Dünya Sosyalist Web Sitesi (WSWS), Salı sabahı Brüksel’de gerçekleşen, Zaventem Havalimanı’nda ve Maelbeek metro istasyonunda 30 kişinin ölümüne, 230 kişinin yaralanmasına yol açan bombalı saldırıları mahkum eder. Belçika makamları, medyaya saldırı soruşturması üzerine haber yapma yasağı getirirken, Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD), Amaq haber ajansında yayınlanan bir açıklamayla sorumluluğu üstlendi.
Bu korkunç saldırı, Ortadoğu’yu harap eden emperyalist savaşlardan hiçbir şekilde sorumlu olmayan masum insanları hedef aldı. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki 11 Eylül 2001 saldırılarından sonraki savaşların, terör saldırılarının ve tırmanan polis devleti önlemlerinin on beş yılı, kesin olarak, bu tür katliamların her durumda en gerici güçlerin ekmeğine yağ sürdüğünü göstermiştir.
WSWS’nin 11 Eylül saldırılarından sonraki gün belirttiği gibi: “Terörist yöntem, ne kadar kendisini meşrulaştırma peşinde koşsa da, özünde gericidir. Terörizm, emperyalist militarizme güçlü bir darbe vurmak şöyle dursun, egemen seçkinlerin jeopolitik ve ekonomik çıkarlarının peşinde savaşa başvurmayı meşrulaştırmak ve haklı göstermek için bu tür olaylara sarılan ABD egemen çevreleri içindeki unsurların ekmeğine yağ sürmektedir. Masum sivilerin öldürülmesi, halkı öfkelendirir, kafasını karıştırır ve zihnini bulandırır. O, işçi sınıfının uluslararası birliği uğruna mücadelenin altını oyar ve Amerikan halkını Ortadoğu’daki güncel olayların arka planını oluşturan tarih ve siyaset üzerine eğitme yönündeki bütün çabaları etkisizleştirir.”
Bu açıklama, bu kez Avrupa’da, kıta genelindeki hükümetler güvenlik güçlerini yüksek alarm seviyesine çekerlerken bir kez daha doğrulanıyor. Geçtiğimiz gece, Belçika, sınırlarını kapatır ve ordu-polis güçleri Brüksel’i tecrit altına alırken, Başbakan Charles Michel, “Bizim için, bir ‘öncesi ve sonrası’ söz konusu olacak.” diye ilan etti. O, bakanlar kurulunun, “bombalı saldırılardan sonraki dönemi organize etmek” için bu sabah bir araya geleceğini söyledi.
Sosyalist Parti’nin (PS) 13 Kasım Paris saldırılarından beri -halk tarafından desteklenmeyen ve anti-demokratik bir- olağanüstü hal uyguladığı Fransa’da, PS yetkilileri, olağanüstü hali Fransa Anayasası’na koyma yönündeki anayasa değişikliğinin onaylanması için Senato’ya baskı yapmak üzere Brüksel’deki saldırıları örnek olarak gösterdiler.
ABD başkanlık adayları, Atlantik’in her iki tarafındaki siyaset kurumunu saran Müslüman karşıtı ve savaş yanlısı atmosferi kışkırtmaya çalıştılar. Müslümanların ABD’ye girişinin engellenmesini savunan Cumhuriyetçi Donald Trump, Brüksel, “topyekün bir felaketti.” dedi ve ekledi: “Amerika Birleşik Devletleri’nde çok dikkatli olmalıyız, bu ülkeye kimleri aldığımız konusunda çok uyanık olmalıyız.”
Trump, dört aylık kaçaklığının ardından Cuma günü Brüksel’de yakalanan ve 13 Kasım Paris saldırılarına katılmakla suçlanan Salah Abdeslam’e işkence yapılması çağrısında bulundu. Cumhuriyetçilerin önde giden başkan adayı, “Suda boğarak sorgulama iyi olurdu ve eğer yasaları genişletebiliyorlarsa, ben suda boğmaktan çok daha fazlasını yapacağım.” diye konuştu.
Demokratik Parti başkan adaylığının önde giden adayı Hillary Clinton, “Bugünkü saldırılar yalnızca dünya çapında terörizme ve radikal cihatçılığa karşı müttefikler olarak birlikte durma azmimizi güçlendirecektir.” dedi. O, “Gözetimimizi, haberleşmeyi dinlememizi sertleştirmeliyiz” diyerek ABD’nin ve uluslararası istihbarat örgütlerinin daha yaygın kitlesel casusluk yapması çağrısında bulundu.
Brüksel saldırılarının korkunç karakterine rağmen, insanların, medya propagandası ve tümüyle yozlaşmış bir siyaset kurumu eliyle kendilerinin yeni savaşlara ve polis devleti önlemlerine panikle sürüklenmelerine izin vermemeleri hayati önem taşımaktadır.
Burjuva politikacılarının terörist şiddeti kınayan tüm açıklamaları, aldatıcı olduğu kadar ikiyüzlüdür. Charlie Hebdo’dan 13 Kasım Paris saldırılarına ve dünkü Brüksel bombalalamalarına kadar IŞİD’in Avrupa’daki saldırı dalgası, Ortadoğu’nun geniş bölümlerini mahveden ve geri kalan yerleri istikrarsızlaştıran on yılların savaşlarına ve askeri müdahalelerine ayrılmaz bir şekilde bağlıdır.
Bizzat IŞİD, üç emperyalist savaşın ürünüdür: İlk olarak, Irak hükümetinin El Kaide’ye kitle imha silahları vereceği yönündeki yalan iddialara dayanarak ABD’nin Britanya’yı, İspanya’yı ve İtalya’yı kapsayan Avrupa ülkelerinin yardımıyla 2003’te Irak’ı gayrimeşru işgali; ikincisi, El Kaide bağlantılı milisleri vekil kara güçleri olarak kullanan ABD ile NATO’nun yürüttüğü Libya’daki rejim değişikliği savaşı; ve üçüncü olarak, ABD ve Avrupalı güçlerin beslediği ve Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad rejimini devirme amacıyla IŞİD’i kapsayan çeşitli İslamcı milisleri desteklediği Suriye’deki vekil savaşı.
Suriye savaşının özellikle ilk aşamalarında, İslamcı milisler terör saçma ve hükümeti istikrarsızlaştırma peşinde koşarken defalarca bombalı terör saldırılarına başvurdular. Tek başına başkent Şam’da, Aralık 2011’deki saldırıda 44 ölü ve 166 yaralı, Mayıs 2012’deki saldırıda 55 ölü ve 400 yaralı ve Şubat 2013’teki saldırıda 80 ölü ve 250 yaralı vardı.
IŞİD’e ancak 2014 yazında, Bağdat’taki ABD kuklası rejime saldırmasının ardından yavaş yavaş düşman olan Washington ve onun Avrupalı müttefikleri, bu kanlı hücumun başından sonuna kadar İslamcı muhalefeti desteklediler. O zaman bile, Fransa’nın PS hükümeti, Irak’taki IŞİD hedeflerini bombalarken, Suriye’deki IŞİD hedeflerini bombalamayacağını açıklamıştı. Paris, Esad karşıtı güçlerin zayıflamasını önlemek amacıyla Suriye’de IŞİD’e saldırmaktan sakındığı yönündeki medya haberlerini yalanlamayı reddetmişti. Fransa, ancak Ocak 2015’teki Charlie Hebdo saldırısının ardından Suriye’de IŞİD’i bombalamaya başladı.
Bu savaşlar, Avrupa’da, Avrupa dış politikası ve polis çevreleri ile yakın bir şekilde ilişkili bir İslamcı savaşçılar ağı; bir Frankenstein canavarı yaratmıştır. Charlie Hebdo saldırısındaki Kouachi kardeşler ve 13 Kasım Paris saldırılarındaki Abdelhamid Abaaoud gibi IŞİD’in Avrupa’daki saldırılarını gerçekleştiren kişilerin, İslamcıların Suriye’deki savaş için Avrupa’dan toplanması yönündeki faaliyetler ile bağlantılı olduğu kesin olarak kanıtladı. Avrupa genelindeki istihbarat örgütlerince oldukça iyi tanınmalarına ve yakın bir şekilde izlenmelerine rağmen, açıklanamayacak bir şekilde, kıta çapında seyahat etmelerine ve kanlı saldırılar hazırlamalarına izin verildi.
Avrupa’daki saldırıların artan hızındaki önemli bir faktör, Avrupa egemen sınıfının geniş kesimlerinin, polis devleti önlemlerini genişletirken işçi sınıfını bölmek amacıyla Müslüman karşıtı nefreti körüklemek için bu tür suçların sağladığı bahaneyi memnuniyetle karşıladıkları gerçeğidir. Egemen seçkinler, Ortadoğu’daki savaşlardan kaçan milyonlarca sığınmacının sığınma hakkını reddeden acımasız ve yasadışı bir politikayı meşrulaştırma peşinde koşar ve işçi sınıfına her zamankinden daha sert kemer sıkma önlemleri dayatırken, bu tür terör saldırılarına siyasi bir talih kuşu olarak bakmaktadırlar.
Ortadoğu’daki emperyalist savaşların katliamlarının Avrupa’ya dönmesi ile ilgili siyasi derslerin acil olarak çıkarılması gerekmektedir. Her terör saldırısının ardından arttırılmış olan güvenlik güçleri yığınağı ve polis devleti yetkileri, yalnızca, demokratik haklara yönelik çok daha acımasız saldırılara, yeni askeri tırmanmalara ve başka terör saldırılarına zemin hazırlamıştır.
Bu gerici şiddet sarmalını durdurabilmenin tek yolu, onun temelindeki nedenin, -yani büyük emperyalist güçlerin Ortadoğu’ya egemen olma peşinde koşmasına dayanan savaş yöneliminin- üzerine gitmektir. Bu ise, işçi sınıfının savaşa karşı ve sosyalizm uğruna geniş çaplı bir hareketinin geliştirilmesini gerektirmektedir.