Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan önderliğindeki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti, büyük şirketlerin ve bankaların emrinde, derinleşen ekonomik krizin tüm yükünü işçi sınıfının sırtına yükler ve kıdem tazminatını da hedef alan çok daha sert bir kemer sıkma saldırısına hazırlanırken, savaş ve diktatörlük yöneliminin yapısal parçası olarak, 2018 yılında askeri harcamalara ve silahlanmaya 19 milyar dolar harcadı. AKP hükümeti, ayrıca, 2021 yılına kadar yeni cezaevlerinin yapımına da 9 milyar lira bütçe ayırdı.
İsveç merkezli Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) tarafından açıklanan yıllık rapora göre, dünya ülkeleri 2018 yılında 1 trilyon 800 milyar dolarla rekor kıran askeri harcama yaptı. Açıklanan rakamlar, ABD’nin başını çektiği tırmanan militarizm ve üçüncü dünya savaşı hazırlıkları doğrultusunda, küresel silahlanma harcamalarındaki yükseliş eğiliminin devam ettiğini gösteriyor. Aynı kuruluş, ülkelerin silahlanma bütçesini 2017 yılında 1 trilyon 739 milyar dolar olarak vermişti.
Raporda yer alan verilere göre, 2017 yılına kıyasla askeri harcamalara yüzde 24 daha fazla bütçe ayıran Türkiye, 19 milyar dolarlık harcamasıyla ilk 15 ülke arasında en fazla artış gösteren ülke oldu. Eğitim, sağlık, sosyal refah düzeyi, gelir dağılımı, adalet ve basın özgürlüğü gibi konularda dünya ülkeleri listelerinde son sıralarda yer alan Türkiye, askeri harcamalarda üst sıralarda kalarak 15’inci sıradaki yerini korudu.
SIPRI araştırmacısı Nan Tian, Türkiye’nin askeri harcamalarındaki artış ile ilgili yaptığı yorumda, “Türkiye hızlı askeri teçhizat teslimatı konusunda giderek daha fazla harcama yapıyor ve bir yandan da yüklü miktarda silah satın alıyor,” dedi ve ekledi: “Türkiye ayrıca Suriye’deki Kürt gruplara karşı askeri harekâtını genişletiyor, bu da çok fazla paraya mal oluyor.” dedi.
30 Nisan Salı günü İstanbul’da 14. Uluslararası Savunma Sanayi Fuarı’nı gezen Cumhurbaşkanı Erdoğan, burada yaptığı konuşmada, adeta silahlanma bütçesindeki artışın kendisine göre gerekçelerini açıklayarak, şunları söyledi: “Türkiye’nin içinde bulunduğu bölge dünyadaki siyasi krizlerin ve çatışmaların en yoğun yaşandığı yer. Bu durum Türkiye’yi her alanda sürekli teyakkuz halinde tutmayı, gücü artıracak yöntemler geliştirmeyi zorunlu hale getiriyor.”
Erdoğan, konuşmasında, Türklerin geçmişte dünyanın en güçlü kara ve deniz ordularını kurduğuna, sadece Osmanlı ile 24 milyon kilometrekareye ulaşan hakimiyet alanları oluşturduğuna, dünya savaş tarihinde eğitim, taktik, araç, gereç bakımından önemli yerleri olduğuna, hatta I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı güçlerinin Alman emperyalizminin denetimi altında gerçekleştirdiği Kut’ül Amare kuşatmasına bile değinerek silahlanma politikalarının “bu tarihi süreklilik içinde” okunması gerektiğini belirtti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “zorunlu” ve “tarihi süreklilik” olarak nitelendirdiği silahlanma harcamalarının Türkiye egemen sınıfın Ortadoğu’daki emperyalist savaştan pay kapma çabasının bir sonucu olduğu ortadadır. Bu harcamaların başta işçi sınıfı olmak üzere toplumun dar gelirli kesimlerinin sırtından karşılandığı ve zenginlerin vergileri neredeyse sıfırlanırken, onlardan akıldışı vergiler alındığı bir diğer gerçektir.
Egemen sınıfın çıkarları doğrultusunda AKP hükümetinin önderlik ettiği savaş ve diktatörlük politikalarının bir diğer sonucu ise, yaratılan siyasi baskı ve korku ortamı. Bu nedenle Türkiye’de adalet sistemi de neredeyse iflas etmiş durumda. AKP iktidarının memuru haline gelmiş olan “bağımsız” savcılar ve hakimler, siyasi davalarda akıl dışı iddianamelerle insanları tutuklu ya da hükümlü olarak hemen cezaevine yollarken, adi suçlara ilişkin davalarda adli kontrol yöntemi ile sanıklar serbest bırakılıyor.
Örneğin, cumhurbaşkanını sosyal medyadan eleştirenler “cumhurbaşkanına hakaret” suçlaması ile cezaevine yollanırken, ana muhalefet CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yapılan linç girişiminde ona saldırarak yumruk atan kişi ve diğer saldırganlar tutuksuz yargılanıyor. Dahası, Soma katliamının sorumlusu serbest bırakılırken, işçi ailelerinin avukatları hapsediliyor.
Siyasi davalardan çıkan “tutuklu yargılama kararları” ve verilen cezalar sonucunda, Türkiye’de cezaevlerinde bulunan kişi sayısı her geçen gün artıyor. Özellikle NATO destekli 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yapılan ve ordu içerisinde hala süren toplu tutuklamalar sonucunda cezaevleri ağzına kadar dolmuş durumda.
Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevfikevleri Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, Mart 2019 itibariyle Türkiye’de; 313 kapalı, 75 açık, 9 kadın kapalı, 8 kadın açık, 7 çocuk kapalı, 5 çocuk eğitim evi olmak üzere toplam 396 ceza infaz kurumu bulunuyor. Bu kurumların toplam kapasitesi 220 bin 8 kişi.
15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından yapılan tutuklamalarla cezaevlerindeki doluluk oranı yüzde 121’e çıktı. Son dönemde basında bazı cezaevlerinde mahkum ve tutukluların ranzalarında sırayla uyudukları haberleri yer almaya başladı. Türkiye’de halen mevcut cezaevlerine ek olarak, 132 yeni cezaevinin yapımı sürdürülüyor. 35 yeni cezaevinin ise projeleri hazırlandı. Halihazırda cezaevlerinde kalanların sayısı 264 bin 31. Resmi rakamlara göre cezaevlerinde 250 bin 764 erkek, 10 bin 285 kadın ve 2 bin 982 çocuk bulunuyor. Annesiyle kalan çocuk sayısı ise 677. Geçtiğimiz yılki rakamlara göre, toplam hükümlü ve tutukluların beşte birinden fazlasını, terörle ya da darbeyle ilişkisi olsun ya da olmasın, “terör suçlusu” diye adlandırılan siyasi tutuklular oluşturuyor.
Türkiye’de son 14 yılda 166 yeni ceza infaz kurumu açıldı. Ayrıca mevcut olan 34 ceza infaz kurumuna ek bina yapılarak, toplam 149 bin 588 kişilik ek kapasite artışına gidildi. Ancak tüm bu artışlar ve darbe girişimi sonrası yapılan infaz düzenlemeleri ile binlerce mahkumun tahliye edilmesi bile, AKP hükümetleri döneminde yapılan tutuklamalar ve verilen cezalar için yeterli olmadı.
Sürdürülen savaş ve diktatörlük politikalarının sonucunda tutuklu ve hükümlülerde artış olacağını öngören, yaşanan ekonomik ve toplumsal krizle birlikte sokağa çıkacak olan işçi sınıfını da hesaba katan AKP hükümeti, adeta Türkiye’nin dört bir yanını demir parmaklıklarla örüyor. Yeni cezaevleri yaparak mevcut kapasitenin artması için seferber olan hükümet, 2021 yılına kadar 48 cezaevinin yapımını tamamlamayı hedefliyor. Bu arada, sadece 2018 yılında 500 bin metrekare büyüklüğünde toplam 11 cezaevinin açıldığını hatırlatalım.
Adalet Bakanlığının açıkladığı verilere göre, 2021 yılına kadar yapılması planlanan 48 cezaevinin toplam büyüklüğü 6 milyon metrekare olacak. Maliyeti 9 milyar lirayı aşacak olan cezaevlerinin tamamlanmasıyla toplam cezaevi kapasitesinin 500 bine ulaşması bekleniyor.
Yapılan bu hazırlıklar, yeni cezaevi inşaları boşuna değil. Toplumsal eşitsizliğin görülmemiş boyutlara ulaştığı, kapitalizmin dünya çapındaki krizinin tırmandığı ve sınıf mücadelesinin uluslararası ölçekte canlandığı ortamda, egemen sınıflar buna demokrasi maskesinden kurtularak ve en basit burjuva hukuk kurallarını bir kenara atıp, otoriter rejimlere ve polis devletlerine yönelerek yanıt veriyor.
Bu politikalara karşı çıkanları ise yapılan ve yapılması planlanan cezaevleri bekliyor. ABD’nin savaş suçlarını ifşa eden Julian Assange’ın Britanya’da ve Chelsea Manning’in ABD’de hapse atılması, işçi sınıfına yönelik bu uluslararası saldırının en son ve en önemli örneklerini oluşturuyor.
Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi, 4/5 Mayıs’ta, altıncı Uluslararası Çevrimiçi 1 Mayıs Toplantısı’nı düzenliyor. Savaş hazırlıklarına, demokratik hakların ortadan kaldırılmasına ve Assange ile Manning’e yönelik zulme karşı çıkan herkesi, toplantıya kayıp olup, katılmaya çağırıyoruz.