeri temsilcileriyle yapılan bir toplantının ardından hafta sonu yaptığı bir açıklamada, “iş yerlerini eylem alanına dönüştürüyoruz” sloganı altında, üretimi durdurma kararı almak zorunda kaldı. Birçok ilde Birleşik Metal-İş’te örgütlü işçiler fabrikalarında dayanışma eylemleri yaptılar.
Birleşik Metal-İş sendikasının yayınladığı bildiride, siyasi iktidarın yıllardır uyguladığı “grev ertelemeleri”nin gerçekte grev hakkını ortadan kaldırdığı vurgulanıyor ve “hükümetin sadece ve sadece patronları koruyan, işçinin alın terini gözetmeyen, işçilerin grev hakkını elinden alan, anayasal bir hakkın kullanımını engelleyen kararını tanımıyoruz.” deniyor.
AKP iktidarları altında süreklilik kazanan “grev ertelemeleri” sonucunda, son on yıl içinde, maden, cam ve lastik işkollarında on binlerce işçinin grev hakkı defalarca gasp edildi; 2015 yılında, on binlerce metal işçisini kapsayan MESS grevi yasaklandı.
Hükümetin grevleri “erteleme” adı altında yasaklayan uygulamaları 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen olağanüstü hal (OHAL) sürecinde genişletilmiş ve kolaylaştırılmıştır. AKP iktidarı, 22 Kasım 2016’da çıkarttığı 678 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle (35. Madde), 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 63. maddesinin birinci fıkrasını şu şekilde değiştirdi:
“(1) Karar verilmiş veya başlanmış olan kanuni bir grev veya lokavt; genel sağlığı veya millî güvenliği, büyükşehir belediyelerinin şehir içi toplu taşıma hizmetlerini, bankacılık hizmetlerinde ekonomik veya finansal istikrarı bozucu nitelikte ise Bakanlar Kurulu bu uyuşmazlıkta grev ve lokavtı altmış gün süre ile erteleyebilir. Erteleme süresi, kararın yayımı tarihinde başlar.”
Sözde, 15 Temmuz darbe girişiminin ardındaki “FETÖ ile mücadele” adına ilan edilen OHAL’in asıl olarak işçi sınıfını hedeflediğini ilk günden beri vurguluyoruz (bknz: OHAL, kaçınılmaz olarak işçi sınıfına yönelecektir) ve bu gerçeği bütün sendikacılar biliyor. Nitekim Birleşik Metal-İş, bildirisinde, utangaç bir şekilde “eylemlerimiz… OHAL’i demokratik hakların kullanılmasının önüne engel olarak koyan hükümete uyarı eylemidir.” diyor (sanki “demokratik hakların kullanılmasına” engel olmayan bir OHAL mümkünmüş gibi!).
Bununla birlikte, Birleşik Metal-İş dahil, hiçbir sendika OHAL ilanına karşı çıkmamış, üyelerini OHAL’e karşı harekete geçirmemiştir. Tersine, sendika bürokratları, bağlantılı oldukları siyasi partilerin kuyruğunda, bütün güçleriyle, iktidarın savaş ve diktatörlük gündemine karşı bir işçi sınıfı hareketini engellemeye çalışıyorlar.
Onlar, işçi sınıfını mevcut siyasi sistem içinde tutmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Sendika bürokratları, bu amaçla, işçilerin en temel taleplerinin (insan onuruna yaraşır ücretler, yaşam ve çalışma koşulları) özünde siyasi olduğu ve yalnızca işçilerin sermayenin partilerinden bağımsız ve onlara karşı siyasi mücadelesi yoluyla gerçekleşebileceği gerçeğini gizliyorlar.
Sendikaların işçi sınıfını sermaye partilerinin boyunduruğu altında tutmaya yönelik bu çabası, Birleşik Metal-İş’in bildirisinde de ifadesini buluyor. Metal işçilerinin mücadelesinin “patronlara ve her daim patronların taleplerini emir kabul eden hükümetin grev yasaklarına karşı bir mücadele” olduğunu söyleyen sendika bürokratları, aynı cümlede, onun “üyelerimizin talepleri doğrultusunda bir toplu sözleşme imzalanıncaya kadar” süreceğini ilan ediyorlar.
İşçilerin basıncıyla ve aynı 2015’te olduğu gibi sendikadan bağımsız bir eyleme girişmelerini önlemek için bugünkü işbaşı yapmama kararını almak zorunda kalan Birleşik Metal-İş bürokratları, “grev yasaklarına karşı mücadele”nin siyasi bir talep olduğunu ve TİS yoluyla çözülemeyeceğini bilmiyor değiller. Onların tek amacı, metal işçilerinin bağımsız siyasi çıkarları olan bir sınıf olarak davranmalarını ve sermayenin partilerinden ve onların uzantısı sendikalardan kopmasını engellemek ve bu doğrultuda, tabandan gelen basıncı bir şekilde düzen kanalları içine hapsetmektir.
İşçilerin uluslararası bir sınıf olarak kendi bağımsız çıkarları olduğunun bilincine varmalarını engellemeye yönelik bu çabanın bir diğer ve en somut ifadesi, işçilerin farklı burjuva partilerin işçi kolu işlevi gören sendikalar arasında bölünmüşlüğüdür. Bu yüzden, bir işyerinde patlak veren işçi hareketine (grev, direniş, fabrika işgali vb.) bırakalım diğer işkollarını, aynı işkolundaki bir başka sendikadan hiçbir somut destek gelmemekte; hatta aynı sendikanın bir fabrikadaki üyeleri eyleme geçtiğinde, diğer işyerlerindeki işçilerin ona fiili mücadeleye katılarak eylemli destek vermesi, bizzat sendika bürokratları tarafından engellenmektedir.
Sendikal önderliklerin işçi sınıfını nasıl böldüğünü ve mücadeleleri nasıl yalıtıp bastırdığını en iyi bilenler, metal işçileridir. Onlar, bunun en son örneğini 2015’teki militan mücadeleler sırasında yaşadılar. Bu yüzden, Birleşik Metal-İş’in, içi boş “mücadele” çağrısı yaptığı bildirisinde “Tüm emek dostlarını, Birleşik Metal üyesi işçilerin bu haklı mücadelesine destek vermeye davet ediyoruz” demesi, pratikte hiçbir anlam taşımamaktadır.
Birleşik Metal-İş ve onun bağlı olduğu sözde “solcu” DİSK bürokratları, “tüm emek dostlarını” dayanışmaya çağırmadan önce, örgütlü oldukları tüm işyerlerinde, işçi sınıfına yönelik saldırıların altında yatan OHAL dahil tüm uygulamalara son verilmesi ve Suriye’deki askeri müdahalenin sona erdirilmesi talebiyle kitlesel bir mücadele örgütlemeli; diğer sendikalara üye ve sendikasız işçilerin bu mücadeleye katılması için çaba harcamalıydılar.
Ancak onlar, egemen sınıfın ve AKP iktidarının savaş ve diktatörlük gündemine meydan okuyan böylesi bir işçi hareketini örgütleyemezler. Çünkü böylesi bir işçi hareketinin, sendika bürokratlarının bütün ayrıcalıklarını borçlu olduğu kar ve sömürü üzerine kurulu bu düzeni tehdit edeceğini çok iyi biliyorlar.
Unutmayalım ki, şimdi “hükümetin grev yasaklarına karşı” mücadele ilan eden bu sendikanın başkanı, daha geçtiğimiz hafta, grevin yasaklanmasının ardından Bursa’daki Asil Çelik fabrikasında yaptığı konuşmada, aynı hükümetin yetkilileri ile en baştan beri görüştüklerini ve bir anlaşma için onlardan yardım istediklerini itiraf etmişti:
“Sadece işveren ile değil… Aramadığımız kimse kalmadı. Bu ülkeyi yöneten insanları, bu işin çözümü noktasında göreve davet ettik. Dedik ki Asil Çelik işçisi sizin görevinizi yapmanızı bekliyor. İnsanların haklarını ortadan kaldırarak bu işi çözemezsiniz. Bu işe müdahale edin, bu işi çözmemize yardımcı olun’ dedik.”
Bugün de, direnişe geçmiş olan işçiler dışarıyla bağları kesilmiş bir şekilde fabrika içlerine kapatılmış ve Birleşik Metal-İş bürokratlarının EMİS ve bakanlar ile yapacağı görüşmenin sonucunu, yani yeni bir satışı beklemek üzere pasif duruma sokulmuş durumdalar. Son haberler, kimi fabrikalarda sendika bürokratlarının ikna çabasıyla işçilere işbaşı yaptırıldığı yönündedir.
Bankaların ve şirketlerin emrindeki AKP iktidarının OHAL’ine rağmen grev yasaklarına karşı harekete geçen metal işçileri, bütün bu yaşananlardan gerekli dersleri çıkartmalı ve yeni bir satışı önlemek üzere mücadelenin önderliğini kendi ellerine almalıdırlar.
Bunun için, direnişteki bütün işyerlerinde, sendikadan bağımsız grev savunma komiteleri kurulmalıdır. Bu komiteler, bir yandan olası polis saldırısına karşı fabrikaları savunurken, aynı zamanda, metal işkolundaki ve diğer sektörlerdeki işçiler ile bağlantıya geçmeli; onları, kendi taban komitelerini kurarak eyleme katılmaya çağırmalıdır. Diğer fabrikalardan gelen dayanışma mesajları yeterli değildir; mücadele etmeye hazır olduğunu gösteren on binlerce metal işçisi iş bırakarak sınıf kardeşlerine omuz vermelidir.
Uluslararası alanda faaliyet gösteren bu şirketlerin diğer ülkelerdeki fabrikalarında çalışan işçiler ile bağlantı kurulmalı ve onların eylemli desteği talep edilmelidir.
Başta metal işçilerinin çocukları olmak üzere, öğrencilere çağrı yapılmalı ve gençliğin işçi sınıfının yanında harekete geçmesi sağlanmalıdır.
Geçtiğimiz on yıllar, işçilerin sendikalar önderliğinde hiçbir gerçek kazanım elde edemediğini; tersine, her durumda eldeki eski kazanım kırıntılarını da yitirdiklerini gösteren örneklerle doludur. Dolayısıyla, metal işçilerinin on yıllardır sürdürülen işçi düşmanı politikaların ürünü olan sefalet ücretlerine ve ağır çalışma ve yaşam koşullarına karşı mücadelesinin başarısı, işçilerin sendikal sınırları aşmasına ve bunların ardında yatan temel ekonomik ve siyasal süreçlerin bilincine varmasına ve doğrultuda örgütlenmesine bağlıdır.
Metal işçilerinin ve diğer sektörlerdeki sınıf kardeşlerinin içinde bulunduğu durumun kaynağı, kapitalizm ve onun küresel krizidir. Uluslararası bankalar ve şirketler ile onların yerel ortakları ve siyasi iktidarlar, bu krizin faturasını işçi sınıfına ödetmek için, bütün ülkelerde, işçi sınıfının önceki dönemde elde edilmiş ekonomik ve toplumsal haklarını ortadan kaldırmayı hedefleyen kapsamlı bir saldırı başlatmış durumdalar. Dışarıda askeri müdahalelerin ve militarizmin; içeride diktatörlük inşasının tırmandırıldığı bu süreç, aynı zamanda, insanlığı bir üçüncü dünya savaşı felaketine sürüklüyor.
Bu savaş ve diktatörlük yönelimini yalnızca işçi sınıfı durdurabilir. Ancak şimdi metal işçilerinin önderlik ettiği işçi sınıfının bunu başarabilmesi için, banka ve şirket patronlarının düzenine karşı, kendi bağımsız çıkarlarını ifade eden enternasyonalist sosyalist bir perspektif ve program temelinde örgütlenmesi ve savaşsız, sömürüsüz, insanca yaşanacak bir toplum kurmak üzere bir işçi iktidarı uğruna mücadele etmesi gerekmektedir.