Dün, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın büyük şirket temsilcilerinin huzurunda “Enflasyonla Mücadele Programı”nı açıklamasından birkaç saat önce, 3. Havaalanı şantiyesi işçileri askerler tarafından araçlardan indirilip arandı ve bazı işçiler gözaltına alındı. İnşaat-İş Sendikası’nın Twitter hesabından yaptığı açıklamaya göre, gözaltına alınan ve aralarında bir sendika yöneticisinin de bulunduğu 14 kişi, karakolda darp edildi.
Bu, havaalanı inşaatı işçilerine yönelik yaklaşık bir aydır devam eden saldırılar dizisinin en son halkasıdır.
Geçtiğimiz ayın ortasında, İstanbul’da bulunan 3. Havaalanı inşaatında çalışan binlerce işçi, iş kazalarına, ağır ve baskıcı çalışma koşullarına ve en temel haklarının ihlal edilmesine karşı iş bırakmış; bu meşru protestonun ardından, gece yapılan polis-jandarma operasyonuyla yüzlerce işçi gözaltına alınmıştı.
Hükümetin bu saldırısını, hem inşaat işçilerine hem de bir bütün olarak işçi sınıfına bir gözdağı verme amacıyla, aralarında dört İnşaat-İş yöneticisinin de bulunduğu 24 işçinin tutuklanması izlemişti.
Aradan geçen süreçte, hükümetin işçilere yönelik komplosu devam etti ve tutuklunanların sayısı 35’e kadar yükseldi.
En son, DİSK’e bağlı Dev Yapı-İş sendikasının Genel Başkanı Özgür Karabulut, DİSK binası çıkışında gözaltına alındı ve ardından tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Bianet’e konuşan Özgür Karabulut’un avukatı Necdet Okcan, şunları söyledi: “İş ve çalışma hürriyetini ihlalde ‘Cebir veya tehdit kullanımı’ şartı var ancak Karabulut ile ilgili böyle bir durum yok. Konuşması dışında bir delil yok. Suçlamaları dolgu olarak koyuyorlar. Hukuksuzluğu görüyorsunuz. Normalde böyle bir dosyada tutukluluk çıkması mümkün değil.”
Geçtiğimiz ay binlerce işçinin “artık yeter” diyerek katıldığı iş bırakma eylemi ve protesto, en son 17 işçinin yaralandığı bir servis kazasının ardından patlak vermişti ve bu türdeki daha küçük çaplı protesto eylemlerinin sonuncusuydu. İşçiler, hükümetin, iktidar yanlısı üstlenici şirketler grubuna (İGA) yine milyarlarca avroluk kazanç güvencesi verdiği bu “mega proje”nin şantiyesini, temel iş güvenliği önlemlerinin olmaması ve çok sayıda iş cinayeti nedeniyle “mezarlık” olarak tanımlıyorlar.
Bu sert bastırma operasyonunun ve ilk tutuklamaların ardından, işçiler, kışla koşullarında çalıştırıldıklarını açıkladılar. Onlar, kolluk güçlerinin gözetimi altında otobüslere bindiriliyor ve yine onların gözetiminde çalıştırılıyorlar. Dün yapılan aramaya ilişkin görüntüler, baskı koşullarının ne düzeyde olduğunu göstermektedir.
Geçtiğimiz ay, havaalanı inşaatı işçileri, ücretlerinin ödenmesini, işten çıkarılmamalarını, daha fazla işçi servisini ve daha iyi yaşam koşullarını içeren, inşaat alanı yakınındaki konteyner barınaklardaki berbat koşulları anlatan bir talepler listesi yayınlamışlardı. 15.000 dolayında işçi, pire ve tahtakurusu dolu olan, toplanmamış çöplerin ve duvarlarda ve tavanlarda çatlakların bulunduğu bu yatakhanelerde uyuyordu.
İşçilerin başlıca taleplerinden biri, iş güvenliği koşullarının iyileştirilmesiydi. Geçtiğimiz Şubat ayında, Cumhuriyet gazetesi, inşaatın 2015 yılında başlamasından beri iş kazalarından sadece 27 işçinin öldüğünü iddia eden hükümetin, 36.000 işçinin çalıştığı havaalanı inşaatında 400 kadar ölümü gizlediğini yazmış ve işçilerin açıklamaları da bunu desteklemişti.
Geçtiğimiz hafta, BBC’de, ismi açıklanmayan iki işçiyle yapılan bir röportaj yayınlandı. İşçilerden biri, 15 Eylül’deki operasyona ilişkin, “Polis ve jandarma, yaklaşık 3.000-4.000 vardı. Daha da varlar. 500-600 kişi daha duruyor orada. Şu an kampın hali açık cezaevi gibi. Polislerin, askerlerin kontrolünde servislere biniyoruz, onların kontrolünde geliyoruz. Cezaevine girer çıkar gibi. Öyle hissediyoruz kendimizi.” diyordu. Diğer işçi ise, operasyon günü “Sabah 4’te alındım, gece 4’te bırakıldım. Ben korkmuyorum. Neyden dolayı? İnsan hakkını aradıktan sonra, insan haklı olduktan sonra, insan her şeyi göze alır.” diye konuştu.
İşçilerin açıklamalarına göre, Eylül ayındaki büyük protesto eyleminden sonra yüzlerce işçi İGA tarafından işten atıldı. Şirket, tüm baskı ve gözdağına rağmen insan aklıyla alay edercesine, koşulların iyileştirildiğini iddia ediyor.
Bu tutuklama dalgası ve hükümetin başvurduğu polis devleti yöntemleri, hem Türkiye hem de uluslararası işçi sınıfına yönelik büyük bir saldırıyı temsil etmektedir. Şu anda tutuklanan ya da şantiyede çalışan inşaat işçilerine yönelik muamele, egemen sınıf ve hükümet için bir laboratuvar işlevi görmekte ve önümüzdeki dönemde işçi mücadelelerine nasıl karşılık verileceğini göstermektedir.
Erdoğan hükümeti, Türk Lirası’nın değer kaybı, yükselen enflasyon ve işten çıkarma dalgasının sınıfsal gerilimleri şiddetlendirdiğinin bilincindedir ve işçi sınıfından gelecek kitlesel bir muhalefetten kaygılanmaktadır.
Trump yönetimi ile süregiden gerilim ve ABD’nin uygulamaya koyduğu gümrük vergileri ile birlikte daha da kötüleşen ekonomik kriz, hem Yeni Ekonomi Programı’nın hem de dün açıklanan Enflasyonla Mücadele Programı’nın gösterdiği gibi, hükümetin büyük şirketler yararına işçi sınıfına yönelik toplumsal saldırısını kaçınılmaz olarak derinleştirmesini beraberinde getirmektedir.
Hükümetin krizin tüm bedelini işçi sınıfının sırtına yükleme ve işçilerden gelecek her türlü muhalefeti şiddetle bastırma kararlılığı, işçi sınıfının artan muhalefeti ile karşılaşacaktır. En önemlisi de, bu durumun, Türkiye’ye özgü değil ama uluslararası bir olgu olmasıdır. Dün Fransa’da işçiler Devlet Başkanı Macron’un kemer sıkma saldırısına karşı sokaklara çıkarken, son haftalarda, Arjantin’deki işçiler IMF programına karşı iş bıraktılar; Avrupa’da Ryanair pilotları ve çalışanları greve çıkarken, ABD’de gitgide daha fazla işçi toplu sözleşme oylamalarında sendikalara rağmen grev lehine oy veriyor.
Küresel ekonomik krizin derinleşmesiyle birlikte tüm dünyadaki hükümetler şirketler yararına toplumsal saldırılarını tırmandırıyor. Krizin inkar edilemez olduğu bu koşullarda, Erdoğan, Cumartesi günü yaptığı konuşmada, Türkiye’de “kriz olmadığı” iddiasını bir kez daha yinelerken, konuşmasının devamındaki “her kriz beraberinde birçok fırsatı da getirir” sözleriyle, krizin gerçekte halkın ezici çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfı ve yoksul emekçiler için olduğunu; bir avuç vurguncu kapitalist içinse krizin bir fırsatı temsil ettiğini ifade ediyordu.
Bu durum, resmi enflasyonun Eylül ayı için yüzde 24,52 olarak açıklandığı koşullarda, bir yanda işçilerin alım gücünde ve yaşam standartlarında yaşanan devasa gerileme, diğer yanda ise bankaların ve büyük şirketlerin karlarına kar katmayı sürdürmesinde kendisini dışavuruyor. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) açıkladığı rakamlara göre, bankacılık sektörünün Ocak-Ağustos dönemi net karı geçtiğimiz yılın aynı dönemine göre yüzde 14,3 artarak 38 milyar dolara ulaşmış durumda.
Bununla beraber, giderek artan konkordato ilanları, iflaslar, fabrika ve işyeri kapanmaları, küçülmeler ve işten çıkarmalar, işçi sınıfını tehdit ediyor ve işçileri gitgide daha fazla mücadele yoluna itiyor. 3. Havaalanı inşaatı işçilerinin Eylül ayındaki büyük eyleminin ardından, çeşitli yerlerde başka kitlesel iş bırakma eylemleri ve protestolar yaşandı. Onlardan biri, Eskişehir’deki Candy Hoover Euroasia işçilerinin Ekim ayının başında yaptıkları iş bırakma eylemiydi. Şirkete bağlı üç fabrikada 1.000 dolayında işçi, sözleşmeli çalışan 16 işçi arkadaşlarının işten atılmasına karşı iş bıraktılar.
Bu koşullar altında, Erdoğan hükümeti, hızla kitlesel sınıf mücadelelerine dönüşebilecek olan her türlü muhalefeti engellemeye kararlıdır. Yeni kitlesel mücadelelerin alttan alta gelişmekte olduğunun bilincinde olan egemen sınıfın yıllardır hızlanarak süren diktatörlük ve polis devleti inşası, özünde işçi sınıfına karşı kapsamlı bir hazırlığı ifade ediyordu.
Dünya çapında yükselen sınıf mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olarak gelişen Türkiye’deki işçi mücadeleleri ve havaalanı inşaatı işçilerinin son deneyimi, önümüzdeki döneme, işçilerin en temel haklarını savunmak için verdikleri mücadelelerin bile hızla siyasallaşmasının, karşısında kapitalist şirketleri savunmak üzere hızla harekete geçen devlet güçlerini bulmasının ve şiddetli bir baskıya uğramasının damgasını vuracağını açıkça göstermektedir.
Bu durum, işçi sınıfının, egemen sınıfın siyasi stratejisinin ve örgütlülüğünün karşısına kendi uluslararası devrimci sosyalist stratejisi ve örgütlülüğü ile çıkmasının ne kadar acil bir gereklilik olduğunu ortaya koymaktadır.
Yaklaşan mücadelelere hazırlık olarak, fabrikalarda, işyerlerinde ve mahallelerde, düzen partilerinden ve onların hizmetindeki sendikalardan bağımsız taban komitelerinin inşasına girişilmesi; tabandan demokratik olarak seçilen bu komitelerin gelişen mücadeleleri yerel, ulusal ve uluslararası düzeyde birleştirmek üzere harekete geçmesi gerekiyor.
İşçi sınıfının bu yeni kitlesel mücadele örgütlerinin inşası, enternasyonalist sosyalist bir partinin inşasına ayrılmaz bir şekilde bağlıdır. İşçi sınıfının uluslararası mücadele programı, dünya çapında ekonominin kapitalist kar için değil ama toplumsal gereksinimler temelinde yeniden örgütlenmesi için iktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesini hedeflemelidir.
Bu mücadelede, tutuklanan tüm inşaat işçilerinin ve sendikacıların serbest bırakılması talebinin fabrikalarda, işyerlerinde ve okullarda yaygınlaştırılması, büyük önem taşımaktadır.
Konuyla ilgili diğer yazılar:
Tüm gözaltılar derhal serbest bırakılmalıdır!
Havaalanı işçilerinin eylemi ve yaklaşan mücadelelere hazırlık
İstanbul 3. Havaalanı’ndaki eylemin ardından yüzlerce inşaat işçisi gözaltına alındı
“İşçilerin haklarını araması suç değildir”
AKP hükümeti havaalanı inşaatı işçilerine komplo kuruyor
Tutuklanan 3. Havaalanı inşaatı işçileri serbest bırakılsın!