İlk sonuçlara göre, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Türkiye’de yapılan erken seçimleri kazandı ve mecliste tek başına iktidar olacak çoğunluğu elde etti. AKP, 7 Haziran’da yapılan seçimlerde kaybetmiş ve hiçbir parti iktidar kuracak çoğunluğu elde edememişti.
Oyların yüzde 99’unun sayıldığı resmi rakamlara göre, AKP oyların yüzde 49,4’ünü aldı ve 550 sandalyeli parlamentoda 316 milletvekilliği kazandı. Haziran ayındaki seçimlerde yüzde 83,9 olan seçimlere katılım oranı, bu seçimlerde 85,2 oldu.
Kemalist Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), 7 Haziran’daki oylarını beklendiği kadar arttıramadı ve oyların yüzde 25,8’ünü alarak 134 milletvekilliği elde etti. Türkiye burjuvazisinin uzun süredir iktidarda olmasını tercih ettiği CHP, Türkiye’nin 81 ilinin yalnızca altısında birinci parti oldu.
CHP’nin önderi Kemal Kılıçdaroğlu, Pazar gecesi düzenlediği kısa basın toplantısında, “Ortaya çıkan tablo… bizim sorumluluğumuzu parlamento dışında da çok daha arttırmıştır… 7 Haziran’da nasıl milli iradeye saygılı olduysak, 1 Kasım’daki tabloya da aynen saygılıyız… Hiç kimse kendisini hukukun üstünde görmemeli; her yurttaşın can ve mal güvenliği sağlanmalı.” dedi.
Hem aşırı sağcı Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) hem de Kürt yanlısı Halkların Demokratik Partisi (HDP), 7 Haziran seçimlerine göre oy kaybetti. MHP yüzde 16’lardan yüzde 11,9’a indi, HDP ise yüzde 13’ten, TBMM’ye girmesi için gerekli yüzde 10’luk seçim barajının hemen üstüne geriledi.
Seçimler, tırmanan şiddet ve siyasi karışıklık ortamında gerçekleşti. Türkiye’nin güneydoğusunda Kürtlerin yaşadığı bölgelerde Türk kolluk güçleri ile PKK arasında çatışmalar başladı ve AKP hükümeti, komşu Suriye’deki Kürt savaşçıları ezmek için oradaki iç savaşa doğrudan müdahale etme tehdidinde bulundu.
Seçim kampanyası sırasında, bir dizi bombalama eylemi, korku ortamını arttıracak şekilde, Kürt örgütlerini ve HDP mitinglerini hedefledi. AKP, bu bombalı saldırılardan, Irak ve Suriye’deki IŞİD’i sorumlu tuttu ama birçok insan, uzun süredir IŞİD’in başlıca destekleyicisi olan AKP’yi suçladı.
Seçim kampanyası sırasında yüz binlerce Suriyeli sığınmacı, Avrupa’ya kaçmak için Türkiye sahillerine aktı ve bu, Türk kentlerinde ve sahillerinde giderek daha umutsuz sahnelere yol açtı.
AKP, haberleri yönlendirmek ve muhalefet partilerine ilişkin haberleri bastırmak için, denetimindeki yaklaşık 32 gazete ve 22 televizyon kanalı dahil, medya üzerindeki egemenliğini kullandı. O, seçimlerden birkaç gün önce, kolluk güçlerine, muhalefet yanlısı olmaya devam eden başlıca basın yayın organlarının sahibi Koza-İpek medya grubuna zorla girme emri verdi.
Kampanya dönemindeki gerilime rağmen, oylama sırasında şiddet yaşandığına ilişkin haberler gelmedi. PKK ile Türk kolluk güçleri arasında çatışmaların yaşandığı ve yoğun güvenlik önlemlerinin alındığı yerler olan doğu illerindeki oylama öğleden sonra dörtte sona erdi. Bazı normal oy kullanma yerleri, halkın kendisini güvenlik güçlerinden korumak amacıyla açtığı çukurların ve barikatların arkasında kaldıkları için başka yerlere taşındı.
Bununla birlikte, seçimlerin ardından, ülkenin çoğunlukla Kürtlerin yaşadığı bölgesinin en büyük kenti Diyarbakır’da, HDP’nin destekleyicileri ile onlara basınçlı su ve göz yaşartıcı gaz sıkan kolluk güçleri arasında çatışmalar yaşandı.
Diyarbakır’daki emekli bir öğretmen, Britanya’da yayımlanan Guardian gazetesine, “Buna inanamıyorum. Çok üzgünüm. [AKP] çalıyor ve öldürüyor. Onlar herkese baskı yapıyor, basını susturuyorlar ama hala kazanıyorlar. Bu demokrasiye olan inancımı kaybetmiş durumdayım.” dedi.
Başkaları, HDP’ye ve Kürtler ile Türk hükümet güçleri arasındaki tırmanan çatışmaya daha eleştirel yaklaşıyordu. Diyarbakırlı bir dükkan sahibi, “Bu, partinin kendisine, bu kötü sonuçların nasıl ortaya çıkabilmiş olduğunu sorması gerektiğini gösteriyor.” yorumunda bulundu.
AKP, seçimi güvenlik önlemleri üzerine bir referanduma dönüştürerek iktidarda kalırken, Erdoğan’ın siyasi gündemine olan kitlesel destek az. Onun başını ABD’nin çektiği Suriye’deki vekil savaşına dahil olması halk tarafından desteklenmiyor; Türkiye ekonomisinin önceki hızlı büyümesi sönmeye devam ederken, işçiler ve gençlik içinde sömürüye ve toplumsal eşitsizliğe yönelik artan bir muhalefet söz konusu.
Erdoğan, bu toplumsal çelişkileri bastırmayı ve başlıca muhalefet partilerinin iflasından yararlanarak başkanlık makamına odaklanmış daha otoriter egemenlik biçimlerini dayatmayı amaçlıyor. CHP, AKP’ye hizmet eden sükunet ve ulusal birlik çağrıları yaparken, kitlelerin artık inanmadığı ücretleri ve sosyal harcamaları arttırma vaatleri üzerine odaklanan bir kampanya yürüttü. CHP, NATO ve Türkiye’deki askeri cuntalar ile uzun bir ilişkiler tarihiyle, Erdoğan’ın gerici dış politikasına yönelik yaygın memnuniyetsizliğe hitap edemiyor.
Kürt tarafına gelince, hem HDP ile PKK arasında hem de daha yaygın olarak Türkiye’deki Kürt halkı içinde, Türk hükümeti karşısında, Suriye’deki iç savaşı Türkiye’ye ithal etme tehdidi oluşturan bir iç savaşı yeniden başlatma yaklaşımı konusunda giderek artan fikir ayrılıkları söz konusu.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, AKP’nin kalesi Konya’da “Bu demokrasimiz ve halkımız için bir zaferdir… İnşallah önümüzdeki 4 yıl güzel hizmetlerle 2019’da yeniden karşınızda olacağız.” dedi.
Ardından AKP’nin Ankara’daki genel merkezinden “balkon konuşması” yapan Davutoğlu, şunları söyledi: “Meclise giren bütün partilere yerli ve milli bir anayasa çağrısında bulunuyorum… Kavganın, gürültünün, kutuplaşmanın olmadığı, siyasetin normalleştiği, herkesin birbirine barış içinde selam verdiği, yeni bir Türkiye için hep birlikte kolları sıvayalım. Özgürlükçü bir anayasa için el ele verelim.”
Tek başına bir AKP hükümetinin kurulması, Türkiye’deki, uluslararası ekonomik krizden ve Ortadoğu’daki ulus devlet sisteminin kanlı bir şekilde çökmesinden kaynaklanan çetin krizi çözmeyecektir. Bu krizi harekete geçiren güçlerin hiçbiri, egemen sınıf tarafından Türkiye sınırları içinden kontrol edilemez.
Avrupa’nın -emekçilere karşı kemer sıkma önlemlerinin etkisi altında- ekonomik gerilemesi, Türkiye’nin başlıca ihracat pazarının altını oyuyor ve ülkenin ekonomisi, ABD’deki faiz oranlarında yaşanacak olası bir artışın insafına kalmış olan büyük yabancı sermaye girişine bağlı olmaya devam ediyor. Türkiye’nin Ortadoğu’nun geri kalan kesimindeki pazarları ise Suriye’ye, Irak’a ve ötesine yayılan savaşın ve katliamların etkisi karşısında daha da korunmasız durumda.
Türkiye’nin Suriye iç savaşına katılımı, iç savaş ABD’yi, Avrupalı güçleri ve Rusya ile İran’ı kapsayan bir çatışmaya doğru tırmanırken, Türkiye’yi vahim sonuçlarla tehdit ediyor. Türkiye’nin Suriyeli Kürt gruplara muhalefeti, onu yalnızca Suriyeli Kürtler ile muhalif Arap milisler arasında oluşturulmuş ittifakı doğrudan silahlandırmaya başlamış olan Washington ile çatışmaya sürüklememekte; aynı zamanda uzayan bir iç savaşı bizzat Türkiye’nin içinde ateşleme tehlikesi oluşturmaktadır.
ABD’deki düşünce kuruluşu Brookings Institution tarafından yayımlanan son bir raporda, Sinan Ekim ve Kemal Kirişci, “Türkiye bu kutuplaşmanın üstesinden nasıl gelebilir? Bunu söylemek zor.” diyor ve ekliyor: “Kesin olan şu ki, Türkiye’yi bir iç savaşın eşiğinden uzaklaştırmak, ülkenin bir sonraki yönetiminin önündeki en büyük zorluklardan biri olacaktır.”
2 Kasım 2015