Basına düşen bazı haberler, Türkiye’de toplumsal ve siyasal yaşamın devlet kurumları tarafından nasıl izlendiğini gözler önüne seriyor. Basına yansıyan haberlere bakılırsa, şu an kadar mahkeme kararları yoluyla “yasal mevzuata bağlı kalınarak” binlerce kişi dinlenmiş ya da halen dinlenmekte. Devletin istihbarat kurumları “ortam dinlemesi” adı altında, hiçbir yasa gözetmeksizin dinlemeler yapabiliyor. Devlet kurumları bu kadarla da yetineceğe benzemiyor, TÜBİTAK gibi “bilimsel kurumlar” bu alanda yeni teknolojik icatlar ve yöntemler geliştirmeye devam ediyor.
Devletin dinleme için kullandığı kurumun merkezi, Ankara’da kurulu bulunan Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı, kısa adıyla TİB. Ülke genelindeki bütün iletişim altyapısı bu kurum tarafından dinleniyor. Bu kuruma girişler sıkı kontrol altında. Özellikle kayıtların tutulduğu odalara, sınırlı sayıda personel, parmak izine dayalı kontrol sistemlerinden geçerek girebiliyor. Bu yüzden devlet yetkilileri tarafından bu kuruma “Dijital Kale” adı veriliyor.
Devletin istihbarat kurumları dinlemek istedikleri kişiler ve kurumlar hakkında mahkeme kararı çıkarttıktan sonra, özel bir hattan TİB’e taleplerini iletiyor. Basına yansıyan haberler, TİB’in nasıl yoğun bir dinleme faaliyeti içerisinde olduğunu gösteriyor. Yapılan haberlere göre, şu an toplam 75 bin civarında kişi dinleniyor. Bu kişilerin konuşmaları kayıt altına alınıyor. Kaydedilen veriler arasında, kısa cep telefonu mesajları, faks mesajları ve elektronik posta mesajları da var. Dinlemelerin büyük çoğunluğu siyasi amaçlı. Dinlenenlerin ağırlıklı bölümü sol ve Kürt hareketlerine mensup kişiler ve kurumlar. Basına düşen haberlere göre, halihazırda dinleme kararlarının 6 bin 538’i adli soruşturmalar kapsamında, 8 bin 352’si ise “terörle mücadele” kapsamında. Anlaşılan o ki, devletin gözünde sol ve kürt hareketlerine mensup kişiler, potansiyel olarak adli suçlulardan bile daha tehlikeli!
TİB yetkililerinin Radikal Gazetesi’ne verdiği bilgiye göre: genel olarak dinlemeler “adli”, “istihbari”, “iletişimin tespiti” ve “ortam dinlemesi” olmak üzere dört ayrı kategoride yapılıyor. Bu yöntemler hakkında şu bilgiler veriliyor: Kuvvetli suç şüphesi ve başka suretle delil elde edilmesi imkânı olmaması halinde “adli dinleme” kararı alınıyor. Karar en çok üç aylık alınıyor ve bir defa uzatılabiliyor. Örgüt soruşturmasında hâkim bir seferde bir aydan fazla olmamak üzere istediği kadar süreyi uzatabiliyor. “İstihbari dinleme” suçu önlemek amacıyla istihbarat kuruluşlarınca yapılıyor. Bu yolla yapılan kayıtlar adli soruşturmalarda kullanılamıyor. “İletişimin tespiti” iki cihaz arasında kurulan iletişimin trafik bilgilerinin toplanması. Numara, süre, yer gibi detayları içeriyor. “Ortam dinlemesi” ise, dinleme faaliyetleri kapsamında görülmüyor. Çünkü ortam dinlemesi için TİB’e ihtiyaç duyulmuyor. Ortam dinlemesi teknik cihazlarla yapılan, görüntü ve dinleme faaliyetlerinden oluşuyor. Polis ve jandarma tarafından, mahkemeden izin alındıktan sonra yapılabiliyor. Fakat pratik uygulamada, mahkemeden izin almaya ihtiyaç duyulmuyor. Polis ve jandarma ellindeki teknik cihazlarla istediği kişi ve kurumları dinleyebiliyor.
KCK/TM’in (Kürdistan Topluluklar Birliği/Türkiye Meclisi) Diyarbakır’da başlayan duruşmasında telefon, ortam ve elektronik posta dinlemelerinden elde edilen kayıtlar okunmuştu. Zaman zaman sanık avukatları ile Mahkeme Başkanı Menderes Yılmaz arasında gerginliğin yaşandığı duruşmada, Savcının dinlemeleri aktarırken yaptığı vurgular, bir tiyatro sahnesini andırmış ve gülüşmelere neden olmuştu. Örneğin KCK/TM İddianamesi’nde, 24 Haziran 2008 tarihinde Gaziantep’te geçirdiği trafik kazası sonucu ölen DTP’li Cihan Deniz ile PKK’nın Avrupa sorumlularından Sabri Ok arasındaki telefon görüşmesi, Kürdistan Federal Bölgesi Başkanı Mesut Barzani ile DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk, BDP milletvekilleri Emine Ayna ve Sebahat Tuncel ile 13 Aralık 2008’de yaptığı görüşme ve Ahmet Türk’ün, Barzani’ye “Bu özgür topraklarda olmaktan gurur duyuyorum” sözleri, Mahkemeye “ortam dinlemesi”nden elde edilen kanıtlar olarak sunulmuştu.
Akşam gazetesinde yayınlanan haberde ise, durumun başka bir boyutu ele anıyor. Gazete haberiyle kolluk güçlerine müjde veriyor. Gazetenin başlığı şöyle: “Kredi kartını izle, ensele!”. Akşam’ın haberine göre, “bilimsel araştırma” kurumu TÜBİTAK, izleme faaliyetleri için güvenlik güçlerine yeni teknolojik imkanlar hazırlıyor. Buna göre, kredi kartlarından, e-pasaport gibi kişisel verilerin yüklü olduğu tüm eşyalar “uzaktan okuma sistemiyle” kişi takibi yapmak için kullanılabilecek. “RFID” adı verilen yöntemle, kredi kartları ve e-pasaportlar içindeki manyetik kartlar ya da çipler, bir tür alıcı-verici işlevi gören radar olarak kullanılabilecek. Akşam’a konuşan TÜBİTAK’a bağlı Ulusal Elektronik ve Kriptoloji Araştırma Enstitüsü’nde görevli uzmanın verdiği bilgiye göre; bu yöntem sayesinde “insanların attığı her adım” izlenebilecek. Bu uzman şu bilgiyi de sözlerine ekliyor: “Türkiye’de şu anda uzaktan okuma yapılmıyor. Ama gerekli altyapı hazırlanırsa bu teknoloji 2015 yılında devreye girebilir.” Anlaşılan o ki, kolluk güçlerinin “yeni oyuncaklarına” kavuşmaları için biraz daha “sabretmesi” gerekecek.
Bütün bu haberler, kapitalist düzende “bilimsel araştırma” adı altında yapılan faaliyetlerin gerçek yüzünü bir kez daha gözler önüne seriyor. Sermaye devletinin yönettiği “bilimsel araştırma” projelerinin tek bir hedefi var: kurulu düzene karşı çıkan güçleri baskı altına almak ve gelişimini engellemek!
Sermaye devleti, işçi ve emekçi kitlelerinin düzene karşı birikmiş öfkesinin er ya da geç açığa çıkacağını bildiğinden, milyonların öfkesinden kendisini koruyabilmek için, teknolojinin olanaklarını sonuna kadar kullanmak isteyecektir. Ancak ne yaparsa yapsın, isterse tüm Türkiye’yi “dijital bir hapishaneye” çevirmeye çalışsın, eninde sonunda işçi ve emekçi kitlelerinin öfkesinden paçayı kurtaramayacaktır.