Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde işçi sınıfı kadınlarının durumu

Amerikan ve dünya medyasında, cinsiyet hakkında, belki de tarihteki bütün önceki zamanlardakinden daha fazla laf ediliyor. ABD’deki #MeToo [#BenDe] kampanyası, sözümona kadınların koşullarını daha önce hiç olmadığı kadar ön plana çıkartmış durumda.

Ancak bu bir sahtekarlıktır. Neredeyse tüm yayınlarda yer verilen kadınlar, toplumun üst kademelerine, en zengin yüzde 5-10’luk kesime aitler. İşçi sınıfı kadınları, kuralı kanıtlayan birkaç sembolik istisna dışında, tüm bunların hiçbir yerinde görülmüyorlar.

Medyadaki bu çarpık sınıfsal diziliş, daha büyük bir toplumsal gerçeği yansıtmaktadır: zengin kadınlar ile işçi sınıfı kadınları arasındaki uçurum, geçtiğimiz birkaç on yılda çarpıcı biçimde derinleşmiştir. 2018 Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde, dünyadaki kadınların medya tarafından görmezden gelinen, yüzleri ve şikayetleri akşam haberlerinde yer almayan büyük çoğunluğunun koşulları nasıl?

Project Concern International’a göre, bugün, gezegendeki 7,6 milyar insanın 1,3 milyarı mutlak yoksulluk içinde yaşıyor; bunun yüzde 70’ini kadınlar ya da kız çocukları oluşturuyor.

Savaştan, kıtlıktan ve şiddetten kaçan tahminen 65,6 milyon sığınmacının yaklaşık yarısı kadın. Ülke içinde yerinden edilmiş ve yalnız, gebe, ev geçindiren, engelli ya da yaşlı kadınlar, özellikle savunmasız durumda.

Her gün, dünya çapında yaklaşık 830 kadın, gebelik ve doğum ile ilişkili önlenebilir nedenlerden ölüyor. Gebelikte anne ölümlerinin yaklaşık yüzde 99’u, sözde gelişmekte olan ülkelerde meydana geliyor. Bu alanda, gebelikte anne ölüm oranının 1990 ile 2015 arasında yaklaşık yüzde 30 düşmesi nedeniyle, bazı ilerlemeler sağlanmış durumda.

Ne var ki, ABD’de, gebelikte anne ölüm oranı, 1990’daki 100.000 kişide 16,9 ölümden 2015’te 24,7 ölüme yükselerek, yüzde 56 arttı. Bu bakımdan, ABD, dünyanın Sahraaltı Afrika’daki en yoksul bazı ulusları ile aynı grupta. Lüksemburg, Kanada ve Yunanistan, gebelikte anne ölüm oranında artış yaşanan diğer gelişmiş ülkeler ama onların toplam oranı hala ABD’nin 2’de ya da 3’te biri. 2018 yılında dünyanın en zengin ulusundaki bu durum nasıl açıklanacak?

Amerika’daki işçi sınıfı kadınlarının kötü durumu, bir bütün olarak işçi sınıfının kötü durumuna ayrılmaz bir şekilde bağlıdır. ABD, sürekli olarak, gelir eşitsizliği bakımından en eşitsiz ülkeler arasında yer almaktadır. Amerikan kadınlarının gebelikte ölüm oranı, yoksulluk, ücretler ve işsizlik konularındaki skandal istatistikler, ABD egemen seçkinlerinin ulusal servetin durmadan artan bir kısmına el koymasının ve iki büyük şirket partisinin sosyal güvenlik sisteminden geriye kalanları kesmesinin bir yansımasıdır.

Johson yönetiminin “Yoksullukla Mücadele”yi başlatmasından yarım yüzyıl sonra, resmi olarakyoksulluk içinde yaşıyor sayılan 37 milyon Amerikalının yarısından fazlası kadındır. Başka bir istatistik, 100 milyondan fazla Amerikalının ya yoksulluğun eşiğinde yaşadığını ya da yoksulluk kategorisine girip çıktığını gösteriyor. Bu insanların yaklaşık yüzde 70’i kadın ve çocuk.

18 yaşından küçük çocuklara sahip tüm hanehalklarının yüzde 40’ının başlıca ya da tek gelir kaynağı anneler. İşçi sınıfı kadınları, ABD’deki asgari ücretli işçilerin neredeyse üçte ikisini oluşturuyorlar. Tam zamanlı kadın işçilerin ortalama kazancı, hala erkek meslektaşlarının ortalama kazancının dörtte üçü civarında. Kadınlar 18-56 yaş arası işçilerin yüzde 47’sini meydana getiriyor olmalarına rağmen, bir işe sahip olup da yoksulluktan çıkamayan çalışan yoksulların yüzde 56’sını oluşturuyorlar.

İşçi sınıfı kadınlarının karşı karşıya olduğu sorunlar, tüm işçi sınıfının karşı karşıya olduğu sorunlardır: yoksulluk, sömürü, işsizlik, sağlık hizmetlerine ve kamu eğitimine yönelik saldırı, yozlaşma ve emperyalist savaşın ürettiği, cinsel olan dahil, şiddet. Kürtaj hakkını da kapsayan temel demokratik haklar da saldırı altında. Polonya, uç durumlar dışında kürtajı tamamen yasakladı. ABD genelindeki eyaletler, gebeliğe son vermek isteyen kadınlara gaddarca kısıtlamalar uyguluyor. Mississippi, 15 haftadan sonra kürtajı yasaklamanın eşiğinde.

Ama aynı zamanda, 2016’da ABD’deki en yüksek maaşlı 10 CEO’dan 4’ü kadındı. Onların hepsi, Equilar’ın o yılın en yüksek maaşlı 100 yönetici listesinde görünüyor. Bu kadınların toplam maaşları şöyleydi:

Oracle CEO’su Safra Catz: 40,9 milyon dolar

IBM CEO’su Ginni Rometty: 33,3 milyon dolar

Hewlett Packard Enterprise CEO’su Meg Whitman: 32,9 milyon dolar

PepsiCo CEO’su Indra Nooyi: 25,1 milyon dolar

Bu kadın yöneticiler ve onların milyoner kadınlar kulübü, her açıdan, kadın işçilerin ve ailelerinin ezici çoğunluğundan ışık yılı uzaklıklardadır. Onların en büyük kaygısı, hisse senedi portföyleri ve şirket merdiveninde daha da yüksek bir basamağa tırmanmak için strateji oluşturmaktır. İşçiler günlük çocuk bakımı için para öderken, onlar dadı tutarlar; milyonlarca aile masaya yemek koyabilmek için didinirken, onlar hangi kaliteli şarapları içeceklerini ve hangi moda restorana gideceklerini tartışırlar; işçiler kirayı ödemek ya da evin tahliyesini savuşturmak için mücadele ederken, onlar hangi çatı katına ya da malikaneye uçacaklarına karar verirler.

Bencil, üst orta sınıf “kadın hakları” savunucuları, kadınların şirket dünyasının tepesine böyle yükselmesinin, tüm kadınlar için bir ilerleme olduğuna inanmamızı bekliyorlar. Oysa gerçek çok farklı.

CUNY Graduate Center’da sosyoloji profesörü olan Ruth Milkman’ın, 2017’de Sociologist‘te yazdığı gibi, “kadınlar arasındaki sınıfsal eşitsizlikler her zamankinden daha büyük” tespiti inkar edilemez ki bu, feminist çevrelerde genellikle bir tabu konusudur. Ancak bu gerçek, kadın hakları adına geçtiğimiz yıl boyunca çoğunluğu erkek çok sayıda bireye yönelik haçlı seferlerinde onları gözden düşürmek ve lekelemek için yargı sürecini ve hukuk kurallarını terk eden #MeToo hareketinin savunucuları tarafından görmezden gelinmektedir. Bu çarpıklık, tüm “kadınlar” adına yürütülmüştür ama onun kadın nüfusunun geniş kesimlerinin kaygılarıyla ve haklarını ilerletmekle hiçbir ilişkisi yoktur.

Kadın hakları uğruna mücadele, şirket yönetim kurulu odalarının ve Hollywood’un karmakarışık atmosferi içinde değil, sınıf mücadelesi alanında çözülmesi gereken toplumsal bir sorundur. Rosa Luxemburg’un bir zamanlar belirttiği gibi: “Mülk sahibi sınıfın kadınları, toplumsal açıdan işe yaramaz varoluşlarına yönelik araçları dolaylı olarak edindikleri emekçilerin sömürüsünü ve köleliğini her zaman fanatik bir şekilde savunacaklardır.”

Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün kökenleri, Amerika Sosyalist Partisi’nin New York City’de bir Ulusal Kadın Günü örgütlediği 28 Şubat 1909’a dayanmaktadır. İki yıl sonra aynı kentte, 25 Mart 1911’de, Triangle Shirtwaist Fabrikası yangınında 146 konfeksiyon işçisi, alevlerden ya da dumandan ölecekti. Kurbanların ezici çoğunluğu (123 kişi), büyük kısmı 16-23 yaş arasında olan İtalyan ve Musevi göçmen kadınlardı.

Yüz yıl önce, Miladi takvime göre 8 Mart 1917’de, Petrograd’daki kadın tekstil işçileri, Rus Devrimi’nin başlangıcına işaret eden bir gösteri başlattılar. Bu, Rusya ve dünya genelindeki işçilerin (hem kadın hem erkek) toplumsal koşullarında ve haklarında radikal ilerlemeye yol açan bir olaydı.

Sosyal refah, onurlu yaşam ve işçi sınıfı kadınlarının hakları uğruna mücadele, yalnızca, bu büyük sosyalist gelenek temelinde, bütün uluslararası işçi sınıfının toplumun sosyalist dönüşümü uğruna mücadelesinin bir parçası olarak ilerletilebilir.

9 Mart 2018

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir