APO(LOGY): İsrail’in özrü, Filistin ve Kürt sorunlarının burjuva çözümü

Geçtiğimiz hafta, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun, Başbakan Erdoğan ile yaptığı telefon görüşmesinde Mavi Marmara baskını için özür dilediği basına yansıdı. Bizzat Başbakan Erdoğan’ın ağzından, aynı telefon görüşmesinde, AKP hükümetinin dile getirdiği tazminat meselesi ve Filistin topraklarına uygulanan ambargonun kaldırılması konularında anlaşıldığı ifade edildi.

Sanki bu özür bekleniyormuşçasına, haberler basına yansır yansımaz, iki ülke arasında tazminat ve ambargolar konusunda somut adımlar atılmaya başlandı. Hatta İsrail ile durdurulan İnsansız Hava Aracı anlaşmalarının da bu somut adımlarla birlikte ele alındığı basına yansıdı.

İçeride Öcalan’ın Newroz mesajıyla “sarsılan” gündemin ortasına düşen İsrail’in özür açıklaması çoğu kişi de şaşkınlığa yol açarken, siyaset kurumunda ve basında abartılı bir sevinçle karşılandı. Bu “özür”ün, Başbakan Erdoğan’ın İsrail, ABD ve BM tarafından eleştirilen Siyonizmi insanlık suçu ilan eden konuşmasının ardından gelmesi yaşanan şaşkınlıkta mutlaka etkiliydi. Diğer yandan İsrail’in özür açıklaması, iktidara, PKK’ye verilen “tavizin” ardından “zayıfladığı” düşünülen “milli duygular”ı yeniden canlandırma fırsatı sundu.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, bu krizin bir telefonla sona ermesi ve Tel Aviv-Ankara ortaklığının yeniden kurulması ile PKK’nin silahsızlandırılması, başta Suriye olmak üzere bölgede yaşanan gelişmelerle bağlantılıdır. Hem İsrail ile Filistin arasında iki devletli çözüm planının kabul edilmesinin hem de AKP ile PKK arasında varılan mutabakatın mimarlarının, Obama ve ABD Dışişleri Bakanı John Kerry olduğunu söyleyebiliriz.

Gizli pazarlıkların ardından

Mavi Marmara baskını sonrasında bozulan ilişkilerin düzelmesi için, İsrail ile Türkiye arasında görüşmelerin şu ya da bu şekilde sürdüğü, bu iki devletin emperyalist sistem içindeki konumunu bilenler için sır değildi. Başbakan dünkü grup konuşmasında bu görüşmelerin çok uzun zamandır sürdüğünü birinci ağızdan ifade etti. Erdoğan, yapılan görüşmelerde, ambargo ve tazminat konusunda anlaşıldığı fakat “regret” (pişmanlık) ve “apology” (özür dilemek) kavramları üzerine uzlaşmaya varılamadığını söyledi.

Ortadoğu’nun kaderini belirleyecek bir “barışın” kelimelerin etimolojik anlamları arasına sıkışmasının inandırıcı olmadığı çok açıktı ve Başbakan’ın açıklaması, bugünkü durumun elbette bir telefonla ulaşılmış bir sonuç olmadığını gösterdi.

Dahası, Milliyet gazetesinde çıkan bir köşe yazısında, gizli bir diplomasi neticesinde iki ülkenin 2011 yılının yaz aylarında taslak metin üzerine anlaşmış olduğu belirtiliyordu. [1] Bu görüşmelerin 2011 yılının yaz aylarında başlamasının nedenlerine ilişkin bir yazıyı aynı yılın Ağustos ayında web sayfamızda yayınlamıştık. [2]

Ankara ile Tel Aviv arasındaki görüşmelerin yıllardır sürdüğü kabul edilirse, İsrail’in özür açıklamasının apar topar ifade edilmesinin arkasında, başta Suriye’deki gelişmeler olmak üzere, Türkiye’nin, Kürt sorununun çözümü konusunda önemli bir adım atmayı başarmış olması yatmaktadır. Yani İsrail ile Türkiye arasında süren krizin çözümünde Suriye’deki gelişmeler ve PKK’nin silahsızlanmasında gelinen nokta belirleyici olmuştur. Her ne kadar İsrail ile Türkiye arasındaki husumet, bölgenin “Müslüman ağabeyliği”ne soyunan Ankara adına olumlu bir dizge olarak öne çıktıysa da, bu durum, Suriye’deki gelişmeleri göz önünde bulunduran her iki ülke egemenleri ve Batılı emperyalistler için kabul edilebilir değildi.

Suriye’ye müdahale

İsrail’in gerek dünya çapında yaşanan ekonomik kriz gerekse krizle doğrudan bağlantılı olan ve “Arap Baharı” adıyla anılan gelişmeler neticesinde ezberini bozmak zorunda olduğunu konuya ilişkin yazılarımızda belirtmiştik. Bilindiği üzere Siyonist ulusalcı devlet anlayışını bugüne kadar ısrarla sürdüren İsrail, Mısır Devlet Başkanı Mübarek’in gidişinden duyduğu kaygıyı ifade etmekten geri durmamış; Suriye’deki gelişmelerde de uzun süre sessiz kalmıştı. Golan Tepeleri’nde yaşanan birkaç sürtüşme dışında sorun yaşamadığı Suriye’nin Esad sonrası edineceği konum, İsrail’i kaygılandırmaya hala devam ediyor. Mısır’da kurulan rejimin ABD ile yakınlığı tartışma götürmez olsa da, endişelerini saklı tutan İsrail, özellikle Esad sonrası Suriye’deki El Kaide ve diğer silahlı İslamcı örgütlerin varlığından kaygılı.

Dahası, geçtiğimiz yıl içinde ABD’nin inisiyatifiyle muhalefet güçleri içinde gerçekleştirilen düzenlemeler ve Obama’nın İsrail ziyareti, bu kaygıların bizzat Washington tarafından da paylaşıldığını gösteriyor. Suriye’de muhalefetin “başbakan” olarak -radikal İslamcı El Nusra Cephesi’nin savunucusu olan Suriye Ulusal Koalisyonu başkanı Moaz el-Hatip’i değil- ABD vatandaşı bir Kürt olan Hassan Hitto’yu seçmesi bu yeni “tehdit algılaması”nın ifadesidir. Bununla birlikte, ABD’nin bölgedeki müttefikleri Katar ve Suudi Arabistan tarafından finanse edilen silahlı İslamcı örgütler, faaliyetlerini “kontrollü bir şekilde” sürdürmeye devam ediyor.

İsrail’in Türkiye’den özür dilemesini dayatan gerilimler bu noktada ortaya çıkmaktadır. İsrail bir yandan Esad’a karşı kendisini kaygılandıran İslamcı ÖSO’ya destek verirken diğer yandan kendi içinde Filistin meselesi ve Hamas’la karşı karşıya gelmeye devam etti. Gazze’ye sıkı bir abluka uyguladı. Hamas ise Esad karşıtı bir çizgiye gelirken örgütün merkezini Suriye’den Mısır ve Katar’a taşıdı. Bugün Türkiye aracılığıyla ÖSO’ya üstü kapalı destek veren Hamas ile Esad’a karşı ABD desteğiyle mücadele veren İsrail’in çatışması manasızlaşmaktadır. Aynı şekilde bölgede yeni altüst oluşlar kapıdayken İsrail’in Filistin’de yıkıcı bir çizgi izlemesi, bir yandan ekonomik ve siyasi kaosa yol açarken, aynı zamanda, onu ABD eliyle bölgede inşa edilen Sünni-İslam merkezli yeni ittifakın dışına itiyor.

İsrail’in,  bölgede “Müslüman ağabeyliğe” soyunan ve ÖSO’ya kurulduğu günden itibaren siyasi, ekonomik ve askeri destek veren Türkiye’yi karşısına almayı sürdürmesinin ABD ve diğer emperyalist güçler tarafından kabul edilemez bir durum olduğuna değindik. İsrail’in Filistin sorununun çözümünü engellemesi ve Türkiye ile gerilimi sürdürmesi, onu, başta Suriye’de rejim değişikliği olmak üzere, Ortadoğu’nun ABD-Britanya merkezli emperyalist yeniden düzenlenmesi planlarının dışına itmekle kalmayacaktır. Bu tutum, İsrail’i, emperyalistlerin bölgeye yönelik planlarının önünde bir engel haline de getirebilir. Bu durum, onun uzlaşmaz Siyonist-ulusalcı karakterinin küresel kapitalizmin çıkarlarıyla uyuşmadığının göstergesidir. İsrail’in bu konuda adım atmak zorunda kalacağını önceki yazılarımızda defalarca ifade etmiştik.

Türkiye’de AKP’nin “barış”ı

İsrail’in Hamas ve Filistin ile yaşadığı gerilimin bir benzerini, farklı bir bağlamda ve yoğunlukta, AKP hükümeti de yaşıyor. Suriye’de ve Ortadoğu’da emperyalizmin taşeronluğuna soyunan Türkiye, içeride PKK ve Kürt sorununu çözmedikçe bu planlarını hayata geçiremeyeceğine artık inanmış gözüküyor. Öcalan ile varılan anlaşmaya bağlı olarak PKK’nin öncelikle sınır dışına çekilmesi sonrasında ise silah bırakması biçiminde fomüle edilen süreç, Türkiye’nin başta Irak ve Suriye olmak üzere Ortadoğu’da elini güçlendiren bir gelişme olarak biçimleniyor.

PKK’nin silahsızlandırılması, egemenler için, enerji arzından yeni pazarlara ve ucuz iş gücüne kadar bir çok parametreyi ön plana çıkarıyor. Türk ve Kürt egemen sınıfları, PKK’nin silahsızlandırılması ile birlikte Türkiye’de Kürtlerin yaşadığı toprakların ucuz emek cenneti (“Ortadoğu’nun Çin’i”) ve yatırım alanı haline geleceğini, Barzani ile yıllardır sürdürülen siyasi ve ekonomik ilişkilerin daha da sıkılaşacağını, PKK bağlantılı PYD’nin Suriye’deki etkinliğinin sorun olmaktan çıkacağını düşünüyor.

Suriye’nin kuzeyinde Ankara destekli ÖSO’ya bağlı güçler ile Suriye ordusu arasında yaşanan çatışmalar neticesinde Şam’ın birliklerini çektiği Kürt bölgelerinde kontrolü ele geçiren PYD’nin varlığı, AKP hükümetini uzun süredir rahatsız ediyor, PYD’ye karşı sert açıklamalar birbirini izliyordu. O zamanlar, AKP hükümeti ile PYD arasında yaşanan gerilimin içerideki Kürt sorununun “çözümsüzlüğünden” kaynakladığı ortadaydı. Kürt sorunu konusunda AKP iktidarı ile Öcalan ve Barzani arasında yapılan görüşmelerde varılan nokta, artık PYD’yi Ankara için sorun olmaktan çıkarmış durumda. Zira PKK’nin AKP ile anlaştığı koşullarda onun Suriye’deki kolunun Ankara’daki hükümetin desteklediği ÖSO ile çatışması düşünülemez. PKK’nin AKP ile anlaşması, PYD’ye, Esad yönetimine karşı ÖSO ve ABD destekli Suriye muhalefeti ile birlikte mücadeleye girişmekten başka bir yol bırakmamaktadır. PYD ile ÖSO arasında yapılan son anlaşma da bunun bir ifadesiydi. ABD’den ithal edilmiş bir Kürt burjuvası olan Hasssan Hitto’nun Suriye muhalefeti tarafından “geçici başbakan” seçilmesini de ABD’nin AKP ile “barış” yapan Kürtler’e yönelik bir “jesti” olarak görebiliriz. Böylece ABD, Suriye’deki muhalefetin parçalanmasını önlerken, onun içindeki seküler güçlere de bir yenisini eklemiş oldu.

Bütün bunlar, İsrail’in Filistin sorununda (özellikle Gazze’de) barışçıl çözüme yanaşma işaretleri vermesinin, Ankara ile Tel Aviv arasındaki ilişkilerin yeniden normalleşmesinin ve Türkiye’de PKK ile “barış” yönünde sergilenen ilerlemenin ardında yatan temel etmenin Suriye’deki emperyalist destekli vekil savaşı olduğunu göstermektedir.

Hatırlanacağı üzere, İsrail’in Suriye’yi vurduğu günlerde, Dışişleri Bakanı Davutoğlu, “İsrail’in Müslüman bir ülkeyi vurmasının kabul edilemeyeceğini” söylediği bir açıklama yapmıştı. Davutoğlu, o açıklamada, “kendi halkına silah çekmeyi biliyorsun da İsrail’e niye karşılık vermiyorsun” anlamında laflar ederek, Esad’ı İsrail’e savaş açmaya çağırmıştı. Bir başına bu olay, Esad’a karşı ÖSO’ya destek veren iki ülkenin yaşadığı çelişkileri göstermişti ve emperyalistler, bu çelişkilerin, başta Suriye’nin geleceği olmak üzere Ortadoğu’daki çıkarlarına zarar verebilecek dinamikler taşıdığının farkındaydılar. Şimdi, bütün bu gerilimler aşıldığı, ABD önderliğindeki Batılı güçlerin bölgedeki emperyalist hedeflerinin önündeki başlıca engelin kaldırılmış olduğu düşünülüyor.

Emperyalist savaş ve barış

Yazının başlığında yer alan APO(LOGY) kavramını, İsrail’in dilediği özrün Kürt sorunun “çözümü” ile bağlantısını kurmak için tercih ettik. PKK’nin silahsızlandırılması süreci, Filistin’de iki devletli “çözüm” ve Ankara ile Tel Aviv arasındaki “barış” gibi gelişmeler, yukarıda açıklamaya çalıştığımız gibi bölgede gündeme gelen yeni denklemlere işaret etmektedir. Bu yüzden, İsrail tarafından dile getirilen özrün, ABD tarafından AKP hükümetine, Kürt sorunu konusunda attığı adımlar için verilen bir armağan olarak da algılanması gerektiğini düşünüyoruz. Benzeri bir gelişme, ABD’li de olsa, bir Kürt’ün Suriye’deki Batı destekli muhalefetin yeni “geçici başbakanı” seçilmesiydi. Bu, her iki gelişmenin de neden Newroz’a denk getirildiğini açıklıyor.

Filistin ve Kürt sorunlarını, hem Hamas’ı hem de PKK / PYD’yi Suriye’deki iç savaşta emperyalist kampa dahil edecek şekilde “barışçıl” biçimde çözme yönünde önemli adımlar atan Ankara ve Tel Aviv arasında sağlanan “barış”, bölgede hazırlığı yapılan savaşların ilk adımı olarak anlaşılmalı. Bütün bu adımlar, Türkiye’de AKP’nin elini güçlendirirken, dışarıda, Suriye’deki rejime karşı yeni bir emperyalist hamlenin hazırlıklarının yapıldığı şu günlerde, Ortadoğu’daki Batı yanlısı ittifakı sağlamlaştırmıştır.

Dünyanın birçok yerindeki emperyalist işgallerin ve yeni savaş hazırlıklarının sorumlusu olan burjuva hükümetlerden barış talebinde bulunmanın ne denli büyük bir aymazlık olduğunu, bu güne kadar yaşanan ve milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanan savaşlardan biliyoruz. Kapitalizm, etnik, dinsel, kültürel, cinsel vb. farklılıklarını bir yana bırakarak uluslararası bir sınıf kimliği altında birleşmiş işçi ve emekçiler eliyle ortadan kaldırılmadığı sürece, burjuva hükümetlerce yapılacak her yeni “barış” yeni bir savaşın hazırlanmasına hizmet etmeye devam edecektir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir