Türkiye’de son günlerde egemen sınıfın işçi sınıfına yönelik tırmanan saldırıları karşısında işçi eylemleri artıyor. Diğer yandan eylemler, sendikaların işçilerin gözünden büyük ölçüde düştüğünü de açığa çıkarıyor.
Bankacılık sektöründe son aylarda işten çıkarmalar artmaya devam ediyor. Bunun en son ve en çarpıcı örneği Yapı Kredi Bankası’nda (YKB) yüzlerce kişinin işten çıkarılması oldu. Bankanın İzmir’deki Operasyon ve Çağrı Merkezi’nden ve Kocaeli’ndeki Bankacılık Üssü’nden üç yüze yakın çalışanın işine son verildiği belirtiliyor. Daha önceki aylarda yapılan çıkarmalarla birlikte işten çıkarılanların sayısı 700’e ulaşmış durumda. Bankanın 2020 yılında 50’den fazla şubeyi kapatarak 1000’e yakın çalışanı daha işten çıkaracağı söyleniyor.
Tüm bunlar bankanın kârlılığının düştüğü ve operasyonlarını yürütmesinde kriz içinde olduğu bir dönemde değil; aksine aktif büyüklüğünün arttığı ve kârlarının büyüdüğü bir dönemde gerçekleşiyor. Koç Holding’e ait olan YKB, aktif büyüklüğüne göre Türkiye’nin 4. büyük bankası konumunda.
İşçi sınıfının hayat pahalılığı ve işsizlik ile mücadele ettiği ve reel ücretlerin gerilediği son yıllarda YKB’nin kârlarına kâr kattığı görülüyor. Bankanın kârı 2017 yılında 3,6 milyar TL ve 2018 yılında 4,7 milyar lira TL lira olurken, 2019 yılı net kârı yılın 3. çeyreğinde 3,5 milyar TL’yi aştı. YKB, birkaç ay önce başlayan 75. kuruluş yılı etkinliklerinde “Biz büyük bir aileyiz, Yapı Krediliyiz” vurgusu yapıyordu.
Banka yönetimi işten çıkarmaların gerekçesinin “değişen müşteri davranışı ve teknolojik gelişmeler” olduğunu belirtiyor. İşyerinde örgütlü olan Türk-İş’e bağlı Banka-Finans ve Sigorta İşçileri Sendikası (Basisen) ise yaptığı açıklamada işçiler ile patronlar arasındaki “barış”ın bozulmasından duyduğu endişeyi ifade ederken, işten çıkarmaların devam etmesi durumunda banka çalışanlarının iş bırakacağı uyarısında bulundu.
Basisen’in açıklamasındaki dikkatle seçilmiş sözcükler, aslında sendikaların işten çıkarmalar karşısında hiçbir şey yapmayacağının bir ifadesidir. Sendika, açıklamasında, banka çalışanlarının “kanunun vermiş olduğu yetki çerçevesinde” üretimden gelen gücünü kullanabileceği belirtiliyor. Oysa sendika yöneticilerinin çok iyi bildiği gibi 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu, toplu iş sözleşmesi ve uyuşmazlık süreçleri işletilmeden yapılan grevlerin kanun dışı olacağını ve böyle bir yetki verilmediğini gösteriyor.
Sendikanın tarihine de bakıldığında grev düzenlediğine ilişkin bir bilgi bulmak mümkün değil. Açıklama zaten sendikanın işçiler için bir grev örgütleyeceğini değil; işçilerin üretimden gelen gücünü kullanmasının kaçınılmaz olacağını söylüyor. Böylece önüne geçmeye çalıştığı bir iş bırakma eyleminin olması durumunda bundan sorumlu olmadığını şimdiden ilan ediyor.
Finans sektöründe, YKB’de başlayan işten çıkarmaların tüm bankacılık sektöründe devam edeceği ve önümüzdeki yıllarda çok sayıda şubenin kapatılacağı bir süredir konuşuluyordu. Yıllardır yasal sürelerin üzerinde; eksik personel ile yoğun ve stresli bir iş ortamında; imkânsız hedefler ve mobbing altında çalıştırılarak azgınca sömürülen işçiler şimdi “dijitalleşme” bahanesiyle süregiden ekonomik kriz ortamında bir çöp muamelesi görüyor.
Tüm bunların önümüzdeki dönemde banka çalışanları içinde bir öfke patlaması ve protestolara yol açması neredeyse kaçınılmaz. Ancak bu olası patlama, yıllardır işçilerin haklarının bastırılmasında şirketlerin bir aracı olarak çalışan sendikalar eliyle ileriye taşınamaz; yalnızca yenilgiye uğratılabilir. Sendikalar, her yerde, özellikle işten çıkarmalar karşısında direnişi mahkemelerde hak arama davaları ile sınırlayarak mücadelenin ilerlemesini ve işçiler için kalıcı bir hak elde edilmesini engelliyor ve işçilerin her türlü eyleminin yayılmasından ölesiye korkuyorlar.
Bankacılık sektöründe bunlar yaşanırken Tuvtürk/REYSAŞ Taşıt Muayene İstasyonları’nda 16 işçi, DİSK’e bağlı Nakliyat-İş Sendikası’na üye oldukları için işten atıldı. Daha önce de Şubat 2018’den itibaren 25 işçi de değişik tarihlerde işten atılmıştı. Nakliyat-İş Sendikası’nın açıklamasına göre bugüne kadar 90 Nakliyat-İş üyesi işçi işten çıkarıldı.
Nakliyat-İş Sendikası, mücadelesinin her alanda süreceğini söylerken işten atılan işçiler, istasyonların önünde yalnız başlarına direnmekteler. Sendika ise alışıldık olduğu gibi aynı sektördeki diğer işçileri seferber etmeyi aklının ucundan dahi geçirmiyor.
Sendikaların işçi düşmanı yüzünü en çarpıcı şekilde gösteren olay ise, Valfsan işçilerinin 20 Kasım’da DİSK’e bağlı Birleşik Metal İşçileri Sendikası’nı protesto etmesi ve sendika yöneticilerinin işçilere saldırmasıydı.
11 Ekim’de İstanbul Tuzla’daki Endüstri ve Ticaret Serbest Bölgesi’nde beyaz eşya yan sanayi ürünleri üreten Valfsan’da 10 işçi “eleman fazlalığı” gerekçesiyle işten çıkarılmıştı. Birleşik Metal-İş ile şirket arasında yapılan görüşmelerden sonuç alınamaması üzerine 23 Ekim’de işçiler fabrika önünde eylem yapmaya başladılar. İşten çıkarılmalarının arkasında sendikanın işbirliğinin olduğunu belirten işçiler, işten çıkarmaların önüne geçilmesi ve işbirlikçi temsilcilerin görevden alınarak adil bir seçim yapılması talebiyle sürdürdükleri eylemi 20 Kasım’da sendikanın İstanbul Bostancı’daki genel merkezi önüne taşıdılar.
Aynı gün, sendika önündeki eyleme tepki gösteren Birleşik Metal-İş yöneticileri ve temsilcileri işçilerin üzerine yürüyerek tehditler savurdular. Birleşik Metal-İş’in yaptığı açıklama sendikanın gerçek yüzünü de açığa çıkarıyordu.
İşçilerin “gerçekleşme olasılığı mümkün görülmeyen talepler”de bulundukları belirtilen açıklamada, “işten çıkarılan işçilerin tutumu sermaye karşıtı olmaktan çıkmış ve sendikamız karşıtı bir kampanyanın aparatına dönüşmüştür… polisin, sendikamız önünde yol kapatarak, tehditler savuranların önünü açarak saatlerce onları savunması, sendikamız karşıtı kurulan tezgâhı apaçık gözler önüne sermektedir… Ayrıca bir siyasi partinin, işini kaybetmiş işçilerin mağduriyeti üzerinden, sendikamıza karşı yürütülen bu kara tezgâhın parçası olarak, hasmane tutum sergilemesi düşündürücüdür,” denildi.
İşçilerin direnişlerini sendika merkezinin önüne taşıması, bürokratların suç ortaklığını açığa vurduğu için böylesine sert bir tepkiyle karşılanmıştır. Birleşik Metal-İş bürokratlarının “DİSK’in sokakta” olduğuna ve mücadele ettiğine ilişkin söylemleri, söz konusu kampanyaların tam da bu amaçla; yani göstermelik olduğunun altını çizmektedir.
İşsizlik oranının resmi rakamlarla yüzde 14’e ulaştığı, hayat pahalılığının arttığı ve iş bulma ümidinin neredeyse olmadığı bir ortamda işçilerin ek tazminat istemelerinin “gerçekleşme olasılığı mümkün görülmeyen talepler” olarak gören ve işçilerin eylemine polisin müdahale etmemesini kuşkuyla karşılayan Birleşik Metal-İş’in açıklamaları sadece kendisini değil; sahte solu da teşhir etmektedir. İşçiler karşısındaki bu saldırganlık, sahte solun her fırsatta “mücadeleci” diye pazarladığı DİSK’in ve Birleşik Metal-İş’in yöntemlerinin Türk Metal’inkilerden hiç de farklı olmadığının açık bir örneğidir.
ABD, Fransa, Cezayir, Kolombiya, Bolivya, İran, Lübnan, Meksika, Sudan ve Irak başta olmak üzere dünyanın her köşesinde kitlesel işçi hareketlerine tanık oluyoruz. Tüm dünyada artan sınıf mücadelesinin en önemli özelliklerinden biri, onların sendikaların kontrolü dışında; çoğu durumda onlara karşıt olarak gelişiyor olmasıdır. Sınıf mücadelesinin dünya ölçeğinde canlanmasına paralel olarak Türkiye’de de işçi sınıfı eylemleri daha da şiddetlenecektir. İşten atmalar karşısında işçiler için ileriye giden yol, mücadelenin önderliğini sendikalara bırakmayarak kendi taban ve eylem komitelerini kurmaktan ve mücadeleyi sosyalist bir perspektifle donatmaktan geçmektedir.