Alman hükümetinin savaş hazırlıklarını durdurun!

Çok sayıda insan, Almanya İçişleri Bakanı Thomas de Maizière tarafından Çarşamba günü resmen açıklanan “Sivil Savunma Konsepti”ne (KZV), şaşkınlık, şok ve korku karışımı bir tepki gösterdi. 69 sayfayı bulan doküman, halkı savaşa hazırlamaya yönelik bir dizi önlemi ayrıntılı biçimde ele alıyor.

Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesi, dokümana ilişkin bir ön haberinde, onun, tercihen gizli tutulması gereken konularla ilgilendiğini belirterek, “insanın, bu 69 sayfayı okuduktan sonra, durup nefes alması gerekiyor” diye yazdı.

“Biyolojik ya da kimyasal silahların kullanıldığı bir saldırı karşısında nasıl korunulacak? Bir radyoaktif bulut serpintisi durumunda insanlar nasıl korunacak? Bu tür bir saldırı tehdidi ortaya çıktığında federal hükümet nerede saklanacak? Bir savaş durumunda kültürel zenginlikler nerede depolanacak? Erkekler ve kadınlar, ‘yaşam ve savunma için hayati öneme sahip sektörlerde’ çalışma konusunda nasıl bilgilendirilecekler?” Gazete, “en kötüye hazırlanmak” için gerekli olduğundan, bu soruların yanıtlanması gerektiğini belirtiyor.

“Sivil Savunma Konsepti”, ordunun büyük ölçüde güçlendirilmesini önermiş olan “Güvenlik Politikası ve Alman Ordusu’nun Geleceği Üzerine Resmi Rapor 2016” ile aynı doğrultuda görülüyor. Bunun [2016 Resmi Raporu) yalnızca ülke dışındaki askeri konuşlandırmalarda bir genişleme anlamına geldiğini düşünenler, şimdi, Alman hükümetinin, Almanya’yı ve Avrupa’yı -hem de yakın bir gelecekte- savaş alanına çevirecek savaşlara hazırlandığını açıkça görüyorlar.

“Sivil Savunma Konsepti”, halka, on gün yetecek su ve yiyecek depolaması çağrısı yapıyor. O, hazırda ilk yardım çantaları, battaniyeler, kömür, odun, mum, el feneri, pil, kibrit, şarjlı piller ve nakit para bulundurulmasını öneriyor.

Bir “savunma durumu”na hazırlanmaya yönelik diğer önlemler, kamuya ait ve özel binalar için “inşaat malzemelerinin güçlendirilmesi”ni; radyo, TV, sirenler, hoparlörler, yazılı mesajlar ve internet üzerinden bir “güvenilir alarm sistemi”nin kurulmasını; nükleer, biyolojik ya da kimyasal bir saldırı durumunda hastane “arıtma istasyonları”nın oluşturulmasını içeriyor.

Doküman, zorunlu askerliğin yeniden devreye sokulmasının ve askeri personelin silah altına alınması ve seferber edilmesi için daha sağlam bir yöntemin uygulanmasının düşünülmesi gerektiğini belirtiyor ve Federal Çalışma Dairesi’nin kadınları ve erkekleri “yaşam ve savunma için hayati öneme sahip sektörlerde” çalışmaya zorlama yetkisine sahip olması gerektiğini ileri sürüyor.

Bu önlemler, Yeşiller’in ve Sol Parti’nin iddia ettiği gibi, Hristiyan Demokrat Birlik/Hristiyan Sosyal Birlik’in “seçim kampanyası” ya da bir “panik yayma” girişimi ile ilgili değildir. “Sivil Savunma Konsepti”, kimi medya organlarının onun önemini küçük göstermek amacıyla ileri sürdüğü gibi, basitçe, afet durumları ile ilgili sıradan yönergelerin yeniden düzenlenmesi de değildir. Tersine, doküman, açıkça savaştan ve kimyasal ya da nükleer silah saldırılarından söz etmekte ve tekrar tekrar onlara gönderme yapmaktadır.

Sovyetler Birliği’nin parçalanmasından 25 yıl sonra, Avrupa topraklarında bir nükleer savaş gerçek bir tehlikedir. NATO, Rusya’yı sistematik olarak kuşatmakta ve askeri olarak tehdit etmektedir. Batı ittifakı açıkça savaşa hazırlanmaktadır. Geçtiğimiz Temmuz ayında, Der Spiegel dergisi, NATO’nun Danimarkalı subayı Jacob Larsen’in “Topyekün bir savaşın nasıl yapılacağını yeniden öğrenmemiz gerekiyor” sözlerini aktarmıştı.

Dünyayı iki kez uçuruma sürüklemiş olan Alman emperyalizmi, bunda merkezi bir rol oynamaktadır. Alman hükümetinin 2014 başlarında “askeri kısıtlamanın sonu”nu ilan etmesinden bu yana, Alman dış politikası, I. ve II. Dünya Savaşları öncesindekine benzer saldırgan bir yol izliyor.

Berlin, Washington ile birlikte, 2014 başlarında Ukrayna’nın seçilmiş devlet başkanı Viktor Yanukoviç’i deviren darbede başrol oynadı ve onun yerine, Batı yanlısı oligark Petro Poroşenko başkanlığında, doğrudan faşist gruplara ve milislere dayanan bir yönetimi iktidara getirdi. NATO, o zamandan beri, Polonya’daki, Baltık devletlerindeki ve Ukrayna’daki aşırı milliyetçi, Rusya karşıtı hükümetler ile sıkı işbirliği içinde, Rusya sınırındaki askeri güçlerini takviye ediyor.

Bu yazın başlarında, Doğu Avrupa’da NATO’nun en büyük askeri tatbikatı gerçekleştirildi. 31.000 askerin, 3.000 aracın, 105 uçağın ve 12 geminin katıldığı Anakonda Harekatı, Rusya ile bir savaşı canlandırıyordu. Bir ay sonra, Varşova’daki NATO zirvesi, Romanya’ya ve Baltık devletlerine çok sayıda tabur konuşlandırmayı ve bu ülkelerde bir füze savunma sistemi oluşturmayı kabul etti.

Askeri durum, artık, kasten ya da istemeden, bir kazanın kontrol edilemez bir zincirleme tepkimeye yol açabileceği kadar gergindir.

ABD egemen seçkinleri içinde Rusya ile askeri bir çatışmaya can atan hizipler güçleniyor. Şahinlerin büyük kesimi yarı-faşist Cumhuriyetçi başkan adayı Donalt Trump’ın kampında değil; Alman egemen seçkinleri tarafından da desteklenen Demokrat Hillary Clinton’ın arkasında hizaya geçmiş durumdalar.

Rusya karşıtı ajitasyon, Almanya’da, histerik bir boyut ediniyor. Medyanın büyük kesimine göre, Alman militarizminin dönüşünü hazırlamış ve Ukrayna’daki darbede önemli bir rol oynamış olan Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier bile fazlasıyla yumuşak.

Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesi, geçtiğimiz hafta, Steinmeier’i, “Moskova’nın güdülerini” Almanya Başbakanı Angela Merkel’den “özünde farklı biçimde” görmekle suçladı. Gazete, “Merkel, Moskova’nın eylemlerinin sinik olarak adlandırılmasına izin verirken, Steinmeier, bir konuşmada hayal kurmak üzere Yekaterinburg’a gitti.” diye yazdı. Gazete, Steinmeier’i, “Rusya’ya karşı anlayış ile ABD’ye içten güvensizliğin her zaman bir madalyonun iki yüzü olduğu kişilere” yönelmekle suçlayarak sürdürdü.

Almanya’daki en önemli iki dış politika düşünce kuruluşu, Alman Dış Politika Topluluğu (DGAP) ile Siyaset Bilimi Vakfı (SWP), sürekli olarak, Rusya’yı saldırganlıkla, uluslararası hukuku çiğnemekle ve Avrupa’yı istikrarsızlaştırmakla suçlayan raporlar yayımlıyor.

DGAP’nin, Yeşiller Partisi’ne bağlı Heinrich Böll Vakfı’ndan Jana Puglierin tarafından yazılan bir raporu, NATO’nun Rusya’ya karşı “kararlılığını sergilemesi” ve “bir güç konumundan hareketle faaliyet göstermesi” talebiyle sonuçlanıyordu. Rapora göre, bu, “‘çevreleme’ yoluyla bir çatışmayı önleme” ve “ekonomik ve siyasi yaptırımların sürdürülmesi”nin yanı sıra “Rusya’yı makul bir şekilde caydırabilecek güçlendirilmiş bir NATO” vasıtasıyla askeri araçlara bir dönüş anlamına gelmektedir.

Savaş tehdidinin tek kaynağı Rusya ile cepheleşme değildir. Cephe hatlarını belirlemenin giderek daha zor hale geldiği Suriye’deki savaşta, ABD ve müttefikleri, nükleer bir güç olan Rusya ile açık bir çatışmaya dönüşebilecek bir askeri tırmandırmayı hazırlıyorlar. Almanya burada da cephe hattındadır. Bu, Ortadoğu’nun ve Afrika’nın başka bölgelerindeki emperyalist savaşlar için de geçerlidir.

Avrupa Birliği’nin krizi ile birlikte, Avrupa’daki ulusal çelişkiler bir kez daha ortaya çıkıyor. Almanya kibirli bir şekilde AB’deki “egemen” ve “öncü güç” olduğunu iddia ederken, diğer Avrupalı güçler yeniden silahlanıyor ve milliyetçiliği besliyorlar.

Egemen siyaset çevreleri içinde, hükümetin savaş yönelimine karşı bir muhalefet yok. Tersine, Bundestag’daki (Almanya parlamentosu) iki muhalefet partisi de (Sol Parti ve Yeşiller), bu yönelimi kışkırtıyor.

Sol Parti’nin parlamento grup sözcüsü Sahra Wagenknecht, Salı günü, hükümeti, Suriye’de ABD önderliğindeki koalisyondan çıkartılmakla tehdit edilmiş olan Türkiye cumhurbaşkanı “terör hükümdarı Erdoğan”a arka çıkmakla ve onun “korkunç politikaları”nı desteklemekle suçladı. Wagenknecht, “Bu, Alman hükümetinin tek ses olmaması durumunda, Almanya’nın etkisini zayıflatmakta ve manevra alanımızı daraltmaktadır” dedi.

Savaş tehlikesi konusunda uyarıda bulunan ve işçilerle gençleri ona karşı harekete geçiren tek parti, Sosyalist Eşitlik Partisi’dir (Partei für Soziale Gleichheit – PSG). PSG, savaşa karşı mücadeleyi Berlin eyalet seçimleri kampanyasının merkezine yerleştirmiş ve savaş tehlikesinin nedenini, açık bir şekilde, kapitalizmin küresel krizi olarak tanımlamıştır.

PSG, seçim bildirgesinde, “Almanya’nın egemen seçkinleri, dünyanın yeniden paylaşımı ve hammaddeleri ve pazarları ele geçirme uğruna mücadelede ellerinin boş kalmayacağından emin olmak istiyorlar.” diye yazmıştı. Seçim bildirgesi, ayrıca, “savaş karşıtı hareket, yalnızca, uluslararası olması, işçi sınıfına dayanması ve savaşa karşı mücadeleyi kapitalizme karşı mücadele ile birleştirmesi durumunda başarıya ulaşabilir.” diye ilan etmişti.

25 Ağustos 2016

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir