Fransa, İran’a kısa süre önce uygulanan ABD yaptırımlarına rağmen, İran’ın uranyum zenginleştirme programını durduran 2015 nükleer anlaşmasından sonra Tahran ile ticari bağlarını canlandırıyor. Fransız basını, nükleer anlaşmadan bu yana, İran’ı, Fransız otomotiv, enerji ve yüksek teknoloji firmaları için bir “El Dorado” [altın şehir] olarak adlandırıyor.
Bu anlaşmalar, Avrupa Birliği (AB) ile ABD arasındaki artan stratejik ve askeri gerilimlerin altında yatan keskin nesnel ekonomik çatışmalara işaret etmektedir. Tahran’a yönelik politikalarına ilişkin 90 günlük bir inceleme süresine girişen Washington, İran nükleer anlaşmasından vazgeçme tehdidinde bulunuyor. İki hafta önce, ABD Kongresi, Rusya’yı, Kuzey Kore’yi ve İran’ı hedef alan ve Tahran’ı terörizmle ve bölgesel savaşlara müdahale ile suçlayan bir tasarıyı ezici çoğunlukla kabul etmişti.
ABD yaptırımları yalnızca İran’ı değil, Çin ile AB dahil Tahran ile ticari bağlar geliştiren başka güçleri de hedef alıyor. ABD’nin Moskova’ya, Pyongyang’a ve Tahran’a yönelik yaptırımları, Avrupalı devletler tarafından sert biçimde eleştirilmiş ve Almanya ile Fransa ABD’ye karşı misilleme önlemleri alma tehdidinde bulunmuştu.
İran, Alman Volkswagen’i ve İtalyan Ferrovie dello Stato’yu kapsayan Avrupalı şirketler ile milyarlarca dolarlık anlaşmalar imzalarken, Fransız sermayesi saldırgan bir şekilde İran’a yöneliyor. Bu, Avrupa’daki ekonomik krizin ortasında satışlarını arttırmak için her şeyi göze almış olan Fransa’daki otomotiv şirketlerini de kapsıyor.
Pazartesi günü, İran ile Fransız araba üreticisi Renault, yılda 150.000 araba üretmek üzere 660 milyar avroluk bir anlaşma imzaladı. Renault, 2020’ye kadar pazar payını ikiye katlayarak İran otomotiv piyasasının yüzde 20’sine çıkarmayı hedefliyor. İran yılda yaklaşık 1.350.000 araç üretiyor ve 2025’e kadar bunu 3 milyona çıkarmayı umuyor. Yeni anlaşmayla, Renault, İran’da şu anda yılda 200.000 araç olan kapasitesinin üstüne, İran pazarı için yılda 150.000 araç eklemeyi bekliyor.
Renault anlaşmaları, İran pazarının yüzde 35’ini elinde tutan bir diğer Fransız araba üreticisi PSA Peugeot Citroën’in, geçtiğimiz yıl, 200.000 araç üretecek bir tesis açmak üzere anlaşma imzalamasının ardından geliyor. Peugeot, yaptırımlar uygulanmadan önce İran’daki başlıca üreticiydi. PSA, geçtiğimiz yıl toplam küresel satışlarında yaşayacağı bir düşüşü, ancak İran’daki satışlarını arttırması sayesinde engelleyebilmişti.
Geçtiğimiz ay, Fransız Total ve Çin Ulusal Petrol Şirketi (CNPC), İran ve Katar karasularını ayıran Güney Pars açık deniz doğalgaz sahasına yatırım yapmak üzere, İran’daki Petropars ile 20 yıllık, 4,9 milyar dolar değerinde bir sözleşme imzaladı. Total, 1 milyar dolarlık bir ilk yatırımla yüzde 50,1; CNPC ve Petropars ise sırasıyla yüzde 30 ve yüzde 19,9 paya sahip olacak.
Total CEO’su Patrick Pouyanné, durumu “tarihi” olarak adlandırdı ve diğer şirketleri İran’a yatırım yapmaya teşvik etti. Pouyanné, AFP’ye, “Biz siyasi bir örgüt değiliz, ama umarım bu anlaşma başka şirketleri İran’a gelmeye teşvik edecek; çünkü ekonomik gelişme, aynı zamanda barışı geliştirmenin bir yoludur.” dedi ve ekledi: “Biz, duvarlar değil, köprüler inşa etmek için buradayız.”
Washington tarafından hedef alınmamak için bir uyum görevlisi atayan Total, ABD yaptırımlarından kaçmaya çalışıyor. ABD, 2014’te, Fransa’nın en büyük bankası BNP-Paribas’a, ambargoyu deldiği gerekçesiyle 9 milyar dolar para cezası kesmişti. İran Petrol Bakanı Bijan Namadar Zanganeh, İran’ın petrol sanayisinin gelecek beş yılda yaklaşık 200 milyar dolarlık yatırıma ihtiyaç duyduğunu söyledi.
Fransız emperyalizminin uzun yıllar Afrika’daki yeni-sömürgeci politikalarını üzerinden sürdürdüğü petrol şirketi Total’in hesapları, bir bütün olarak Avrupa sermayesininkileri temsil etmektedir. Onlar, barışı sağlamanın değil; İran’daki teokratik rejimin düşman bir Amerikan hükümeti yerine Avrupalı firmalara sunmayı tercih ettiği karların ve pazarların kontrolünü ele geçirmenin peşinde koşuyorlar. Onlar, özellikle, Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin İranlı işçilere karşı hazırlamakta olduğu ekonomik serbestleşme, kemer sıkma ve işten çıkarma politikalarından devasa karlar elde etmeyi bekliyorlar.
Washington CIA destekli İran Şahı’na karşı 1979 devriminden çıkan rejim ile bağları kopartırken, Avrupalı devletler uzun süre İran pazarlarına özel erişimin tadını çıkarmıştı. Basra Körfezi’ndeki ABD-AB rekabeti, özellikle Stalinist bürokrasinin 1991’de Sovyetler Birliği’ni dağıtmasının ardından hızla yükseldi. Fransız diplomatlar Basra Körfezi’ndeki Avrupa etkisinin “çok kutuplu” bir dünya kurmak için gerekli olduğunu ileri sürerken, Fransız şirketleri 1990’larda İran pazar payını ele geçirmişti. Bu gerilimler, ABD’nin 2003’te Irak’ı yasadışı ve tek taraflı olarak istila etmesiyle doruk noktasına ulaştı.
Bununla birlikte, 2006 yılında, Washington ve Avrupalı devletler, hep birlikte, İran’ın barışçıl amaçlar için olduğu konusunda ısrar ettiği uranyum zenginleştirme programı üzerinden bu ülkeye karşı yaptırımlar uygulanmasına oy verdi. Çin ise, geçtiğimiz on yılda, kendisinin önderlik ettiği Asya Altyapı Kalkınma Bankası’na (AIIB) katılan ve Avrasya genelinde bir taşımacılık, enerji ve ticaret ağı kurma planları için bir odak noktası haline gelen İran ile ticaretini gitgide geliştirdi.
ABD destekli BM yaptırımları, Fransa-İran ekonomik bağlarını kesmişti. 2004’te 4 milyar avro olan iki ülke arasındaki ticaret, 2014 yılında sadece 514 milyon avroydu. Fransa’nın İran’daki pazar payı yüzde 7’den yüzde 1’e düşmüştü.
2015 nükleer anlaşmasından beri, Avrupa egemen çevreleri, dünyanın en büyük ikinci doğalgaz ve dördüncü petrol rezervlerinin yanı sıra yaklaşık 80 milyon nüfuslu bir iç piyasaya sahip olan İran’daki varlıklarını yeniden kurmak için her şeyi göze almış durumdalar. AB, ABD’nin yakın gelecekte İran’a yeniden yaptırım uygulamak istemesi durumunda, büyük olasılıkla Washington ile çatışacak. Avrupa Konseyi Dış İlişkiler bölümü, nükleer anlaşmanın ilk olarak onaylanmasının ardından, 26 Ağustos 2015’te, “Avrupa, İran anlaşması karşıtı bir ABD Kongresi’ne boyun eğmeyecek” başlıklı bir analiz yayınlamıştı.
Orada, şunlar belirtiliyordu: “Avrupalılar artık, açılmadan İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani yönetimini kazanma yönünde nasıl yararlanabilecekleri üzerinde odaklanmak için, İran’a ilişkin nükleer merkezli bir bakışın ötesini görmeye çalışıyorlar. Hem İran hem de Avrupa, bir zamanlar zengin olan ticari ilişkileri yeniden canlandırmaya hevesli. Avrupa, aynı zamanda, Ortadoğu’daki çatışmaları daha yapıcı bir şekilde hafifletmek için İran ile birlikte çalışmak istiyor. Bu tür bir ilerleme kolayca sağlanamayabilir ve eğer sağlanırsa, Avrupalı karar vericiler, neredeyse küresel kabul gören bir anlaşmanın erkenden raydan çıkarılmasından, Tahran yerine Washington’ı suçlayabilirler.”
Şimdi, Avrupalı şirketler, sermaye yanlısı Hasan Ruhani’nin yeniden İran cumhurbaşkanı seçilmesinin kendi çıkarlarına yardımcı olacağını umuyorlar. Tahran, Ruhani’nin geçtiğimiz yılki Fransa ziyareti sırasında 30 milyar avro değerinde birden çok sözleşme imzalamıştı.
Washington İran’a, Rusya’ya, Çin’e ve Pentagon’ın askeri harekat ile hedef almaya hazırlandığı Kuzey Kore’ye yaptırım uygular ya da yaptırım tehdidinde bulunurken, Avrupalı şirketler ABD’deki “müttefikler”i ve rakipleri ile stratejik çatışma içine giriyorlar.
12 Ağustos 2017